Metin Altıok Şiir Ödülü 28 Eylül Cumartesi günü 20 yıl önce katledilen değerli şairin, yayıncısı Kırmızı Kedi Yayınevi ve ailesi tarafından düzenlenen tören, Akatlar Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. İlki 2008 yılında verilen ödülün bu yılki sahibi seçici kurulun, 2012’de yayımlanmış şiir kitapları arasından başvuru aranmaksızın yaptığı değerlendirme sonucunda ISSIZ adlı kitabıyla genç şair CENK GÜNDOĞDU oldu. Zeynep Altıok‘un incelikli bir sunumla açtığı törende Sivas katliamında yitirilenlere değinildi. Haluk Hepkon ödülü düzenlemekten duyduğu mutluluğunu, Metin Altıok’un şiirimizdeki önemini vurgulayarak dile getirdi. Ardından seçici kurul adına jüri başkanı eleştirmen Doğan Hızlan, ödülün “Güncelliğini yitirmeyen ve yaşadığımız çağda derin izler bırakan evrensel bir gerçekliğin: savaşın, alışıldık savaş şiiri kalıplarının dışında kalarak, şaşırtıcı inceliklerle nasıl yazılabileceğini gösterdiği, toplumcu şiir sayfalarına ustalıkla kattığı dizelerde, insana dair büyük bir ıstırabı dramatik ve neredeyse görsel bir kurguyla verirken zulmü, kıyımı ve acıları, yoğun duygularıyla şiir diline geçirmekteki başarısı için” Cenk Gündoğdu’ya gerekçesiyle verildiğini ifade etti.
Doğan Hızlan‘ın elinden ödülünü alan Cenk Gündoğdu, Sivas katliamının insanlık suçu olduğuna, insanlık suçlarının zamanaşımına uğrayamayacağına değindiği konuşmasında özel tarihinde katliamın yerini çocukluk arkadaşlarını yitirdiğini aktararak bu acının içinden geldiğini ve yakın çevresinde kaybettikleri sebebiyle de ateşin süreğenliğini belirtti. Metin Altıok’un şiirimizdeki ve kendindeki yerinin özel ve önemli olduğunu dile getiren Gündoğdu, ödüllere karşı tavrını vurguladı ve başvurulmadan, şairi incitmeden ödül verilmesi adına onur duyarak ödülü Gezi Direnişi’nde katledilen isimlere ve asimileye karşı kimlikleri için mücadele eden Tuzluçayır halkına adadığını belirterek aldığını ifade etti.
CENK GÜNDOĞDU’NUN METİN ALTIOK ŞİİR ÖDÜLÜ KONUŞMASI
Bugün burada olmak istemezdim. Eminim siz de benimle aynı fikirdesinizdir. Güzün güzelliğini bir cumartesi gününü; dışarda denize bakarak, göğü düşünerek, yollara çıkarak, uzaklara taşarak ya da yarattığınız o ıssızlıkta altını çize çize kitap okuyup kendinize vararak geçirebilirdiniz. Geçirebilirdik. Evet keşke 20 yıl evvel, az önce tanrıya avuç açıp dua eden ellerine benzin bidonları, taş, sopa alan aklı, vicdanı, insanlığı karalar; barış, kardeşlik, dostluk diyen Pir Sultan’ı şehrinde anmak için gelenleri kaldıkları otelde yakmasalardı. ”Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu Sivas’ta yıkılacak” diyenler kul hakkı yemenin en büyük günah olduğunu bilen ve hiçbiri masum olmayan eller, naralarla allah allah sesleriyle aklın almayacağı bir şiddetle; şiir okumak, türkü söylemek, semah dönmek, ozanlar şehrini insanına hatırlatmak için gelen misafire saldırmasaydı. 400 yıl evvel Pir’i taşlayanların zehirli aklıyla yürüyen gözü kanlı kalabalık, o gün de şairlerini yakmasaydı ve ozanlar kenti Sivas, ölü ozanlar şehri olmasaydı… da biz bugün burada bulunmasaydık.
Ve fakat ki tüm bu büyük acılar oldu ve şimdi buradayız. 20 yıl önce sis ve dumanla kaplıyken Sivas, Ankara’da haberi alan pek çok evi de alev sarmıştı. Bu evlerin olduğu mahallelerden birinde geçti çocukluğum, Tuzluçayır’da. Yaşıtım olan arkadaşlarım, abilerim, ablalarım, şenliğe katılmak için folklor ekibiyle memleketlerine gitmişti, büyük bir coşku ile. Önce haberleri geldi yaslı. Sonra ölümleri yanık. Okunan isimlerle neye üzülüp neye sevineceğini bilemeyen çaresiz annelerin, babaların kederini, hiçbir şey anlatamadı. O sıralar yatılı okuldaydım, uzakta. Acıyı duyuyordum ama anlamam çok zordu. Hakk’a inanan, kul hakkının en büyük günah olduğunu düşünen ve dünyayı unutup uhrevi hayat için sınananlar, nasıl olur da camiden çıkıp onlarca insanı, genci, çocuğu acımasızca yakmıştı? Çocuk yaşımdayken cevap bulamadığım bu sorunun yanıtı hâlâ yok bende. İşte 93 katliamı çocukluğumdan bir büyük parçayı eksiltti, is ve yanık kokusuyla. Bugün doğduğum, büyüğüm, çocukluğumun geçtiği sokaklarda o duman, is ve yanık kokusu yitmedi, baskı ve işgal bitmedi. Kendi dilini, kültürünü, inancını yaşamak isteyenlere dayatma, asimilasyon polis şiddetiyle devam ediyor.
Evet, Pir Sultan‘ın hemşerisiyim, Sivas katliamına kadar. Hiç görmediğim memleketim Sivas 1500’lerden beri katliama adrestir. O gün Hızır efendi Pir’i astı, şimdi kara vicdanlılar yazarlarını, şairlerini, sanatçılarını, gençlerini yaktı. O gün Sivas’ta yaşayan, kalabalığa birbirini taşıyan herkes bu katliamdan sorumludur, yargılanmalıdır ve katliam insanlık suçudur, zamanaşımına uğratılamaz. Sivas; sadece sezilen, duyulan bir acı değil, içinden geçtiğim, her daim yaşadığım bir büyük karanlık. Her evde bir bağlamanın asılı durduğu, saz ve sözün eksilmediği, türkülerin, deyişlerin, ağıtların kulağımıza dolduğu bir çocukluktan geçtim. İşte geçtiğim o yerde kaybettiğim arkadaşlarıma, abilerime, ablalarıma gönlüm şiire düştükten sonra akrabam olacak pek çok isim de eklendi: Metin Altıok, Behçet Aysan, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin, Asım Bezirci…
Ödüllerin nesnellikten uzak, dosya, kitap teslimi ile hediye biçiminde sırayla dağıtılması, ödül verilenle alanın politik/poetik bağının olmaması, endüstriyel bir yanının bulunması beni karşısında mesafeli durmaya, tavır almaya götürdü. Ödüle karşı yazı yazdım, dergide dosya hazırladım, sert sözler söyledim. Pek çok şair ödülün gölgesinde boğuldu, kayboldu ya da kibriyle zehirlendi, bunu da gördüm. Ödülün hep şiire zararla vardığını gözlemledim. Sanatın yarıştırılamayacağını düşünüyorum, yazmaktır en büyük ödül ve burada totolojinin doğruluğuna inanmıyorum. Ayrıca hiçbir ödül öznel ilişkilerden bağımsız değildir, bunu da iyi biliyorum.
Ödülsüz olmanın ödüllü olmaktan daha kıymetli sayıldığı yerde başvurulmadan, katılmadan, kapı çalmadan kıymet verdikleri için teşekkür ederim. 20 yıl evvel devlet eliyle kara vicdanlı insanlarca katledilen şiirimizin değerli bir şairi adına düzenlenen bu iyi niyetli girişimi, ilk dizesini okuduğumdan beri büyük bir şiirle karşı karşıya olduğumu fark ettiren Metin Altıok’la beni yan yana getirdiği için onur sayarım.
Edebiyat büyük bir akrabalık vaat ediyor. Hiç tanımadığınız birine sözcüklerle bağlanıyorsunuz. Bir yakınlık duyuyor, kuruyor ve hiç susmayacak kadar çok şey paylaşabiliyorsunuz. İşte Metin Altıok; dünyayı kavradığı yer, şiir üzerine düşünme, görsel bir akla sahip olma, güzel sanatlarla yakın ilişki, tiyatroya bağlılık, piyes yazma ve lirik, hümanist bir bakışla şiirini kurma noktasında yakınlık içinde olduğum bir isimdir. Yıkılan gecekondulara bakışıyla, bir sevgilinin gidişiyle, kederiyle, gezginliğiyle, özlemiyle, derin yalnızlığıyla, anlam düzeyi, gözlem gücü ve felsefesiyle öznesi ben olan ama biz dediğini de hayatın içinden geldiği her çalışmasıyla ortaya koyan bir büyük şiirin sahibidir Altıok.
Sivas katliamında akılda kalan fotoğraflardan biri de merdivende üç şairdir. Dışardaki kalabalık naralar atarak oteli taş yağmuruna tuttuğunda bir şeylerin değişeceğini endişeli bir biçimde bekleyen o üç şairden biri, karamsarlıkla ”olaylar büyür de birimize bir şey olursa ne yaparız?” diye sorunca, Metin Altıok ”Kalanlar ölenler için şiir yazar” der. Keşke bugün giden değil kalan olsalardı da biz başka bir yerde Metin Altıok’un yeni çıkan kitabını, Behçet Aysan’ın şiirini, Hasret’in türkülerini, Nesimi Çimen’in, Muhlis Akarsu’nun deyişlerini, Asım Bezirci’nin eleştirisini paylaşsaydık… Keşke bu katliam olmasaydı da bugün başka bir şey için başka başka yerlerde buluşsaydık.
Şiirin enginliği bize acıyı kucaklamayı, barışı sahiplenmeyi, hayata sarılmayı, dünyayı güzelleştirmeyi işaret eder, düşmanlığı değil. Bu yüzden sözlerim zulm, ve kör ölüm karşısında hafızadır, ölümlerin hatırasıdır ve zalime tavırdır. Katledilen bir başka şair Jose Martin için yazdığım bir şiiri Jose’nin Göğü’nü paylaşarak teşekkürlerimi sunuyorum. Ve bu buluşmayı; Gezi Direnişi’nde devlet eliyle katledilen gençlere ve hayatlarının, kültürlerinin asimile edilme işgaline karşı direnen Tuzluçayır halkına adıyorum.
Jose’nin Göğü’nü; Asım’ın, Behçet’in, Metin’in, Hasret’in göğü olarak düşünelim isterim…
josê’nin göğü
bir düzlükte vurdular gençliğini
çayırların tutuştuğu ateşle
işte orada, o sebepsiz kıraçta
bir çığlığa sustum
bir geceye söndüm
sonra ilerleyen pazar
durmadan kararan kanla
beni kendine kattı
ah o zalim derinlik
üzdün gözlerimi, yalnız
bi vakit bir düzlükte bulundum
oysa eriyip gitmek isterdim
atınla yazılmış o ıssızlığa
kanatlarıyla geçtiğin rüzgâra
bir çiçeği savunmanın sesi,
ellerinle dokunmak için
dünyaya nişanlanan isyana
taşıdın kendini o büyük sonsuzlukla
bir düzlüğün bir dağı geçişi
bu olmalı işte korkunç büyük yenilmek
dört nala göğü boşaltmak
jozê, bu yazı bir gençlikte anlatılmaz
Cenk Gündoğdu