Bitiyatro’da yeni sezonda üç oyunla sahnelerini açacak. Bunlardan 19. İKSV Tiyatro Festivali’nde sahnelenen, Edward Bond’un kaleme aldığı, ‘Kırmızı,Siyah ve Cahil’. Gülçin Kaya Rocheman’ın Türçe’leştirdiği oyunu Fabian Aissa Busetta’nın yönetti. Laçin Ceylan, Fatih Dokgöz, Fehmi Karaaslan oynadı.
Dramaturgunu Frederque Plain’nin üstlendiği oyun kazada ölen bebeğin yaşasaydı “Nasıl bir hayat yaşardı?” sorusuna cevap arıyor.
Edward Bond’un gözünden ‘Kırmızı, Siyah ve Cahil’ bakış:
“Kırmızı Siyah ve Cahil ’deki Canavar, Frankenstein’in Canavarı kadar masum ve o da onun gibi başımıza gelen felaketlerin bir imgesi midir?
Birçoğumuzun doğal afet olarak adlandırdığımız felaketler yapay felaketlerdir. Her tarafımızı azgın bir bitki gibi saran ekonomi ve onun sanayileri, gitgide artan fırtınalarla, kasırgalarla, sellerle ve kıtlıkla insanların ve şehirlerin yok oluşuna neden olmaktadır. Bu aynı zamanda kültürümüze, yaşam tarzlarımıza – iş kazaları, yalan yanlış bilgiler, sokakta işlenen suçlar, ancak ortaçağda görünen zengin ve fakir arasındaki uçurumlar bizlere felaket getirmektedir. Bu, sanki toplumu birbirinden ayırmak için zihnimizde yarattığımız tusunamiler gibidir.”
Kırmızı Siyah Ve Cahil paradoks üzerine kurulmuştur. Acil bir durumda bir askere birini öldürmesi emredilir. Kimi öldüreceğine asker kendi karar verebilir. Bu herhangi biri olabilir. Ölü bir beden sunmak zorundadır. Eğer bu bir Yunan draması olsaydı, kendini öldürürdü. Kendi yaşamını, insanlığın yaşamının anlamını korumak için feda ederdi. Trajik kadın ve erkek kahramanlar bunu yaparlar.
Ama bu oyun bir Yunan trajedisi değil. Modern bir oyun. Devlet, ölü bir asker istemez. Başkaldıranları, baskı altında tutmak için askerlerinin hepsine ihtiyaç duyar. Bir askerin kendisini öldürmesi her koşulda itaatsizliktir. Bu diğerleri için bir örnek teşkil eder. Devlet böyle bir durumda intikamını toplumdan alır. Sokaklarda katliamlar yaşanır.
Antigone gibi, bu asker de otoriteye boyun eğmeyecektir. Devletten daha insancıl olduğunu gösterecektir. Aslında, bizleri insan yapan paradoksal duruma göre hareket edecektir. Yunan tragedyasının temelinde yatan gerçek de budur: olağandışı bir durumda, yaşamın anlamının kendi yaşamımızdan çok daha önemli olduğunu öğrenmemizdir. Yunan tragedyasını, medeniyetimizin temeli yapan bu gerçektir. Bu aynı zamanda modern tiyatronun da temeli olmalıdır.
Fakat bir oyun kadar hassas ve kırılgan bir şey gerçekten de o kadar önemli ve güçlü bir etki yaratabilir mi ? Bunun ispatı kolaydır. Kendi yaşamınıza, zihninize bakın… Bir saat kadar uzun uzadıya bakın içinize. Hamlet’in Antigone’nin, Hecuba’nın yaptığı budur. Onların içine düştükleri paradoksu kendinizde bulamıyorsanız, kendinize saygınız yoktur. Çünkü başkalarına saygı duymuyorsunuzdur.
Oyunla ilgili başka bir soruna gelelim. Canavar ölü değildir zira hiç doğmamıştır. Ölü olarak doğmak mümkün müdür?
Modern devlet, bıkıp usanmadan vatandaşlarını kontrol altına almak için yeni yollar arar. Tarihsel anlamda bu günlere kadar gelmiş olan insani gerçekliği, sanal gerçeklik yaratarak bozabilir mi devlet? Bilim, genlerimizle oynayarak askerin paradoksunu ortadan kaldırmak için yeni bir mühendislik inşa edebilir mi? Mademki, havayı kirletebiliyoruz, kıtalardaki buzulları eritebiliyoruz, okyanuslardaki su seviyesini yükseltebiliyoruz, bizi yok olmaktan koruyan ozon tabakasını delebiliyoruz öyleyse en son nokta olan insanlıktan çıkmamız da mümkündür. İçimizde taşıdığımız paradoksu kaybedersek insan olamayız. Neyi kaybettiğimizi bile bilemeyiz. Ölü doğarız. Devletin plastik mermileri, gerçek mermileri, Tomaları, copları, biber gazları, tasmalı köpekleri, prangaları, gözaltıları, tutuklamaları, işkenceleri, mahkemeleri ve idam cezaları var ama bunları kullanmaya artık ihtiyaçları kalmayacak. Yaşayan ölüler kendilerine her daim emredileni yapacaklar.
Devletin bulduğu muhteşem çözümdür bu. Hatta buna demokrasi bile derler!
Bizimle, bu korkunç gelecek arasında duran sadece tek bir şey var. Çoğu zaman delilik ile akıl arasında gidip gelmemizi sağlayan şey. Olağan dışı trajik bir durumla yüz yüze geldiğimizde, tıpkı bu oyundaki asker gibi, bizlere birden fazla yol göstererek içimize bakmamızı ve böylelikle kendimizi anlamamamızı ve ne yaptığımızı bizlere fark ettiren şey. Bizler dramatik canlı türüyüz. En derinimizde drama yatar. Yaşamlarımızı tiyatro ile anlatmaya zorlar bizi. Medeniyetin beşiğidir o. Tiyatronun temelinde olan insanın paradoksudur. Olağan dışı trajik bir durumda, yaşamın anlamı yaşamın kendisinden çok daha önemlidir. Otorite bizi baskı altına alabilir hatta bizi ortadan bile kaldırabilir. Ancak plastik mermilerini , gerçek mermilerini, tomalarını, coplarını, biber gazlarını , tasmalı köpeklerini , prangalarını, gözaltılarını, tutuklamalarını, işkencelerini, mahkemelerini, idam cezalarını tiyatroya karşı kullanamaz.
İşte bu yüzden medeniyet tiyatroyu yaratmıştır. İşte bu yüzden bu oyunu oynuyoruz. İşte bu yüzden umutluyuz.
Edward Bond
Çeviri : Didem Usdu Başaran
Düğün (Sandık Lekesi) ; Bitiyatro kadsondan Polat Niloğlu’nun yazdığı Nihat İleri’nin yönettiği oyun Ekim’den itibaren tekrar seyirci karşısına çıkacak.
Bitiyatro’nun üçüncü oyunu iki sezondur oynanan Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens’i. Theater an-der-Ruhr ile ortak
yapım olan Roberto Ciulli yönettiği oyunda Laçin Ceylan ile Nihat İleri
rol aldı.
Kırmızı, Siyah ve Cahil; 8-9-10-11-15-29 Ekim tarihlerinde saat 20:30’da Bisahne’de izleyebilirsiniz. Ayrıca 18 ile 25 Ekim tarihlerinde Anakara Tatbikat Sahnesi’nde saat 20:30’da seyirci ile buluşacak..