Türk tiyatrosunun can damarlarından biri koptu. Yalnız Türk tiyatrosunda değil, dünya tiyatrosunda bile eşine az rastlanır, eşi bulunmaz bir sanatçıydı Nisa Serezli
25 ağustos 1992’den bu yana tam yirmi iki yıl olmuş. Sevgili Nisa Serezli aramızdan ayrılalı tam yirmi iki yıl olmuş yani. Daha dün gibi. Bellek bazan gerçeği kabul etmek istemiyor. Şişli’de son oturduğu sokağının köşesinden geçerken, elimde olmaksızın evine doğru bakarken yakalıyorum kendimi zaman zaman. Türk tiyatrosu çok büyük bir sanatçısını, efsane bir oyuncusunu, bir iyilik meleğini yitireli yirmi iki yıl olmuş. Onu tanıma fırsatım olduğu, dostlunu paylaştığım için kendimi ayrıcalıklı hissediyorum. Nisa Serezli’nin dostluğunu paylaşmanın bir ayrıcalık olduğuna yürekten inanıyorum.
Nisa Serezli’yle ilgili yazılmış kimi yazılara bakıyorum. Refii Cevat Ulunay, “Bunca yıllık görgüme ve tecrübeme dayanarak söylüyorum: Dünya sahnelerinde bu rolü –Opal—bu kadar harikulade oynayacak bir ikinci sanatkâr olamaz,” diye yazıyor.
“Yeni bir sahneye böylesine zaferle parlayan bir girişi tiyatro tarihi karıştırılırsa ancak Sarah Bernard, François Rosay, Madeleine Renauld gibi büyükler yapabilmişlerdir. Türk tiyatro tarihinde Nisa Serezli adı silinmeyecek bir yazıyla herhalde perçinlenecektir…” diyor Selmi Andak.
Bu arada kendi yazmış olduklarımı da karıştırıyorum, sayfalar dolusu yazı. “Ne kadar çok şey yazmışım,” diyemiyorum. “Ne çok şey yazamamışım,” diye geçiyor aklımdan. O kadar çok söylemek, yazmak istediğim şey vardı ki Nisa Hanım için. Ama artık ne yazsam boş, Nisa Serezli hiç beklenmedik, çok zamansız bir jübileyle bıraktı tiyatroyu. Nisa Serezli öldü.
Türk tiyatrosunun can damarlarından biri koptu. Yalnız Türk tiyatrosunda değil, dünya tiyatrosunda bile eşine az rastlanır, eşi bulunmaz bir sanatçıydı Nisa Serezli. Sahneye çıktığı anda o tanrı vergisi karizmasıyla seyirciyi avucunun içine alır, onunla akılalmaz bir iletişim kurar, hemen bütünleşiverirdi. En büyük sahnelerde bile sürekli ön sahneyi tercih etmesi, seyirciden uzakta oynamayı asla kabul etmemesi onun seyirciyle hep iç içe olma isteğindendir. Her şeyini tiyatro için, seyircisi için feda etti Nisa Serezli, en sonunda sağlığını, canını verdi. Ve canı gibi sevdiği seyircileri son yolculuğuna alkışlarla uğurladı sanatçıyı; yolları, caddeleri, sokakları hıncahınç doldurarak… “Bu akşam Nisa Hanım için dua okuyacağız, annesinin adını verir misiniz?” diye gelen, ardı arkası kesilmeyen telefonları anımsıyorum, öldüğü günün akşamında. Kaç sanatçıya nasip olur böyle bir sevgi? Kaç Nisa Serezli var ki?
Her rolün üstesinden gelen bir sanatçıydı. “Şahane Züğürtler”in sonradan görme küçük burjuva Madam Dupont’unu, tektaş yüzüğünü göstermek için küçük parmağını sallayışını unutmak mümkün mü? “Ah Şu Gençler”i ilk kez Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu’nda sevmiştim. “Töre”deki Nene rolü bambaşka bir boyut ve anlam kazanmıştı. “Nalınların Türküsü”ndeki o sımsıcak kompozisyonuna ne demeli? “Çılgın Amanda”, “Çifte kumrular”, “Paşa Annem”, Holivut bulvarı”… birbirinden farklı onca rol, hiç düşmeyen bir başarı grafiği, belleklere yer etmiş onca kompozisyon. Dünyada pek fazla ilgi uyandırmamış olan “Tatlı Kaçık”ın bizde bu denli sevilmiş olmasının tek nedeni Nisa Serezli’nin muhteşem oyunu ve Opal’in kişiliğine katmış olduğu insanî boyuttur. Tatlı Kaçık sahnelere veda edeli yirmi iki yıl oldu, Opal öldü.
Oynadığı onca rolün tek bir ortak noktası vardır: sevgi. En zor zamanlarda bile, toplumsal çalkantıların en yoğun olduğu günlerde bile gerek kişi, gerek topluluk olarak hep sevgi, dostluk, hoşgörü, bağışlama, şefkât ve barış aşılamaya çalıştı Nisa Serezli. Bu uğurda kimi oyunlarının finalini bile değiştirdi. “Sevgi çorbası pişiriyorum de yeter, tuzunu alan kadın gelir, geç gelir, ama mutlaka gelir,” diyecektir “Töre”de. “Biri bir girişimde bulunmalı, dost elini uzatmalıdır ki bitsin bu savaş,” diye yineleyecektir sık sık “Paşa Annem”de. “Tanrı iyileri korusun… Kötüleri de korusun canım, kötüleri de,” diye yüreğini ortaya koyacaktır “Tatlı Kaçık”ta. Ve, “Yaşamak güzel şey!” diye bağıracaktır her zaman ve her yerde. Hep umut verdi insanlara, hep yaşama sevinci verdi. Dünyaya sevgiyle bakmayı, yaşama dört elle sarılmayı öğretti. Cağaloğlu’ndaki Eminönü Halk Eğitim Merkezi binasında başlamış olduğu sanat hayatına yine aynı yerde, “Eda Hanım”ı çevirirken veda etti. Nisa Serezli yok artık. Tiyatromuzun sevgi meleği, iyilik perisi öldü.
Bir fenomendir Nisa Serezli. Sahnede rol kestiği hiç görülmemiştir. Rolünü alır, inceler, içine sindirir sonra onu yaşardı sahnede. . Dekorlar arasında sanki yıllarca yaşamış gibidir. Aksesuarları kullanışı akılalmaz bir doğallık içindedir. Sanki yıllarca o evde sofra kurmuş, bulaşık yıkamış ya da çay yapıp misafir ağırlamıştır. Hayat tiyatroydu onun için, yaşamak tiyatro demekti. Geçirmiş olduğu o ağır kalp krizinden beş, altı hafta sonra doktoru yataktan çıkabileceğini, günlük olağan işlerini yapabileceğini söylediğinde ilk sözü: “Demek artık tiyatro yapabilirim,” demek olmuş. Evet, yaşamak tiyatro yapmaktı onun için. Yıllar yılı en zor koşullar altında tiyatro yaparak tiyatroyu ülkemizin birçok kentine götürdü. En yorgun zamanlarında tiyatrosunu ayakta tutabilmek için turneler yaptı, tiyatro dışından kazandıklarını tiyatrosu için harcadı. Sanat aşkının bedelini sonunda yaşamıyla ödedi. Çok şey verdi tiyatroya, çok şey verdi seyirciye. Buna karşılık biz ona bir salon bile gösteremedik. Hep bir sonraki yıl ne olacak korkusu içinde yaşayıp durdu. Sonunda bu acılara ve mücadeleye daha fazla dayanamadı, yorgun bir yürek sustu: tiyatro Nisa serezli’siz kaldı.
İnsan olarak dünyayı da, yaşamı da güzelleştiren bir iyilik meleği, bir Polyanna’ydı. Bitmek tükenmek bilmez bir sevgi hazinesiydi. Hiçbir şey beklemeden müsrifçe dağıtırdı yüreğindeki sevgiyi ve sanki o verdikçe daha da büyüyordu bu sevgi yumağı. Nisa Serezli’yle birlikte olan bir insanın kötülüklerden arınmaması mümkün değildi. Onun bulunduğu ortamda kötülüğe yer yoktu. Kötülüklere kulaklarını kapamayı ve kapattırmayı çok iyi bilirdi, Opal gibi.Arkadaştı, dosttu, sırdaştı. Kendi derdini unutur, dostlarının derdiyle ilgilenirdi. Türk tiyatrosu eşi bulunmaz bir sanatçısını, bizler de yeri doldurulumaz bir dostumuzu yitirdik yirmi iki yıl önce.
Nisa serezliye hiç yakışmayacak sözcük hiç kuşkusuz “ölüm” sözcüğüdür. Çünkü o ölümün ötesine geçmeyi başaranlardandır; çünkü o ölümsüzlüğü kazanmıştır. Belki bir başka boyutta, bir başka ülkededir şimdi. Şalını üçgen yapıp beline bağlamıştır, yün çoraplarını da giymiştir ayaklarına. Bol eteği salına salına çay ya da ıhlamur ikram ediyor, nerede, nasıl tiyatro yapabileceğini araştırıyordur…
Hepimiz biliyoruz, tiyatro varoldukça, sevgi varoldukça, insanlar birbirlerini bağışlamayı bildikçe, hoşgörü yeryüzünden silinmedikçe Nisa serezli hep yaşayacaktır. Bir yudum buz gibi birada, kaçamak tüttürülen sigaranın dumanında, yürekten atılan bir kahkahada, açılan her tiyatro perdesinin bir kıvrımında, her alkış sesinde, her sevgi sözcüğünde yaşayacaktır Nisa serezli.
Bunları biliyoruz, hepimiz biliyor ve inanıyoruz. Ama, aradan yirmi iki yıl geçmiş de olsa, yokluğuna katlanmak çok güç. O ve onun gibi insanlara, sanatçılara bizim de, tiyatromuzun da çok ihtiyacı var. Özlem dinmek bilmiyor, giderek büyüyor.
Bizi neden bıraktınız Nisa Hanım?
YAŞAR İLKSAVAŞ
www.dirensanat.com