18. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nde “Türk  tiyatrosuna katkıda bulunmuş kişilere verilen” Yapı Kredi Özel Ödülü Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu’na verildi. Zehra İpşiroğlu’nun törene katılanlar tarafından uzun süre alkışlanan ödül konuşmasını sunuyoruz.

zehra-ipsiroglu

Yapı Kredi Afife  Ödülleri’nde  bana  Özel Ödül verilmesi tiyatroda düşünselliğe,sorgulamaya,eleştirilmeye ne kadar değer verildiğini gösteriyor. Teşekkür ederim. İstanbul Üniversitesinde Dramaturgi ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü’nü kurduğumdan bu yana tiyatronun çeşitli alanlarında etkin olan, ürünler veren,araştırmalar yapan, eleştiriler yazan oyuncu ve yönetmen olarak yaratıcılık kadar düşünselliği de önemseyen yepyeni bir kuşak yetişti ki,  bu da benim en büyük ödülümdü zaten. Bunun değerinin bilinmesi beni çok duygulandırdı.

 

Sorgulama ve eleştirme yaşamımızın her alanında  belki de her zamankinden de daha çok anlam kazanıyor günümüzde. Tiyatro da bundan payını fazlası ile alıyor. Bugün önemli bir yol ayrımındayız. Sansürlenen, cezalandırılan, hırpalanan tiyatro nerede duruyor? Iktidarın suyuna mı gidiyor yoksa tüm gücünü ve yaratıcılığını kullanarak insan haklarına saygılı,demokratik bir toplum için mi savaşıyor?

 

 

Bertolt Brecht ‘Aklayıcılar Kongresi’nde aydınların kendi birikimlerini, düşünme yetilerini ve yaratıcılıklarını bilinçli bir biçimde kötüye kullanımlarını Tui tipleri ile anlatır. Tui’ler kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmezler. Beynini satan Tui’leri besleyen konformizimdir. Direnen ya da medeni cesaret gösteren  aydınların tersine rüzgar hangi yöne esiyorsa o yöne savrulurlar. “Vatan Millet Sakarya” edebiyatı, muhafazakar değerler, aile kültürümüz, tarihsel değerlerimiz vb. kavramlar dillerinden düşmez. Söz gelimi kadını ikinci sınıf bir varlık olarak gören ve sınırlayan muhafazakar bir eğilim varsa Tui’ler de hemen bu zihniyeti bire bin katarak kanıtlamaya çalışırlar. Tui’ler kadın bile olsalar kadını aşağılayan görüşleri savunmaktan bir an bile  çekinmezler.

 

Günümüzde görselliğin ağırlık kazanmasına karşın yine de dile dayanan sanatlarda, yani edebiyatta, tiyatroda dil uygarlığının önemli olduğuna inanıyorum.

 

“Dil gizemli, çok anlamlı ve sinsi bir göstergedir”  diyor Vaclav Havel. “Karanlıkta parlayan bir ışık olabileceği gibi, ölümcül bir ok da olabilir….. İçerdiği özgürlik duygusu ve gerçekliliği ile toplumu etkisi altına alabileceği gibi, aldatıcılığı  ve fanatiz mi insanı hipnotize ederek ölümcül tehlikelere de yol açabilir.

Havel, başka bir konuşmasında ise sözlere duyulan kuşkunun olumsuz olanı önlerken aşırı güvenmenin felaketlere yol açabileceğine değiniyor… ve kendi toplumunun  yaşadığı  uzun ve baskılı dönemin sonucunda ideolojik deyişlere, kalıplaşmış laflara, insanın duygularını hedef alan aldatıcı, tatlı sözlere, demagojiye karşı bağışıklık kazandığını vurguluyor. Eleştirel düşüncenin yeterince kök salmadığı, dilin hipnotizma edici gücüne karşın bağışıklığın henüz kazanılmamış olduğu ülkemizde ise Havel’in sözünü ettiği ölümcül tehlike ile her an burun buruna yaşamaktayız.

 

Evet, dilin nasıl bir güdümleme aracına  dönüştüğünün, nasıl beyin yıkadığının bilincine varmak tiyatroda da yaratıcılığın yollarını açacaktır. Yaratıcılığın en verimli bir biçimde yeşerdiği dönemler de bildiğimiz gibi baskılı dönemlerdir.

Nazım Hikmet “Şişen kurbağalar, aslan postu giymiş eşekler, filan hayvanat bahçelerine düşecek” diyordu. ‘İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu’ adlı oyununun girişinde.

Tui’lerin iç yüzünün ortaya çıkmasının ve kurbağaların patlamasının bizim elimizde olduğuna yürekten inanıyorum. Çünkü umut var, yeterki yaratıcılığımızı, sorugulayıcılığımızı ve eleştirel gücümüzü kullanabilelim. Taksim Gezi olayları bir ilk adımdı, belki de bir işareti sadece… Devamı gelecek. Ve bu süreçte tiyatronun da payı büyük olacak… Buna inanıyorum.

 

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.