SABİT DOĞAN
SABİT DOĞAN

Tiyatro Ak’la Kara kısa zamanda İstanbul’un önde gelen tiyatroları arasında yerini buldu. Değişik tarzda oyunlarıyla bir repertuar tiyatrosu oluşturan topluluk bir yandan Cyrano de Bergerac’ı bir yandan da Woody Allen’in ‘Tanrı’sını, Ahmet Ümit’in ‘Aşk Köpekliktir’ini sahneliyor. Tiyatronun kurucularından Savaş Özdural ile tiyatronun serüvenini, oyunlarını ve yeni oyunları Cyrano de Bergerac’ı konuştuk. Elbette tiyatro dünyasındaki son günlerdeki gelişmeleri de…

 

Tiyatro Ak’la Kara kısa zamanda İstanbul’un önde gelen tiyatrolarından biri oldu. Bu başarıyı neye borçlusunuz?

Tiyatro serüvenimize seslendirme çalışmalarını birlikte yaptığımız Kerem Kobanbay ile birlikte başladık… Ben 1992’de, Kerem 1996’da Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bitirdik. Sonra seslendirme çalışmalarına başladık. 2002’de elimizi taşın altına koyarak tuğlaları üst üste dizerek kendi seslendirme şirketimizi kurduk. 13 yılda onlarca müşterisi olan bir kurum olduk. Doğrusu çok fazla tiyatroya zaman ayıramadık, seslendirme ve tv-dizi oyunculuğu zamanımızı aldı. Her alanında çalıştığımız için insanların nelerden mutlu olduklarını artı ve eksileri ile biliyorduk. Bu sistemle çalışmak bizi başarıya ulaştırdı. Keremle birlikte işin tamamen içinde olmamız önemli etkendir.  Amacımız tüm kadronun kendisini rahat hissedeceği iyi imkanlara sahip bir tiyatro oluşturmaktı.  Kadıköy’deki sahnemizi bulduk. 3 aydan uzun süren birtadilattan sonra 2011 Ekim’de ilk kez perde dedik.

 

13 yıllık bir çabayla elde ettiklerinizi tiyatroya yatırmak riskli değil mi?

Hayır. Doğrusu birikimlerimizin hepsini yatırmadık. Kredilerle masraflarımızı finanse ettik. İkinci yıldan itibaren kredileri ödeyerek yavaş yavaş masraflarını karşılamaya da başladık. Zaten amacımız tiyatrodan para kazanmak değil. Önemli olan insanların bu çatı altında güzel ve mutlu bir şekilde tiyatro yapması. Gelen seyircilerin ferah ve rahat bir ortamda mutlu olması ve güzel oyunlar oynaması… Birçok sanatçıyla çalışalım, farklı alanlarda oyunlar çıkarıp bir repertuar tiyatrosu olalım, diye çalıştık. Kurumsal olarak başarılı da olduk. Bu süreç bizi mutlu etti, bu işi severek ve ciddiyetle yaptığımız için bu olumlu hava seyirciye yansıyor. Seyirci de oyunlarımızdan mutlu ayrılıyor.

 

Oyunlarınızı neye göre seçiyorsunuz? Bunda seyirci kaygısının payı ne kadar?

Komedi ile başladık. Seyirci komediyi seviyor. 3-4 oyun yapıyorsanız repertuar tiyatrosu olmayı hedefleyen tiyatro olarak içlerinden hiç olmazsa birinin komedi olmaması saçma olur. Hep yeni oyunların peşinde olduk. Komedileri seçerken mümkünse Türkiye’de hiç oynanmamış veya çok uzun zaman önce oynanmış oyunlardan seçiyoruz. Mesela ilk sene Ray Cooney oynadık. Belki Türkiye’de çok oynanmıştır ama seçtiğimiz oyunu hiç oynanmamıştı. İlk sene ‘Tom, Dick ve Harry’i oynadık ve bizden sonra diğer tiyatrolar fark edip oynamaya başladılar. Polisiye çok uzun zamandır sahnelenmiyordu. İlk sene Agatha Christie’den ‘Fare Kapanı’nı yaptık… Bu alanda çok az deneme vardı. Bu yıl da Ahmet Ümit’in çıkarak  ‘Aşk Köpekliktir’ oyununu sahneliyoruz.  Çok ilgi çeken bir oyun. Başka tarzlar da denedik. Yine ilk sene bir illüzyon tiyatromuz vardı. Sahnede bir hikâye anlatılırken, bir illüzyon gösterisi sunulur. Oyunun dramı illüzyon gösterisinin içine yerleştirilmiştir. o da seyircinin ilgisini çekti ve büyük ses getirdi.

-b

Bu seçimleri yaparken kendinize bir seyirci kitlesi belirlediniz mi? Tiyatromuza şu tarz oyunları tercih eden seyirciler gelsin, dediğiniz oldu mu?

Tiyatroyu seven herkes bu salona gelsin. İster komedi, ister dram… ‘Cyrano de Bergerac’ gibi bir klasik ya da ‘Dracula’ gibi bir korku… Farklı deneysel işler arayanlar da gelsin. Yani tiyatro zevki ne olursa olsun Ak’la Kara Tiyatrosu’nda aradığını bulabilsin. Onun için geldiğinde ve çok da sevdiğinde bir başka oyuna da bilet alıyor.

 

Oyun içeriğinde nelere dikkat edersiniz?

Doğrusu ekibimizin içine sinmeyeceği oyunlardan kaçınıyoruz. Onun dışında bir çok birbirinden zıt konulara sahip oyunları da oynadık. Sadece sahnede küfür kullanımına karşıyız. Oyun böyle gerektiriyor fikrine de katılmıyorum. Sahnede 10 dakika küfür ettirmeden de vermek istediğini verebilirsin. Bizim için kaliteli ve seviyeli ne ise onu sahneye koymaya çalışıyoruz. Biz tiyatroya gittiğimizde bir şeyden rahatsız olacaksak aynı şeyi burda yapmıyoruz. Oyunda seçtiğiniz karakter önemlidir. Öyle bir karakter seçersiniz ki o kişinin sorunu aslında toplumun sorunudur. Ama öyle bir marjinal karakter de seçersiniz ki o da toplumda belirli bir kesimin sorunudur. Geniş bir toplumun sorunu olan şeyler hiçbir zaman marjinal şeyler değil. Anlattığınız hikâye bazen istediğiniz çarpıcılığı yakalamayabilir.

 

Son yıllarda yoğun bir şekilde karşımıza çıkan ‘in your face’ oyunlar hakkındaki düşünceniz….

Biz hep bizden 50 yıl önceki insanların yaptıklarını yapmaya çalışıyoruz. Oysa Avrupa’da ‘in your face’ akımı çoktan bitti ve başka bir akıma girdiler. Klasikler ne zaman yapılacak.

 

Alternatif tiyatroların seyircileri size geliyor mu?

Geliyorlar. Geliyorlar tabii. Ben tiyatro seyircisinin tek bir tarz oyun seçip ona gittiğini düşünmüyorum. Tiyatro seyircisi iyi oyunu her yerde bulup gider. Onlar bize alternatifse biz de onlara alternatifiz.

 

Bir sanatçının adını taşıyan tiyatrolar hakkında ne düşünüyorsunuz? Onların sürekli bir seyircisi vardır, sizin de bu tür fan’larınız var mı?

İsim tiyatroları günümüzde de var. Tiyatroyu açtığımızda Kerem Kobanbay ile benim en büyük dezavantajımız tanınmış bir isim olmayışımızdı. Yani kimse Kerem Kobanbay oynuyor ya da Savaş Özdural oynuyor diye gelmedi tiyatromuza. Ama oyunlarımız oturdukça bizim seyircimiz kendi kendine oluştu. Şunu da eklemeliyim: Her oyunu da biz oynamıyoruz. Mesela ‘Aşk Köpeklik’tiri ben yönettim,  ama oynamıyorum. Kerem’de ‘Tanrı’yı yönetti ama onu bambaşka bir ekiple  oynuyor.  Bizim çok içinde olmadığımız belki sadece yönettiğimiz hatta yönetmenliğini bile yapmadığımız oyunlar da var. ‘İsim tiyatrosu’ olmadık açıkçası.

toplu

Yeri gelmişken sorayım: Rol dağılımlarını neye göre yapıyorsunuz? 

Az oyuncu ile oynayalım masraftan kısalım, gibi bir derdimiz yok açıkçası. Oyuncu kadrolarımız genelde kalabalıktır. En az kadrosu olan oyunumuz ‘Aşk Köpekliktir’ beş kişi. Cyrano 16 kişi, ‘Arsız Davet’ 7, ‘Tanrı’ 10 kişi… Elbette bu kırk kişilik oyunlar yapabiliriz demek değil. Bunun nedini sahnemizin küçük oluşu. Sahnemiz büyük olsaydı belki daha büyük prodüksiyonlar müzikaller yapabilirdik. Her sene devam eden oyuncularımız olmasına rağmen kadrolarımız da değişiyor. Belli bir kadromuz var ve hep onlarla oynamalıyız gibi bir derdimiz de yok. Seslendirmeden gelen bizden büyüklerden, dönemdaşlarımızdan oluşan geniş bir ailemiz var. Onlarla kuvvetli bir bağımız olduğu için başarılı sanatçılarla çalışmamız çok zor olmuyor. Devlet Tiyatroları’ndan, Şehir Tiyatroları’ndan, özel tiyatrolardan da arkadaşlarımız olduğu için oyunlarımıza başarılı kadrolar kurabiliyoruz.

 

‘Cyrano de Bergerac’a gelelim: Önce, yüzyıllar öncesinin bu romantik yapıtını seçme nedenizi sormak istiyorum.

Benim konservatuara girişimrden beri hayalimdeki oyun olduğunu söyleyebilirim. Çünkü o ünlü tiradını konservatuara girişte okumuştum. Tiyatroyu kurduktan sonra iki üç yıl geçtiğinde artık zamanı geldi diye düşündüm. Çok genç ve çok yaşlı yaşlarda da oynanmazdı. Belki de tam oynayacak bir yaştaydım. Bir cesaretle işe giriştim… Kerem Kobanbay, Atilla Şendil çok destek verdi. Uzun bir süre metni çalıştık. 40 kişilik bir kadroyu 16 kişiye indirdik. İşin en zor yanı buydu. Yönetmenimizle uzun süre üzerinde çalıştık. İşin özünden hiç vazgeçmedik ve çok da öyle kısaltmadık. Üç ay da eskrim dersleri aldık.

röportaj portre

O sahneler çok beğenildi zaten.

İyiyidi çünkü söylediğim gibi çok çalıştık. Her zaman konservatuarda ders aldıklarını söyleyip bunu aramızda hallederiz diye geçiştirirler.

 

Orijinal metni ve kurgusunu değiştirmeyi düşündünüz mü?

Açıkçası ben klasik oyunlarda çok tutucuyum. Henüz bir Londra olamadık. Aynı oyunun bir sezonda onlarca çeşit farklı versiyonları olabiliyor. Çünkü gelen seyirci oyunun zaten özünü bilip geliyordur. Bizde malesef bu mümkün değil. Örneğin Cyrano en son 2002’de yani 12 sene önce sahnelenmiş, oyunun metnini kitap olarak kaç kişi okumuştur ki… Çoğu hikâyeden habersiz. Ama her sene oynanan bir oyundur, seyirci olayın akışını biliyordur, o zaman değişik versiyonunu da sahnelemek isteyebilirsiniz.

 

Cyrano’nun daha yaşlı olması gerekmez mi?

Oyun beş tablo dersek, ilk dördü 40’lı yaşlarda. Bir tek son perde de 55 yaşlarındadır. 50-55 yaşındaki birisi de belki ilk sahnelerdeki kılıç sahnelerinin altında kalkamaz. Bence dört tablo eğer kırıklı yaşlarda ise öyle tutmakta yarar vardır. Çünkü 25 dakikalık bir tablo yaşlı halini oynayacaktır.

 

Son sahne biraz uzun sürmüyor mu?

Cyrano’nun bir trajedisi var. 14 yıl boyunca her cumartesi sevdiği kadına bir dost olarak eşlik etmek gibi bir gelenek oluşturmuş. Bir tür sohbet arkadaşlığı, gönül yoldaşlığı diyelim. Bir kadına, sevdiği adam ölmüş olsa bile “seni seviyorum” diyememenin bir trajedisi var. 14 yıl sonra “söyleyeceksem o bugün, yoksa yarınım yok artık” diyor. Cumartesi günü ziyaretlerini hiç kaçırmamış o öleceği günde kaçırmaması gerektiğini düşünüyor. Yapmak istediği şey dostunun yanında olmak, öleceğini belli etmeden. Becerebilirse akşam evinde ölecek. Belki geldiği zaman bile her şeyi anlatmayı düşünmüyor. Beklediğinden daha çabuk ölüm onu yakalıyor. Bir ara kafasında meydana gelen bir kanamanın etkisiyle bilinç altı dışarı çıkıyor ve her şeyi anlatma gerekliliği duyuyor. Mektubu okurken kendini tutamıyor ve ezbere okumaya başlıyor. Roxsane her şeyi anlıyor.

raxcan ile birlikte

Roxsane sizce nasıl biri?

Çok genç ve çok hoppa bir kız, lay lay lom yaşıyan bir kadın. Zaten o dönemlerde pek çok kadın öyle yaşıyor. İş yok güç yok, balodan baloya koşan bir tip.  Aslında arkadaş ortamı içersinde aşkını anlatıyor. Yardımcıları ile bunları paylaşmıyor. Uzaktan uzağa genç yakışıklı birisini görüyor ve “aa evet ben buna âşık olayım” diyor. Cyrano’nun yazdığı mektuplardan sonra olgunlaşmaya başlıyor. Ancak o zaman hayata dair bazı şeyleri görüyor. Sadece aşkları değil acıları da, o dönemde yaşanan savaş koşullarını, açlığı, mücadeleyi, korkuyu, hepsini beraberinde görüyor. Savaş sahneleri aslında biraz da Roxane’a hayatın gerçek yüzünü de göstermiş oluyor. Hayatın tasvirlerini düşünmeye başlıyor. Kitap okuyan bir kız ama okuduklarıyla yüzleşememiş biri. Hayat hakkında düşünmeye başlıyor. Ve aslında Cyrano’ya âşık oluyor. Sadece aşkının adının Christian olduğunu zannediyor. Cyrano’nun dünya görüşüne, pervasızlığına, haksızlıklara karşı çıkışlarına, cesaretine âşık oluyor. Christian’a ezberlettiği, yazdığı cümlelerde bunların hepsi var. Bir Cyrano karakterinin başka bir görünümüne âşık. Büyüyor evleniyor ve bir akşam kocası askere gidiyor ve o öldükten sonra da kendini manastıra kapıyor ama Cyrano ile büyümeye devam ediyor. Hoppa bir kız olarak başlıyor sonlara doğru olgun karakterli ayakları yerlere basan ağır başlı birisi haline dönüyor.

 

O yıllarda aşkın yaşanma ve ifade etme biçimini ele aldığımızda bu zamanla karşılaştırırsak. Örneğin o zamanlar mektuplar vardı. Ve bu aşk mektupları ne pahasına olursa olsun sevgiliye iletiliyordu. Savaşlarda bile. Günümüzde internet aşklarını ele aldığımızda o aşk dizelerinin yazılmadığını görüyoruz…

O duygularını yazıya dökenler azınlıkta ama halen var. Mesela ben onlardan biriyimdir. Belki postaneden mektupla değil ama duygularını düşüncelerini maillere uzun uzun yazan insanlar halen var. Oyun aslında bir parça orta yaşta veya orta yaşın üstündeki kuşakta “evet ya biz gençliğimizde böyle yaşamamıştık. Aşk böyle bir şeydi.”  Genç kuşakta ise “evet aşkın böyle olması gerekiyor. Ya iş böyle olduğunda da keyifli oluyor. Demek aşk böyle de yaşanabilir”i düşündürüyor… Seyircilerimizin arasında 20-22 yaşlarında olanlar da var. Roxsane’nın gençliğindeki gibi laylaylom yaşayan seyircilerimiz, oyunu izledikçe etkilenmeye başlıyorlar. Bizim salonumuzun en önemli özelliği sahneden seyirciyi çok iyi gözlemleyebilme fırsatını vermesi. Seyircideki değişimi çok kolay görebiliyoruz. Onun için o yaş kuşağının ailenin ısrarıyla gelmesi ve oyunu izledikçe “aa bak neler oluyor, ne kadar enteresanmış” demeye başlıyorlar. Hiç biri sıkılarak ayrılmıyor. Demek ki metin halen geçerliliğini koruyor. Demek ki o yaş grubu da keyfini alabilir. Demek ki metni doğru iletebiliyoruz.

röportaj-4

Turne programınız var mı?

Tiyatro oyunlarının dolaşması seyirci sayısını artırdı. Biraz seyirciyi tembelleştirdi ama daha çok insana izleme imkanı doğdu. Örneğin bizim oyunumuza Bakırköy’deki bir seyircinin gelip gitme şansı yok. Trafik zaman vs. Saat sekiz buçukta burda olmak için altıda evinden çıkmak zorunda kalacak, o zaman bile yetişme şansı olmayabilir. 22:30’da çıktığını düşünelim, saat kaçta evine varacak. Bizim oralara gitmemiz ve onlarla buluşmamız çok daha kolay. Şimdilik Cyrano’yu Kırklareli ve Beylikdüzü turnelerimiz kesin, bir yandan üniversitelerle bağlantıya geçtik, oralarda oynamak istiyoruz.

 

Geldiğimiz süreç itibariyle, tiyatro sayısındaki artış ve salon bulma zorluğu açısından bakacak olursak: Konservatuarlardan çok sayıda yetenekli genç mezun oluyor. Tiyatro yapmak istiyorlar. Tam anlamı doanımlı bir tiyatro salonları yok. Hepsi kendi imkanlarını zorluyarak bişeyler yapmaya çalışıyor. Çok sayıda ve çok farklı noktalarda tiyatroların olmasını rekabet açısından değerlendirecek olursak?

Çok fazla topluluk, çok fazla tarz var. İşini iyi yapan herkes seyircisini buluyor. Bundan da çok memnun oluyoruz. Çünkü tiyatro bir defa alınacak bir şey değil. İnsanlar her iki haftada bir tiyatrıya gidebilirler. Onları izlemek demek beni izlemeyecek demek değildir. Aksine tiyatro zevki artacak ve perçinlenecektir.

 

Şu anda repertuarınızda çok farklı tarzlarda oyunlar var. Günün birinde belirli tarzda kalmayı düşünüyor musunuz?

Burada önemli olan farklı tarzlarda oyunlar veya aynı tarzda oyunların oynanıp oynanmaması değil. İyi oynamak. Alternatif veya klasik oynayanlar veya hepsini de oynayanlar iyi yapsınlar. Ama maalesef bu çok sayıda tiyatro içinde işini iyi yapmayan demeyeceğim çünkü herkes işini elinden geldiğinde iyi yapar. Ama işine saygı duymayan gruplar veya bireyler olunca sorunlar ortaya çıkıyor.  Dekora masraf yapmayayım, turneye rahat çıkabileyim diyerek, masraftan kısıp çok para kazanmayı hedefleyerek tiyatro yapılmaz. Bu bana mesleğe ihanet gibi geliyor. Bence onlar tiyatro yapmasınlar.

röportaj-5

Ödenekli tiyatrolarla özel tiyatrolar arasında haksız rekabetin olduğunu düşünüyor musunuz?

Sonuçta özel tiyatrolar tiyatrolarını kurduklarında Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları vardı. Onlara rağmen kurdular. O yüzden “haksız rekabet” ifadesini asla kullanmam. Ödenekli tiyatroların ucuz bilet satmasına gelince onların görev ve sorumlulukları farklıdır. Diğer tiyatroların prodüksiyon olarak yapamayacağı veya gişe kaygısından dolayı oynayamayacağı oyunları sergilemeli. Ve gişe kaygıları da olmamalı. Ama gişe kaygısı olmadan da 30 liraya bilet satmanın anlamı yok. Asıl sorun seyirciye izlettirmek. Bunu bedava da parayla da yapabilirsin. Bedava yaparsan insanlar bu sefer değersiz görürler. Toplumsal sorumluluğu üstlenmiş oluyorlar bence.

 

Devlet ve Şehir Tiyatrolarının özelleşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Özerkleşmesi ama özelleşmemesi gerekiyor. Kendi bünyesinde karışılmadan, baskı yapılmadan repertuarına karar vermelidir. Devletin parası ile desteği ile yapılıp özgür bırakılmalı. Eğer özelleştirip siz işinizi gişeden götüreceksiniz derseniz o zaman olmaz. O zaman onlar da Cyrano’yu 16 kişilik yapar, 35 kişilik yapamaz. O zaman beş defa daha düşünmek gerekir. ‘Üç Kızkardeş’i sahneye koyarken seyirci bulur muyuz diye düşüneceklerdir. Oyun Ankara, İstanbul gibi merkezi bir noktada üretilip devletin desteği ile repertuar seçimleri özgür bırakılarak Anadolu’yu dolaştırılabilir. Böylece Anadolu’daki insanlar daha çok oyun izler. İstanbul’da genç oyuncu  yaşlı oyuncu bulunamıyor. Ben başındayım ben böyle oyun istiyorum demekle olmaz.

RÖPORTAJ: SABİT DOĞAN

www.dirensanat.com

* Her türlü hakkı dirensanat’a aittir.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.