SEZONDAN BANA KALANLAR

0

263045_89178304411_903049_nSanatın sıcacık  kollarına sığınmak için çıkılan yolda dayanıklı olmak zorundasın çünkü kendin de hayal kırıklığı yaşamışsındır.Nedenlerini sorguladığın sanatsal çıkışlar çöküşler canını sıkmıştır.Gerçek anlamda sıcak bir koldur sarılmak istediğin.Sağlam bir omuzdur başını yaslayabileceğin.Bütün acımasızlıklardan,alçaklıklardan,duyarsızlıktan ancak sanat yolunda ilerlerken koparsın.Tam en umutsuzluğa düştüğün an bir tiyatronun kapısını çalmak iyi gelir insana.

Umutsuz ruh haliyle görmezden geldiğin sanat galerisi göz kırparak seni baştan çıkartır,köşeyi dönmene izin vermez.Şehrin acımasız kapitalist hiyerarşisine tam yenilmişken,uzaklardan gelen müziğin nağmelerini duyup çalımla girersin o kapıdan içeri, en yukarılara çıkarsın.Sadece sanatla iyileşen bir faninin kendini en rahat hissettiği koltuklardan birine oturup efsunlu dünyanın içine girersin.  İstanbul sürprizli bir şehirdir.Sanatsal bin bir olanak sunar insana.Bir işinde yere yatırır seni,diğer işinde göklere çıkartır.İstanbul’dan beslenir sanatçı benlik.İstanbul sanatsal yolda dünyaya açılan kapı gibidir adeta. Konuşmayan,görmeyen,duymayan biri olup tezgahın içinde yer almaktansa,konuşan,duyan,gören biri olarak tezgahın rafına konmak evladır.Tuhaf bir yazgıdır bu!Esasen okur-yazarlığın bile hiç ciddiye alınmadığı bir ülkede,koca bir alanın tam göbeğinde duran sanatı tartışmanın,düşünmenin yararı var.

İzdivaç programları mı,tiyatro mu?Gece yarısı yapılan rüya programları mı,iyi müziğin ruhumuzu sakinleştiren tınısı mı?Flaşh Tv’nun  çarpıcı,kitch yayınları mı,sinemaya gitmek mi?Durmadan yemek yiyen,tıkınan ve birbirine küfreden insanlar mı,Mehmet Aksoy’un heykellerine bakmak mı?Sıkıntılı  bir denklem!Ama çözümü sanatın kendisinde. “İki reklam arasını dolduran” dizileri izlemek mi,kitap okumak mı?İşte bütün mesele burada.Hiçbir emek harcamadan yalnızca kutuları açıp zengin olma hayalleri kurarken hayatı ıskaladığımızı fark etmiyoruz bile.Hayalle
grant nealerimizi o kutuların içine gömüyoruz  o kadar.Kutuların içinde ki atlar şaha kalkıp uzaklaştılar bile biz niye hala arkasından bakıyoruz.Atları vurduklarını görmüyor muyuz. Soluduğumuz hava dahil her şey satılık lafı bence boşuna söylenmiştir.Tersi de mümkündür.Hızlı tükenmeyen şeylere meraklı olanlara sorun,doruk noktasına mutlaka sanatı koyarlar.  PİNA…

Ancak Pina’nın ruhundan aldığım hazla dayanabilirim 3D filminin zulmüne.Wim Wenders’in senaryosunu yazıp yönettiği Pina Bausch’un dans hikayesini kendi hikayem gibi özenle saklayacağım gelecek yıllarda da.Pina’ya duydukları hayranlığı anlatan dansçılara hayranlığımı daha uzun yıllar içimde koruyup,ne zaman iyi bir dansçı izlesem sahnede usulca onlara selam göndereceğim.Pina Bausch’un hüzün ve neşesinin iç içe geçtiği ilhamından pek çok sanatçının yararlandığı gibi ben de yararlanacağım.Stravinski’nin en karanlık,en görkemli ve senfonik eserlerinden biri olan “Bahar Ayini” müziği ile başlayan film,modern dansla harmanlanmış bir şekle bürünmüş olarak çıkıyor karşımıza.

 

Şaşkınlık işte o an başlıyor haliyle.Bütün saklı kalmış kodlamalara meydan okuyan bir başyapıtla gününüz şenleniyor.Dört esere odaklı Pina filminin en çarpıcı sahnesi ise defalarca taklitleri yapılmış,Pina Bausch’un en önemli eseri “Cafe Müler” dir.Ahşap iskemlelerle dolu bir odada gözleri kapalı hareket eden kadınlar,iskemlelerin yerlerini değiştirerek onları korumaya çalışan erkekler hakkında olabildiğince sade bir performans.Pina’nın dansçı dostlarından biri o sahnenin “çok kısa bir sürede,neredeyse şans eseri çıktığını” söylüyor.Bu uzun,ince,sofistike kadının neden böylesine benzersiz,böylesine güçlü olduğunu işte o an daha iyi anlıyorsun.Yaratıcı dehasını sadece takdir ediyorsun.O zaman yönetmen Wenders’in Pina’yı komik gözlüklerle yan yana getirmek istemesi de daha katlanılır oluyor.O komik gözlükleri çıkardığın an gerçek dünyadan sıkılıyorsun.  KAİNATIN EN HIZLI SAATİ… Ne zemine yakındır ikinci kat,ne de başınızı biraz daha sağa  çevirdiğinizde denizi görebileceğiniz teras yüksekliğindedir.Tam ortada durur.Orta hallicedir.Çıkmak istediğinizde yorulmadan ulaşırsınız.Nefes nefese kalmadan karşılar kapı zili sizi.

Seçtiğiniz kat doğru kattır.Beyoğlu’nun aşina olduğunuz o daracık sokaklarından birindedir aradığınız binanın ikinci katı ama köşesinde ki Barselona pastanesini anlamlandırmakta zorluk çekebilirsiniz.Söylediğim gibi İstanbul sürprizli bir şehirdir,anlam aramak anlamsızdır.”Hepsi bir apartmanın ikinci katında” toplanmıştır.

Yazar Philip Ridley Türk tiyatrosunun yeni keşfi.Londra doğumlu.Oyunculuk yapmışlığı da var.Çocuk kitapları,şarkı sözleri,radyo oyunları ve film senaryoları da yazmış.”İn-yer-face” bir türse eğer,onu iyi yazanlardan.Benim itirazım bu akıma.O zaman Haldun Taner arkamızdan mı konuşuyordu,söylediklerini yüzümüze söylemiyor muydu?Daha az pornografikti,daha az şiddet öneriyordu ondan mı bu akıma hizmet etmemişti?Güngör Dilmen’in suçu geleneksel olması mıydı? Bir gün bedeninizin zamana ve yer çekimine karşı direncini ölçmek isterseniz “Kainatın en hızlı  saati” ni aramayı unutmayın.O saate ulaşmak için adresiniz ikinci kat olsun.Orda sizi karşılayacak şahane bir oyun ve o oyunu taçlandıran olağanüstü oyunculuklar var.

 

02
Yazan Philip Ridley
Yöneten Eyüp Emre Uçaray
Çeviren Özlem Karadağ
Oyuncular Korhan Soydan, Güçlü Yalçıner, Banu Çiçek Barutçugil, Halide Eşber, Barış Gönenen, Iraz Yöntem
Proje Ekibi Eyüp Emre Uçaray, Sami Berat Marçalı
Dramaturgi Ebru Nihan Celkan, Nazım Özcan
Reji Asistanları İrem Yünsel, Munise Nur Aktan, Merve Çıtak Müzik-Efekt Tasarım Ersen Kutluk
Dekor Tasarım Murat Mahmutyazıcıoğlu
Işık Tasarım Deniz Karaoğlu
Kostüm Tasarım Meltem Tolan
Afiş-Fotoğraf-Video Tasarım Cemre Yeşil
Süre: 90 dak. Tek Perde

Bir doğum günü kutlamasının tam içine düşeceğinizi bilerek çalın kapıyı.Hediyeleriniz olsun yanınızda,yanan mumların alevinde ısınmayı deneyin çünkü hikaye insanın içini ürpertiyor.Yalan bir dünyanın yalan ilişkileriyle sarsılıyorsunuz.Gerçek budur!Güçlü Yalçıner’in “O bir çocuk…”dediği an,benim sen nasıl bir oyuncusun dediğim ana denk düşüyor.Öylesine sarkastik,öylesine bağımsız,öylesine sahneden azade.Iraz Yöntem genç kuşağın,samimi,sıcak,sahici oyunculuğuyla bence en iyi temsilcisidir.Barış Gönenen bir ergen olduğuna inandırır sizi.Korhan Soydan’a oyun bittikten sonra küfretmek istersiniz. “Masum değiliz hiçbirimiz…” şarkısı dilinize dolanırken gece boyunca izlediğiniz hikayenin artık sizin olduğunuzu düşünürsünüz.

FAUST … Sanata ulaşmak istediğiniz yer neresiyse orası çağırır sizi.Adım adım takip edersiniz sanatın engebeli yollarını.Yeter ki aşmak için azminiz,çarpacak zarif bir kalbiniz,zamanın durmasını istediğiniz sağlam bir dileğiniz olsun. 27 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında her yıl yapılan ve 17 yıldır süren  Romanya-Sibiu Tiyatro Festivali İstanbul kadar sanatsal olanaklar sunuyor insana on gün boyunca.Küçücük köprüleri,muhteşem mimarisi,özgür kadınlarıyla insanı hemen içine çeken ve size sanki uzun süre orada yaşayabileceğinizi hissettiren bir sanat şehri Sibiu.Sokaklarında müzisyenler resitaller veriyor,alanlara seyyar kitapevleri kurulmuş,şehir dışında ki hangarlar,fabrikalar tiyatro sahnesine dönüştürülmüş

 

 

faust
“Faust” Silviu Purcarete’in rejisi ile

 

İşte bu fabrikalardan birinde,dünyanın sayılı yönetmenlerinden biri olan Silviu Purcarete’nin rejisiyle izledim Goethe’nin Faust’unu.Mekan sorunu yaşadığından olsa gerek,oyun sadece festivallerde oynayabiliyormuş.Purcarete,Edinburgh Uluslararası Tiyatro festivalinde eleştirmenler ödülü almış.Ödülün adı “Sanatsal Mükemmellik”.Bu ödülün Purcarete’nin sanatsal vizyonu hakkında bir fikir verdiğini sanıyorum.Festivalde islediğim en iyi üç oyunun rejileri Silviu Purcarete tarafından yapılmıştı.Ama ille de Faust,her daim Faust diyorum.Faust,Goethe’nin neredeyse tüm yaşamı boyunca yazarak tamamlayabildiği bir yapıttır.Purcarete’nin elinde bir baş yapıta dönüşmüş.Sahnede konuşulan dilin hiçbir önemi yoktur çünkü siz zaten bilirsiniz oyun şeytanla bahse giren insanoğlunu anlatır.O kadar sade,anlaşılır,matematiği şaşmayan bir rejiyle kurgulanmış ki Faust,o denli ölçülü oyunculuklarla oynanıyor ki,hiç bilmediğiniz bir oyun bile olsa hissedersiniz evrensel bir insan tragedyasının anlatıldığını.Cennet ve cehennem yer değiştirmiştir,karakterlerin ruhlarıyla, boyutlarıyla oynanmıştır,ama ne gam izlediğiniz muhteşem bir oyundur ve belki uzun bir süre daha böyle bir oyun izlemeyeceksinizdir.İki saate sığdırılan,ara vermeden oynanan oyunun hiç bitmemesini istersiniz.Şaşkınlığınız yanınızdakinin yüzüne yansımış gibidir.Dirseklerinizin dokunduğu an korku dolu gözlerle bakarsınız birbirinize o benden daha mı çok mutlu diye gıpta edersiniz.Dr Faust’a onu gençleştirmeyi ve aşkı sunmayı vaat ederek,ruhunu ele geçirmek ister Mephisto.Şeytandır Mephisto.Belki de ilk kez gerçekten minik,sarı bir şeytan oyuncu tarafından oynanıyordur.Bir daha da böyle oynanmayacaktır Mephisto rolü.Minik,sarı şeytan,adıyla müsemma Ofelia Popii tarafından oynanmaktadır.”Her insan ailesinde doğar” sözü bir kez daha kanıtlanmıştır.Kim çocuğuna Ofelia adını koyar?Ofelia’nın kaderi en güzel rolleri,en güzel şekilde oynamaktır.Ofelia Popii’nin alamet-i farikası ismidir.Teşekkürler Ofelia bir rolün bu kadar katmanlı ve iyi oynanabileceğini bize kanıtladığın için.

 

 

5830055196_78a4b9cfc7_z
Grant Neale Polanski Polanski

                               VE DİĞERLERİ… Yine Sibiu Tiyatro Festivalinde,Romanyalı  yazar Saviana Stanescu’nun yazdığı,rejisini Tamilla Woodard’ın yaptığı Amerikalı aktör Grant Neale’in oynadığı  “Polanskı,Polanskı” oyunu gerçek bir öykü gibi çıktı karşıma.Sosyal hayatın içinde Polanskı’ye hiç de benzemeyen ama sahnede gördüğünüz an Polanskı gelmiş diyebileceğiniz gerçeklikte bir oyunculuk.Hayat birilerine daha adil olabiliyorken,birilerinin de hakkını fazla yiyor bazen.Acıların çocuğu kıvamında yaşayan bu adama kızmak istersiniz ama bir şey sizi engeller sizi çünkü yaşayan en iyi yönetmenlerin arasına tartışmasız koyarsınız onu.Filmlerinde ki karakterleri aslında kendini anlatır.Yavaş yavaş delirirler,ansızın baştan çıkarlar,kötü yanlarını her an ortaya çıkarabilirler ve sonunda da kendilerine zarar verirler.İşte Polanskı budur ve oyunda bu temayı şahane bir şekilde açıklar.Grant Neale fazlasıyla hakkını verir Polanskı’nin. İstanbul’da iyi bir Haziran gecesi yaşamak için gittiğim Abba Şhow büyüleyiciydi.İşveç’li kızlarla yarışma şansımın olmadığını düşünmeden genç kızlığımı onları taklit ederek heba ettim!Eurovizyon tarihinin en iyi şarkısı kuşkusuz Waterloo’dur ve Abba, Dancing Queen,Mama Mia,şarkılarıyla “tüm zamanların en iyi grupları” arasında yerini almıştır.70’li,80’li yılları yad etmek için bir avuç insan Harbiye Açıkhava’da buluştuk.Eski Abba üyesi Ulf Anders Hilmer Andersson önderliğinde kurulmuş yeni grubun asıl sürprizi Andersson’un flüt ve saksafon sololarıydı.İspanyol paçaları,kafalara takılan tuhaf bereleri,vatkaları özlediğimizi sanarak coştuk Abba şarkılarıyla,ama konser sonrası bunun bir hezeyan olduğunu anladık ve Money Money Money şarkısını söyleyerek çağa geri dönüş yaptık.

 

 

anagorselTeşvikiye’de ki Galeri Işık’ın bu sezon en sürprizli sergisi Süleyman Saim Tekcan’ın baskı resim tekniğiyle yaptığı atlardı.Hem ressamı hem atları çok sevdiğim için yolumu değiştirip gittim sergiye ve mutlu mesut gideceğim yola devam ettim.  Bir zamanlar güzel işlerin sahnelendiği Maya Sahnesi Boğaziçi Gösteri Sanatları  Topluluğu (BGST) tarafından yeniden açıldı.Bu işe en çok sevinen onlarca kişiden biri de benim çünkü her yeni sahne, yeni bir iş yapabileceğim,iyi oyunlar izleyebileceğim sahne anlamı taşır benim için.Cüneyt Yalaz’ın Uluç Esen’le birlikte yazdığı,oynadığı oyun çağdaş bir meddahlık gösterisidir.

Her seferinde gitmek istediğim ama gidemediğim Yeni Bir Hayat İçin oyununa onu en hak ettiğini düşündüğüm arkadaşımı yanıma alarak gittim.Çok güldük,çok eğlendik.Hala gülüyoruz,hala eğleniyoruz.Oyunun esprileri sosyal hayatımızın bir parçası haline geldi diyebilirim.Artık bizi anlatan oyunlar yazılmıyor teranesi boşunadır,işte Yeni Bir Hayat bizim hayatımızın güncellenmiş halidir.Bir kez daha gidebileceğimizi düşünerek çıktığımız İstiklal Caddesinin ışıkları gözlerimizi kamaştırdı.Demirören AVM yi bile gözümüzde sempatik kılan sanatın ta kendisiydi.İstanbul’u seviyorum.Bize diğer dünyanın kapılarını açma yakınlığında olduğu için seviyorum,en mutsuz olduğumuz anlarda bile bizi mutlu edebilecek olanaklar sunduğu için seviyorum.Seviyorum işte!
Hülya Karakaş Haziran-2011

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.