İskoçların muhteşem başkenti Edinburgh, yazın soğuğunda festivallerle sımsıcak. 1-30 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşen bu festivaller dizisi, şehrin atmosferini tamamen değiştirdiği gibi, şehir dünyanın her yerinden gelen ziyaretçileri ve orantısız sanat etkinlikleriyle enerjisini yükseltiyor.
Muhteşem bir tarih ve coğrafyaya sahip bu özgün şehir, Ağustos ayını bambaşka yaşıyor ve yaşatıyor. Uluslararası Edinburgh Festivali ( 8-31 Ağustos) dışında dünyanın en büyük sanat festivali olan; Fringe Festival ( 1-25 Ağustos) şehrin açık, kapalı her köşesine damgasını vuruyor.
1947 yılında başlayan bu iki önemli festivale paralel Edinburgh Art Festival, Book Festival, Just Festival gibi etkinlikler de katılımcılara rengarenk bir dünya sunuyor. Festivallerin ana teması bu yıl ‘Savaş’ olarak belirlenmiş, ancak tabii ki çok kapsayıcı değil. Festivallerle kuşatılan kentte sokakların görüntüsünü anlatmak gerçekten zor. Her gün, her saat gecenin geç saatlerine kadar amatör ve profesyonel müzisyenler, jonglörler, akrobatlar, performansçılar ve daha akla gelmeyen bir çok gösterici ya da grup, iç ve dış mekanlarda ,etraflarında oluşturdukları seyirci kitlesine ilginç deneyimler yaşatıyorlar.
Tüm şehir rengarenk afişlerle donatılmış ve yüzlerce, her yaştan genç, olağandışı kılıklarıyle ve görsellikleriyle size etkinliklerin broşürlerini verirken, gereken açıklamaları da yaparak birazdan başlayacak gösterilere davet ediyorlar. Bu arada Fringe Festival kapsamındaki oyunlar sabahın erken saatlerinde ya da gece yarısı başlayabiliyor ve tüm gün aralıksız devam ediyor. Kahvaltıyla başlayan oyunlara gitmek bizler için yadırgatıcı olsa da, oyunlar seyircisiz kalmıyor.
Komedi önemli bir tür. Tabii In yer Face’den Shakespeare’ e, amatör opera, dans ve müzik konserlerine kadar daha birçok türde alternatif Fringe gösterisi seyretmek mümkün. Şehrin her yerine yayılan Fringe merkezleri ve mekanları, tam bir çekim merkezi. Fringe oyunların bir kısmı ücretsiz, bir kısmı ise ücretli. Ama hepsi biletli. Biletinizi almadan giremiyorsunuz. Hiç niyetiniz yokken, yoldan geçerken o anda başlayan bir oyunda, alternatif bir mekanda gerçekleşen bir gösteride kendinizi bulmanız olası. Sanat mutlaka sizi buluyor ve içine alıyor. Diğer yandan, Uluslarararası Edinburgh Festival’i , daha klasik niteliğini koruyarak, tiyatro, müzik, dans, opera bölümleri ve seçilen ana temayla ilgili panel, konuşma, tartışma , film gibi yan etkinliklerle zenginleşiyor. Festival içinde toplam 10 oyun var. Rusların, görsel /sessel yaratıcılığıyla ve sahne tasarımıyla ve öne çıkan The War (Savaş ) adlı oyun, savaşı ele alma biçimiyle de ilginç.
Savaşta cephede yaşananları konu edinen oyunları ve karma bir oyuncu kadrosundan oluşan Thalia Tiyatrosu yapımı Front’la ana temayı devam ettiriyor. İskoçların üç önemli dönemine ışık tutan tarihi oyunlar, James I, II ve III. üçlemesi, festivale ulusal damgasını vuruyor. İskoç Ulusal Tiyatrosu ve Büyük Britanya Ulusal Tiyatrosu ortak yapımı oyun dünya prömiyerini yaparken, oyun İngiltere’den kopma tartışmalarıyla birlikte ve referanduma yaklaşılırken İskoçlar için başka bir anlam kazanıyor. Avustralya’dan gelen Back to Back Theater yapımı Ganesh verses The third Reich( Ganesh 3. Reich’a Karşı) , başından beri özürlüllerle çalışan bir tiyatro. Kanada’dan Festiva’le katılan Canadian Stage grubunun Helen Lawrance’ı ise digital olanaklarla oluşturulan bir sinematik sahne yaratımıyla gerçekten de çok ilginç bir siyah beyaz film gösterimine dönüşüyor ve tiyatro sahnesine bambaşka bir boyut kazandırıyor. Amerika’dan Minetti adlı oyunThomas Bernard’ın az sergilenen ama en önemli oyunlarından biri
.
Festival Güney Afrika’dan Festival’e katılan Handsping Puppet Company’nin Ubu and The Truth Comission adlı oyunuyla ve çok etkileyici bir insan yerleştirmesi olan Exibit B adlı sergilemeden ibaret. Siyah ırktan, Avrupa’nın sömürge tarihe gönderme yapılarak oluşturulan bu canlı insan sergisi/ performansı belki de yarım saat boyunca yaşanabilecek en etkili ve karmaşık deneyimi sunuyor izleyicisine.
Festival’de izleyebildiğim tek dans gösterisi Pina Bausch’un Sweet Mambo’su oldu. Oldukça etkileyici, diğerlerine göre daha minimal ve öze yönelik bir koreografiydi.
Hector Berlioz’un ünlü eseri Le Troyans ( Troyalılar) ise operanın Festival’in Savaş temasına katkısı sayılabilir.
Edinburgh Festivalleri daha anlatamadığım yüzlerce farklı etkinlik ve renkleriyle 31 Ağustos’ta son buluyor. İskoçların bu güzel ama soğuk şehri şimdiden yalnızlığına kapanarak bir dahaki Festival’e kadar sanat üretimi ve organizasyonlarıyla Ağustos’a hazırlanacak. Kimbilir referandum sonrası belki de tamamen bağımsızlığına kavuşacak bu ülke 2015’teki Festival’ini hiç olmadığı kadar büyük bir coşkuyla dünyaya sunacak.
TİJEN SAVAŞKAN
www.dirensanat.com