“Bir sanat eserine sansür uygulamak ikiyüzlü olduğumuzun göstergesi…
“Suratına tiyatro seyirciyi ensesinin kökünden tutup, mesajını alıncaya kadar silkeleyen oyunların tümü, bir sansasyon tiyatrosudur: hem oyuncuları hem de seyircileri geleneksel tepkilerin dışına iter. Söyleminde veya yapısında yeni ya da seyircinin alışık olduğundan çok daha cesur veya deneyseldir. Ahlaki normları sorgulayarak, sahnede neleri gösterilip nelerin gösterilmeyeceğine dair hâkim kanıları aşağılar; yasak olandan söz eder, rahatsızlık yaratır. En önemlisi, gerçekten kim olduğumuz hakkında bize daha çok şey anlatır.’’ Aleks sierz
1990’larda Britanya da ortaya çıkan bu akım “in yer face” olarak adlandırıldı. Türk seyircisi Türkçeye “suratına tiyatro” olarak çevrilen bu tiyatro türüyle 2005 yılında kurulan DOT tiyatrosunun sahnelediği oyunlarla tanıştı.
Bugünlerde Devlet Tiyatroları daha geniş kitlelere bu türle karşılaşma şansı tanıyan bir oyunu, ‘Inishmorelu Yüzbaşı’yı’ Murat Karasu yönetmenliğinde sahneye koydu. Oyun; terör örgütü lideri Deli Padraic’in kedisi Arap’ın, gizemli bir şekilde öldürülmesiyle, bireyler ve örgütler arası kanlı bir çatışmanın fitilini ateşlemesiyle başlıyor. Şiddetin, hayata karışıp sıradanlaştığı bir coğrafyada yaşanan, nedeni unutulmuş bir şiddetin kara komedisi.
Kariyerinde pek çok tiyatro türünü başarıyla sahneleyen, oyunun yönetmeni Murat Karasu’yla oyun, türü ve Türk tiyatro seyircisiyle arasındaki etkiyi konuştuk.
Yönettiğiniz ‘’Inishmorelu Yüzbaşı’’ adlı oyun bir in-yer-face örneği, bu tür sadece bir duyarlılığı değil bir dizi tiyatro tekniği uygulamayı da gerektiriyor. Oyun yazarını, oyuncu ve yönetmeni de bu teknik daha farklı düşünmeye ve davranmaya itiyor mu?
Elbette itiyor. Oyunun yazımı, yazım tekniği açısından zaten size yol gösteriyor. Yani onun dışına çıkma şansınız olmuyor. Farklı bir dil, Alıştığımız kanıksadığımız o tiyatro metni kurgusu yok. Doğrudan doğruya şaşırtma temelli biraz ürkütme, silkeleme temelli bir iş olduğu için onun ipuçlarını da fazlasıyla veriyor. Onun dışında çok fazla dışına taşma şansınız yok. Onu ne kadar ölçüsünde, yerinde yapacağınız kısım kalıyor size.
Evin üzerinde kurduğunuz köprü, altında oluşturduğunuz dünya çok etkileyiciydi. Ve belli belirsiz sis,
tam Britanya algısıydı. Görüntü efektinin müzikle alışverişi de çok iyiydi.
O parçalarda bir sıkıntı olmadı zaten. Orada derdimiz bir spiral oluşturmaktı. Belki fark etmişsinizdir. O dönüp evin kapısına giden bir yol. Çok gerçek bir dekor değil aslında gerçeklik duygusu yaratan bir dekor. Baktığınızda yol, yol değil. Ev, ev değil. Ama sizin algınızda öyle bir şey yaratıyor. Ve siz ona peşinen ikna oluyorsunuz. Yani üstünden yol geçen bir ev fikri aslında reel değil ama ikna edici bir dekor olduğu için memnunum bende.
Bütün bu retlerin birlikteliğinin olduğu ya da önerildiği bir türün örneğini, siz geleneksel yapının hâkim olduğu bir kurumda sahneliyorsunuz. Devlet tiyatroları, soğuk ve resmi bir çağrışım yaratıyor. Bu durum oyunu sahnelemenizde bir baskı oluşturuyor mu? Bu kalıpları kırmakla ilgili tepkisel bir hareket mi?
Bu, baskı oluşturmuyor Çünkü zaten oyuna karar veren Devlet Tiyatroları yönetimi. Edebi kurulundan geçiyor, birtakım mekanizmalardan onay alıyor. Sonuçta Devlet Tiyatrosu dünyadaki bütün tiyatro akımlarına açık bir alan… Tiyatro yaptığınız için kaçamazsınız. Çok saklanacağınız bir yer yok. Sadece seyirci profili ile ilgili acaba çok mu fazla gelir. İlk olmak, öncü olmak gibi bir dert taşıyorsunuz bu arada Bir otokontrolden söz ediyor. Bu kendi içimizde, yoksa kurumsal anlamda bir kontrol mekanizması işlemiyor asla. Oyuna karar vermişler, verdiklerine göre de bunun arkasında duracaklar. Hep öyle oldu. otuz senedir bu kurumdayım ben. Dışardaki algı farklı. Sanki çok cesaret edemezmiş yapamazmış gibi, zaten engellenecekse niye yapsın. Tiyatronun içinde böyle bir şey yok. Bence devlet tiyatrosunun adında devlet var. İçinde yok. O tiyatro hali devam ediyor. Tiyatro yapıyorsanız, nerede yaparsanız yapın tiyatro tiyatrodur. Önünüzdeki metne göre gereklerine göre davranmak zorundasınız.
DT ve Şehir Tiyatrolarının kapatılmasının konuşulduğu, hatta yakın zamanda sahnelenmesi kesintiye uğrayan ‘Zengin Mutfağı’, pornografik bulunduğu gerekçesiyle ‘Yüzleşme’ ve ‘Çirkin’ adlı oyunların sahneden kaldırıldığı, muhafazakâr yapının etkin olduğu böyle bir dönemde, oyununuzun sansürlenmesi endişesini taşıdınız mı?
Yok, taşımadım. Dediğiniz örneklerde bizim ikiyüzlülüğümüzü gösteriyor aslında. Toplumsal ikiyüzlülüğümüz. Yani bir sanat eserine sansür uygulamak kafalarımızda zaten ne kadar ikiyüzlü olduğumuzun göstergesi… Her akşam televizyonlar evimize bir sürü rezilliği, kepazeliği davet ederken, biz onlardan çok hoşnut olurken gidip niyeti belli, amacı belli, hedefi belli bir kültürel eylemi böylesine karalamak bence ikiyüzlü toplumlara özel bir şey olabilir. Biz de öyle bir toplumuz maalesef. İkiyüzlüyüz yani. O yüzden çok takılmıyorum. Sonuçta sanat bildiğini söylemekle yükümlü tiyatro zaten öncü bir iş her daim, devrimci bir iş her daim birileri kızacak köpürecek tiyatro da bildiğini okumaya devam edecek. Yapacak bir şey yok.
Inishmorelu Yüzbaşı, Martin Mcdonagh metinlerinden biri. Siz daha önce aynı yazarın Talimhane Tiyatrosu’nda sahnelenen ‘Yastık Adam’ oyununda oyuncu olarak yer almıştınız. Mcdonagh ‘ın başka bir oyununu, yönetmen olarak yorumlamanızda bunun etkisi oldu mu?
Benim yazarla tanışıklığım biraz oralardan geliyor. Inishmorelu Yüzbaşı daha önce Van Devlet Tiyatrosunda oynadı. Biz ilk kez oynamıyoruz. Yani uzunca bir zaman önce devlet tiyatrosu zaten oynamıştı. Van’da oynadığı için çok haberdar olamadık. Türkiye’de aynı yazarın Leenane’in Güzellik Kraliçesi ve Inishman’nın sakatı oyunları da sahnelenmişti. Dolayısıyla yabancı olduğumuz uzak bulduğumuz bir yazar değil. Tanıdığımız bir yazar. Mehmet Ergen’le ise Yastık Adam oyununda yönetmen oyuncu, burada çevirmen yönetmen ilişkimiz oldu. O da bir avantaj tabii.
Inishmorelu Yüzbaşı, şiddetle yapılan bir şiddet eleştirisi. Şiddet Türk toplumunun da en önemli sorunlarından biri, bunu daha yakın bir örnekle anlatmak daha çarpıcı olmaz mıydı? Yerli bir in-yer-face metnini sahneye koymayı neden düşünmediniz?
Olsa da koysak! Yani birileri yazsa gerçekten öyle yazarlarımız olsa, deneseler en azından. Çünkü bizim dokumuz çok müsait. Bu dilde bir tiyatroya adına ne derseniz deyin yani in-yer-face ya da başka bir şey. Bizim malzememiz de çok zengin bir kaynak var ama yazar yok ya da yazan yok. Ya da bize ulaşan bir şey yok.
Suratına tiyatro kitabının yazarı Aleks Siez bir tanım kullanmıştı. Suratına tiyatronun hareket olmadığını ama oyun yazarlarının bir çete olduğunu belirtmişti. Siz bu çeteye katılmayı düşünür müsünüz? Oyun yazarı olarak böyle bir eğiliminiz olur mu?
Bilmem. Yani oyun yazmak zaten kendi başına bir İtiraz hali değil mi? Bu yüzden o çeteden bu çeteden kim kendi çetesine kabul ediyorsa ondan olursunuz. Ama bu sosyolojik bir süreç sanıyorum Yani dünya tiyatrosunun geçtiği yola bakınca da… Süreç. Diyelim ki altmışlarda işte savaş sonrası dönemde John Osborne’la başlayan öfke başka bir dil gelişiyor. Biz biraz geriden takip ediyoruz. Avrupa atladı gitti buraları da biz yeni yeni tanışıyoruz ne yazık ki. Bu da sonrasında Demir Lady döneminin sonrasında dünyadaki o yeniden tekrarlayan kriz süreçlerinde oluşturulmuş bir dil. Tiyatro da kendine çıkış yolları arıyor. Yeni araçlar gereçler arıyor. Teknolojiye Yöneliyor. Dilini sertleştiriyor, tarzını sertleştiriyor. Sadeleşiyor. Ritmi yakalamaya çalışıyor. Çünkü zamanın ritmi fevkalade hızlı… Çok değişken. Yani beş perdelik oyunlar biliyorum ben gençliğimde, şimdi artık beş perdelik oyun düşünmüyor kimse. O kadar hızlandı ki ritim, bizim ritmimiz de hızlanıyor. Söylemler değişiyor. Alan değişiyor. Dünya değişiyor. Dünyadaki ideolojik yapı değişiyor. Biraz bununla beraber hareket ediyor. Organik bir şey yani. Yarın arkadan ne gelir bilinmez. Biz yeni tanıyoruz. Olsun hepsi bizim dağarcığımızda bulunsun bence. Fakat yazar dili olarak geri dönmüyor ne yazık ki bizde. Hala biz çok elitist bakıyoruz tiyatro meselesine. Çok seçkinci bakıyoruz yani. Hep yüksek duygular anlatsın. Güzel duygular anlatsın edebi olsun falan gibi dertlerimiz var. Biraz daha yaşayan bir mekanizmaya dönüştürmek şart Türk tiyatrosunda…
Oyunu seyrederken aslında alt metni nedir diye düşünüyorsunuz. Suratınıza hareketleri seyrederken o kedi metaforu geçip gidiyor. Her şey suratına olduğu için metaforu da suratınıza istiyorsunuz herhalde. Öyle bir durum var mı?
Kedi metaforu şöyle kayboluyor işin içinde, dışarıya çıktığınızda hatırlamanız gereken bir şey olsun diye. Ya bütün bunlar neden oldu? Sorusunun cevabı, kedi öyle mi? Yani o kediyi kaldırıp o cümleye herhangi bir şey yazabilirsiniz yani. Namus, vatan, yurtseverlik, bu cinayetler vatan için işlendi bu cinayetler namus için işlendi o zaman çok mu meşru oluyor her şey. Cinayet cinayettir. Bizdeki hesaplı hesaplaşma diyebileceğim şey bu, yani metnin derdi de bu. Hani bir kedi yüzünden işlenince mesele yok öyle mi? komik hatta eğlenceli bulabiliriz. Eğer sertleşmezse oyunun dili. Bak neler yaptılar ya. Benzeri bir örnek ‘Vahşet Tanrısı’ diye bir oyun oynuyordu devlet tiyatrosunda yani aileler çocukları yüzünden kavga ederler ama ailelerden biri Darfur’daki soykırım hareketini inceleyen biridir.
Biraz önce ‘ kedi yerine her şey konulabilir’ dediniz. Oyundan çıktığımızda bir yandan birkaç militanın halkın hakları için birbirlerini öldürürken öteki yandan havalar ısınınca bu olağanüstü durumu umursamadan olağan hayatına devam eden bir halk var. Kedilerin mart ayında tabiatlarından beklediğimiz bir davranışını oradaki halkla örtüştürdük. Onlar için onlar uğruna yapılan şey, umurlarında değilmiş gibi, böyle de algılanabilir mi?
Ne yaptıysak halk için yapmıyor muyuz? İşte bunu tartıştırdığı için öncü. Bize bir kalıp halinde, paket halinde vermediği için. Bak gördün mü insanlar ne için öldüler. Vah vah yazık oldu onlara tatminiyle bizi dışarı Sevk etmediği için. Biraz şuramızda bir şey bıraktığı için belki.
Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Başkanı da olan eleştirmen Üstün Akmen Evrensel gazetesinde “Mcdonagh’ın yerel ağız gereği çokça kullandığı kaba ünlemler, Devlet Tiyatrosu izleyici potansiyeli de dikkate alınarak sanırım Murat Karasu tarafından bir hayli törpülenmiş” ifadesini kullanmış, metnin diline ya da şiddetine nasıl bir müdahaleniz oldu? Bulunduğunuz kurum ve son zamanlarda siyasetin sanat üzerinde hissedilir baskısını ve olan bitenleri de gözeterek kendinize bir sansür uyguladınız mı?
Metnin diline yani şiddetine müdahalem olmadı. Ama şimdi orada gündelik dil içinde İrlanda da veyahut İngiltere de ya da bir Amerikan film seyrettiğinizde de görüyorsunuz. Bizim küfür diye algıladığımız onların çok pelesenk ettiği işler, belki bizde de var yani fuck diyolar başka bir şey demiyorlar. Şimdi siz her fuck’ı mikiyim mikiyim diye çevirdiğinizde arka arkaya onlar için Allah kahretsin ifadesi yuh be ifadesi fuck yazdığı için yani çevirdiğinizde bana göre, artı bir değer kazandırmıyor. Şu bilgiyi çok onaylamadım. Öyle başladık bizde bol küfürlü bir metin. Küfür ederek de prova ettik. Sonra dedik bunları böyle bu kadar fazla kullanmazsak ne kaybederiz? Baktık ki bir şey kaybetmiyoruz. İlla küfür etmemiz gerekmiyor. Silkeleyelim, sarsalım seyirciyi derken bu kadar niye küfür ediyoruz ki? Küfür etmeden söyleyemez miyiz? Dedik kendi içimizde. Çok gerekli yerlerde gene var. Gene küfür ediyorlar ama her cümlenin arkasından afedersiniz ‘.mına koyayım’ eklemedik. Çünkü çokta lüzumlu değildi bence. Bu defa seyirciyi başka türlü ürkütmüş olacağımızdan çekindik. Yani ay çok küfür ediyorlardı ya diyecekti. Başka da bir şey demeyecekti. Çünkü buna çok teşneyiz. O küfürleri çok gülecekti. Meselenin özünü kaybedecektik. O yüzden küçük bir eleminasyon yaptığım doğrudur. Birazda tabii devlet tiyatrosu seyirci profilinde dikkatli davranmak zorundasın. Çünkü belki de hayatında ilk kez tiyatroya gelen seyirciler var. Hani çok seçerek bilerek gelen bir profil değil o. DOT dediğimizde ya da x tiyatro dediğinizde ona giden seyirci neyle yüzleşeceğini, karşılaşacağını bilir. Zaten onun için sürpriz olmaz. Seçmece bir seyirci olur. . Biraz öyle bir eleminasyona gittik doğrudur.
“Keskin yorumlar ve aşırılığın estetiği kullanılır. Dil pervasız eylemler keskin, duygular şiddetli, saldırganlık apaçıktır.” Bu biçim, bazı tiyatro seyircilerinde rahatsızlık, bazılarında bu rahatsızlıktan duyulan bir anlayış derinliği yaratıyor. Sizce Türk seyircisi bu biçimi nasıl karşılıyor, seyirciden nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Oyuna yönelik bir şey olmadı. Ama seyirci ben gidip izliyorum ara ara oyunları özellikle. Seyircinin tepkisini izliyorum mesela. Ben beklediğim tepkiyi görüyorum. Birilerinin çok rahatsız olduğu, birilerinin kendini iyi hissetmediği finaller de yaşıyoruz. Fakat terk etmiyorlar. Yani oyunu terk etmiyorlar. . Ben memnunum yani geri dönüşten.
Birbirlerini vurdukları sahnede bir koreografi kullanmışsınız. Ağır çekimle ateş ediyorlar. O kısım seyirciden çok reaksiyon aldı. Kara komedi de güldürmek, o kadar kan revan içinde çok kolay bir iş olmasa gerek?
Zaten bütün hedef oydu. Gülerken çakmak tokadı… Bir şeyler kullandığımızı itiraf edeyim. Ben bundan otuz sene evvel o strop ışığı kullanılıyordum. Artık tiyatrolar o ışığı terk ettiler. Hatta ben strop kullanacağım dediğimde ışık tasarımcı arkadaş. Ne yapıyorsun abi nereye dönüyoruz? Dedi. Dedim ki geriye doğru dönüyoruz çünkü dönelim. Çünkü biz bugünün diliyle o malzemeden yine yararlanabiliriz ki yararlanıyoruz. Bir şeyleri kenara atarak gitmeyelim. Onları dâhil edelim. Edelim ki zenginleşsin. Çok da yeni bir buluş değil yani elli senelik bir buluş ağır çekim oynatmak, strop kullanmak, onları içine yerleştirmek. Yani biraz tiyatronun kendi serüvenini tarif etmek gibi bir derdim de oldu. Öyle küçük saklı göstergeleri vardır.
Yönettiğiniz oyunlara bakıldığında dönemleri, tarzları, anlattıkları çok farklı metinleri yorumladığınızı görüyoruz. Hatta aynı tarihte hem Troyalı Kadınlar’ın hem de Inishmorelu Yüzbaşı’nın yönetmenisiniz. Bunun sizin için bir arayış hali olduğunu söylersek, doğru olur mu?
Elbette ki. Hiç bitmiyor ki. Ama dedim ya strop gibi bir şey bu. Otuz sene önce onu yapmıştık sonra bunu yaptık sonra da bu. Bitmeyen bir arama süreci ve tiyatronun bir sürü yelpazesinde renk var. Troyalı Kadınlar apayrı bir dildi. Çıktık oradan Inishmorelu ya girdik. Biraz adaptasyon zorluğu yaşıyor insan. Yani kafayı buradan alıp buraya yatırmak zor oluyor ama her ikisinden de farklı hazlar aldım, söyleyeyim yani. Yoksa yani hani bir dönemim benim, uğraştığım bir dönemimde hep yerli oyunlar oldu. Bir süre sonra alan bitti. Bizim yazarlar maalesef çok öykücü. Kusura bakmasınlar ama aynı şeyleri yazıp duruyorlar. Aynı dili kullanıyorlar. Bu defa sen de daraldığını hissediyorsun.
Söyleşi:
www.dogansanat.com/ VİLDAN ŞEN/HİLAL HOŞGÖR