Sanatçı siyaset ilişkisi üzerine bir kaç not
Sürekli bir seçim gerginliği yaşayan ülkemizde zaman zaman sanatçıların da bir siyasetçinin yanında yer alması, onun davetine gitmesi, elini öpmesi gibi konularda tartışmalar yaşanıyor. Elbette sanatçı da bir insandır, belli siyasal görüşleri olacaktır, bu görüşleri savunacak, partileri ve liderleri destekleyecektir… Buraya kadar sanırım hepimiz hemfikiriz… Ancak, sanat ve sanatçının tanımı ve toplum içindeki konumu düşünüldüğünde sorun o kadar da basit değil.
Sanatçı, her şeyden önce yaratıcıdır, yani o güne kadar yapılanlardan farklı, yeni şeyler üretecektir, kendisinden birşeyler katacaktır yaratısına. Bunu yaparken de içinde yaşadığı toplumdan etkilenecek, onu daha ileriye götürmeye çalışacaktır. Eğer bunları yapamıyorsa yaratıcılığı eksikse, becerilerini kullanarak geçmişte yapılanları yineleyecek yani zanaatkâr olarak yoluna devam edecektir… Bu noktada vurgulanması gereken yeni şeyler üretmek, toplumu farklılıklarla tanıştırmak, birarada yaşama kültürünü yerleştirmektir… Bu listeyi uzatabiliriz. Aslında sanatçılar bir toplumun, kültürün oluşmasında siyasetçilerden daha önemlidir. Zanaatkârlar ise belirli bir zevkin yerleşmesi ve toplumun ‘güzel’ ile tanışmasını sağlar.
Zanaatkârlar geçimlerini düşünebilir, yıllardır yapılanları yineleyerek bir dükkanda satabilir, şarkıcılar birbirinin aynı şarkılarını söyleyebilirler, bir oyuncu her rolü aynı, herhangi bir yorum katmadan yıllarca oynayabilir. Bunlar halktan ilgi de görebilir, para da kazanabilir. Ama sanatçı için öncelik yaratıcılıktadır; amacı “beğenilsin, satılsın” değildir, önemli olan düşüncesini ya da yorumunu iletmektir.
Bizim ülkemizde ise sanatçı zanaatçı özellikle birbirine karıştırılır, ‘geleneksel sanatlar’ başlığı nice zanaatkârın sanatçı kafilesine katılmasını sağlamıştır. Müzik ve sahne sanatlarında ise durum iyice içinden çıkılmaz haldedir. Eleştiri alanının boşluğu, örgütlerin çıkar ilişkileri ve en önemlisi devletin kurumlarının yandaş kayırması bunun en önemli nedenidir…
Gelelim siyaset sahnesindeki sanatçılara… Sanatçı konumu gereği bir futbol takımı tutar gibi parti ya da lider tutamaz. Gerekçesi olmalı. Söyleyeceğimi açık ve net söylemek isterim: İstanbul’un her köşesi yapılacak statlar ve spor salonları ile dolu, bu nedenle futbolcularımızın futbolcu başbakanımıza hayranlığını anlayabilirim. Peki değil tiyatro salonu yapmak var olanlar yıkılmaktadır. 17 milyona varan İstanbul’da kaç tiyatro, kaç kütüphane, kaç konser salonu yapılmıştır? Hangi sanatçının “Sayın Başbakan, bize niçin salon yapmıyorsunuz?” diye sormak aklına gelmiştir. AKM aylarca polis karakolu olarak kullanıldı da sohbetlere katılanlar, bunun nedenini sorabildi mi? Bu kadar yol yapıldı ama kaç müze yapılabildi Anadolu kentlerinde?… Uluslararası futbolcularımızla övünüyoruz ama kaç ressamımız, kaç müzisyenimiz var uluslararası arenada? Çoğaltalım bu soruları…. Sanatçılık niteliği oraya davet edilirken davetiyeye yazılan unvanla değil, orada bu soruları sorabilmekle ortaya çıkar.
Kimi sanatçılar bu eleştirilere cevap vereceklerine “mahalle baskısı” dediler… Sanatçı eleştirilere inandığı bir şekilde cevap verebilendir… Bu kaçamak cevapların yerine ben politikalarını beğeniyorum, onaylıyorum diyebilirler. O zaman sanat dünyasındaki politikalarını da onaylamış olurlar. Buna bir diyeceğim yok…
Geçen günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni değişti. Yeni yönetmen ve yardımcıları açıklandı. Gelecek günler için fal bakmamıza gerek yok, yönetmelikler ve kurumun yapısı değişmedikçe isimlerin değişmesinin bir faydası olacağını sanmıyorum. Sanırım “her İBŞT sanatçısı bir gün Genel Sanat Yönetmenliğini tadacaktır” demekten başka diyeceğimiz yok. Yalnız tiyatronun mutfağından yetişmiş Erhan Yazıcıoğlu’nun “sivri çocuk”lu, “törpülemek”li, “otokontrolü öğretmek”li röportajı gelecek için yeteri kadar umut kırıcı…
Yaz rehaveti geçip mevsim başlayınca daha neler göreceğiz…
HAMİ ÇAĞDAŞ
www.direnanat.com