Her yıl olduğu gibi bu yıl da 27 Mart Dünya Tiyatro Günü nedeniyle bildiriler yayınlandı. Uluslararası Bildiriyi Güney Afrikalı, yazar, yönetmen ve tasarımcı Brett Bailey, Ulusal Bildiriyi ise Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI)-UNESCO Türkiye Merkezi İcra Komitesi tarafından yayınlandı. Ayrıca Yücel Erten de bir alternatif bildiri kaleme aldı. Her üç bildiriyi okurlarımıza iletirken, tiyatromuzun yaşadığı karmaşayı en kısa zamanda atlatıp daha huzurlu, istikrarlı günlere kavuşmasını diliyoruz.
ULUSLARARASI BİLDİRİ
Brett Bailey
Türkçeye aktaran: Refik Erduran
Bastırılması olanaksız Gösteri Ruhu insanların toplandığı her yerde açığa çıkar.
Ufacık köylerin ağaçları altında, küresel metropollerin yüksek teknik donanımlı sahnelerinde; okul salonlarında ve tarlalarda ve tapınaklarda; kenar mahallelerde, kent meydanlarında, toplantı merkezlerinde ve yoksul bölgelerin bodrum katlarında insanlar türümüzün karmaşıklığını, çeşitliliğini, kırılganlığını kanlı canlı varlıklarıyla, nefesleriyle, sesleriyle dile getirerek sohbet etmek için yarattığımız kısacık ömürlü tiyatro dünyalarında birbirlerine sokulurlar.
Toplanmamızın hedefi ağlamak ve anımsamaktır; gülmek ve düşüncelere dalmaktır; öğrenmek, onaylamak ve hayal etmektir. Teknik hünerlere şaşıp kalmak, tanrıları canlandırmaktır. Güzellik ve şefkat, canavarlık yaratma gücümüz karşısında hayranlıktan hep birlikte soluksuz kalmaktır. Oralarda enerjimizi artırmak ve daha da güçlenmek için toplanırız. Değişik kültürlerimizin zenginliğini kutlamak, bizi bölen sınır çizgilerini eritmek için.
Bastırılması olanaksız Gösteri Ruhu insanların toplandığı her yerde açığa çıkar. Ortak özelliklerden kaynaklanır, değişik geleneklerimizin maskelerini takınır, kılıklarına bürünür. Dillerimizi ve ahenklerimizi ve el hareketlerimizi hizmetine alır, topluluğumuzun ortasında bir ortak boşluk yaratır.
Ve bizler, o kadim ruhla işbirliği yapan sanatçılar, onu kalplerimize, düşüncelerimize ve gövdelerimize sindirerek benimsemek zorunda kaldığımızı hissederiz. Öylece gerçeklerimizi bütün olağanlıkları ve pırıl pırıl gizemleriyle açığa vurmuş oluruz.
Gelin görün ki şu çağda milyonlarca insan hayatta kalmak için çabalamakta, baskıcı düzenlerin ve yırtıcı kapitalizmin pençesinde acı çekmekte, çatışmalar ve cefalardan kaçışmakta; özel yaşantımıza gizli servisler burunlarını sokmakta ve sözlerimiz mahremliğe saygısız hükümetlerce sansürlenmekte; ormanlar bitirilmekte, canlı türleri yok edilmekte, okyanuslar zehirlenmekte; açığa vurmak zorunda kalacağımız ne var ki?
Bu dünyada güçler eşit değil. Değişik egemenlik düzenleri tek ulusun, tek ırkın, tek cinsin, tek cinsel tercihin, tek dinin, tek ideolojinin, tek kültürel çerçevenin ötekilere üstün olduğuna hepimizi inandırma çabasında. Böyle bir dünyada sanatlarla toplum gündemleri arasındaki bağların koparılması için direnmek gerçekten savunulabilir bir tutum mudur?
Bizler, arenaların ve sahnelerin sanatçıları, piyasanın kendi işine gelen siparişlerine uymakta mıyız? Yoksa elimizdeki gücü sağlamca kavrayarak toplumun kalbinde ve kafasında temiz bir yer açıyor, insanları çevremizde topluyor, onları esinliyor, büyülüyor, bilgilendiriyor, öylece bir umut ve açık yürekli işbirliği dünyası yaratıyor muyuz?
ULUSAL BİLDİRİ
ITI-UNESCO Türkiye Merkezi İcra Komitesi
ITI-UNESCO Türkiye Merkezi İcra Komitesi
Doğada kavga vardır. Çıkarları bağdaşmayınca çatışır bireyler ve sürüler. Öyle bir uyumsuzluğun yol açmadığı dövüşlerse hastalıkların belirtisi olabilir.
Uygarlaştığı umulan dünyamızın birçok bölgesini yazık ki öyle illetler cehenneme çevirmekte. İnsanlar hiçbir çıkar çatışması olmadan da birbirlerini “öteki” görerek saldırıya geçebiliyor hâlâ.
O açıdan toplumumuz ne durumda diye soruyoruz kendimize. Pek sağlıklı görünmüyor. Sınıfsal karşıtlıklar ya da başka somut bağdaşmazlıklardan kaynaklanmayan anlamsız kutuplaşmaları aşamadık. Birlikte sorun çözülebilecek yerde bile birbirimizi sorun yaptığımız, el ele vereceğimize gırtlak gırtlağa geldiğimiz oluyor. Birbirine düşmanlaştırılan kesimler “kaba cahiller” ve “vesayetçi beyazlar” gibi yaftalarla “ötekini” karalama yarışında.
Bu marazın devası empatidir; kendini karşıdakinin yerine koymak, onun duygularını paylaşmak, davranışlarının nedenlerini anlamaya çalışmak… En etkili yoldan sanat sağlar bunu. On konferansla öfkesini yatıştıramadığınız hasmın gönlünü bir güzel şarkıyla kazanabilirsiniz.
Empatiye en çok yer veren sanat dalı da tiyatrodur. İnsanı insana insanla anlatan sanat diye tanımlanır. Gelişmiş ülkelerde devlet o nimetten yararlanır, tiyatroyu destekleyerek toplum huzuruna ve hoşgörü ortamına katkıda bulunur. Türkiye de o bakımdan gelişmiş ülke: Uzun geçmişe sahip, öyle katkıları kamu desteğiyle sağlamış ve sağlamakta olan kurumlarımız var.
Bir süredir o alanda tasarlanan yeni girişimler tartışılmakta. Şu koşullar gözetilirse çok hayırlı sonuçlar alınacağı kesindir:
Ödenekli tiyatrolarımız bir kere yitirilirse bir daha elde edilmesi yıllar sürecek yetenek, eğitim ve deneyim birikimleri içeriyor. Aksayan yanları düzeltilerek verimleri artırılmalı ancak söz konusu kültürel hazinemizin yok edilmesi gündeme bile gelmemelidir.
Özel tiyatro kesimimiz çok cılızdır. Tasarlanan yeni kurumun başlıca işlevi o alanda geniş ve hızlı gelişme sağlamak olmalıdır.
Sahne sanatlarının yönetimi uzun süreli meslek yaşamıyla kazanılabilen “kulis bilgisi” gerektirir. Yeni kurumun hazırlanmasında da, işletilmesinde de ağırlık tiyatro icracılarında bulunmalıdır.
Tartışma aşamasında onlara da, yetkililere de empati ve başarı dilekleriyle, hepimizin 27 Mart günümüzü kutlarız.