Tadı damağınızda kalan oyunlar vardır, işte Murat Mahmutyazıoğlu’nun ‘Fü’ oyunu benim için öyle oldu. Hayatta kalmak için birbirlerine tutunmak zorunda kalan iki çok farklı kız kardeşin arasına bir de tiyatro sevdalısı deli dolu bir genç kız katılırsa…Bu oyunu izleyin, ağlayın, gülün, nostalji yaşayın ve doyasıya alkışlayın…
Samimi, sahici, sıcak, sıcacık bir oyun seyrettim İkinci Kat’ta; Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun kaleme aldığı ‘Fü’ yü çok sevdim. Birkaç sezon önce yine bu tiyatroda izlediğim ‘Limonata’ oyunu gibi tadı damağımda kaldı. Sami Berat Marçalı’nın sahneye koyduğu Fü, bir sevgi oyunu. Sevgiyi ıskalayanların, belli edemeyenlerin, hayatta yarım kalmışların, kalbi kırıkların hikayesi. Daha önce Korku Tüneli, Disosya ve Şapkalı O….Çocuğu’ nda oyuncu olarak izlediğim Murat Mahmutyazıcıoğlu, yazarlıkta da gerçekten çok başarılı.
Oyun büyük kardeş ‘Fü’nün (Füreyya) adını taşıyor olsa da, aslında onunla birlikte kız kardeşi Münevver’in ve yaşamlarına giren genç Sibel’in de hikayesi. Hani kardeşler vardır; Hayatta yalnız kalmışlardır, birbirlerine muhtaçtırlar, ne kopabilirler ne tam olarak birbirlerinin dilinden anlayıp sırdaş, arkadaş olabilirler ya, işte Fü ve Mü’nün durumu da öyle. Onlar çok ayrı dünyaların insanları ve belli ki yıllardır birlikte yaşıyorlar. Usanmışlıkları, yorgunlukları, küskünlükleri, özgürlüklerine susamışlıkları var. Hani çoğunlukla ailelerde, kardeşlerden biri sırtlar götürür ya olayı, kural değişmiyor. Münevver ilerlemiş yaşına rağmen çalışırken, çalışmak zorundayken, Fü, zaten hiç sevmediği ve benimsemediği abla rolünü çoktan bırakmış, evin küçük şımarık kızı rolüne soyunmuştur. Tüm huysuzluğu, asi ruhu ile işi hafif deliliğe vurmuş, hem hayatla hem hastalığıyla baş etmeye çalışmaktadır. Bu tatlı kaçık kadına bakıcı dayanmazken Sibel çıkagelir bir gün. Tam bir tiyatro tutkunu olan ve sınavlara hazırlanan genç deli dolu Sibel’le, geçmişinde tiyatroya sevdalanmış Fü arasında ilginç bir bağ oluşur. Genç kız bir yandan çalışırken, bir yandan uçarı sevgilisi Erkan’la ilişkilerini götürmeye çalışmaktadır. Fü’nün acılı geçmişi Sibel’in geleceğine ışık tutacak, onu değiştirip bilinçlendirecektir.
Murat Mahmutyazıcıoğlu, birbirlerinden başka tutunacak dalı olmayan iki kız kardeşin dramını anlatırken oyunu zekice seçilmiş, bir anda havayı yumuşatan komik dialoglarla süslemiş. Boğazınız düğümlenmiş ya da tam nostalji rüzgarına kapılmışken başlıyorsunuz gülmeye. Oyunun fonuna kanlı 1 Mayıs 1977 olaylarını yerleştirmesi ve bunu oyundaki genç kızın bilinçlenmesine bağlaması teksti sağlam ve güncel bir temele oturtuyor.
ON NUMARA OYUNCULUK
Fü’nün yönetmeni Sami Berat Marçalı’yı her şeyden önce oyuncu seçimi için kutlamak isterim. Deniz Türkali ve Serra Yılmaz’ın varlığı hem oyun hem gişe için önemli. Bu iki eski arkadaşı birlikte aynı sahnede izlemek çok hoş. Oyun ne kadar samimi ve sahiciyse, Sami’nin rejisi ve oyuncular da o kadar samimi ve sahici.
Fü’yü Deniz Türkali oynuyor. Bugüne dek izlediğim en iyi yorumu. Yine İkinci Kat’ın ‘ Limonata’ sındaki anne kompozisyonunu da beğenmiştim ama ‘Fü’ de tam anlamıyla olgunluk çağının keyfini çıkartıyor. Oyuncu oynadığı rolden keyif alırsa bu seyirciye mutlaka geçer. İşte Türkali’nin oynadığı kadını çok sevdiğini, onu anladığını, ağzından çıkan her replikle belli ediyor. İlk başta doğrusu ben kadının kalp hastası olduğunu anlamadım. Belki daha yorgun, hayattan bezmiş gibi oynayabilir diye düşündüm ama hayır bu kadın Füreyya değil ki, bu kadın Fü! Oyunculuk tutkusu içinde kalmış, aşkı yarım kalmış. O da büyük bir boşvermişlikle acısını belli etmemek için işi deliliğe vuruyor, oynamayı tercih ediyor. Deniz Türkali, Fü’nün tatlı ve esprili bir biçimde içindeki seksi kadını yaşatmasını da çok iyi yansıtıyor.
Fü, öyle bir oyun ki Deniz Türkali tek başına harikalar yaratsa da karşısında kız kardeşini oynayan oyuncu aksasa olmazdı. Ama karşısında Serra Yılmaz var. Tam isabet. Her zaman ablasının güzelliğini kimi zaman da onun sevgilisi Hasan’ı kıskanmış, tek umudunu uzaklarda yaşayan, sesini duymak için devamlı telefon ettiği oğluna bağlamış Münevver’i Serra Yılmaz oynuyor. Yıllardır sahnede izlememiştim. İçten içe ablasını çok seven, koruyup kollayan, fedakar ama kıskanç, evin akıllı uslu kızı Münevver rolünü üzerine giyivermiş. Onların sahnede bu samimiyeti yakalamalarını, özel yaşamlarında da sıkı dost olmalarının payı var diye düşünüyorum. Ayrıca biliyoruz ki hem Deniz Türkali hem Serra Yılmaz, hayata karşı duruşu olan kadınlar, yani hiçbir zaman sıradan değiller.
Ve bu iki deneyimli oyuncunun arasında parlayan iki genç oyuncu: Seyretmeye doyamadığım, Canan Atalay, yani Fü’ye bakıcı olan gelen ‘Fü Kuralları’ndan başarıyla geçip evin üçüncü ferdi olmayı başaran Sibel. Bu kızdan alev fışkırıyor sanki. Nasıl bir enerji, nasıl bir rolü sahiplenme. Sibel dışında bir de kendi yazdığı tekstleri oynuyor. Canan Atalay’ı izlerken doğrusu ‘biz de ileriyi görmüşüz’ diye düşünmeden edemedim. İki sezon önce Canan’a Barselo’daki rolü için, Sadri Alışık Ödülleri’nde ‘Genç Yetenek’ ödülünü vermiştik. Daha çok ilerleyecek, birbirinden güzel rollerde parlayacak, inanıyorum. Seni bir kez daha kutluyor ve kucaklıyorum Canan Atalay.
Aziz Caner İnan, yani Erkan. Sonuna kadar maço, Sibel’in dediği gibi tam bir ‘Öküz’. Ama sevimlisinden. Babasının parasını yiyen, sevgilisinin tiratlarını hiç bir şey anlamadan çok fazla sıkılarak dinleyen, Erkan. Aklı fikri kızla oynaşta, ondan çocuk sahibi olmayı da istiyor. Çok da güzel bir sesi var. Bayıldım…bayıldım.
Güzel bir oyun seyretmek gibisi yok. Hüzünlendim, güldüm. Finalde, Münevver’in, çocukluk anılarının geçtiği Süreyya Plajı’ndan söz etmesiyle ben de kendi içimde yolcuğa çıktım…Annemi, babamı yine çok ama çok özledim. Gözlerim ıslandı. ’Sevgi varsa her zaman umut da var’ dedim.’ ‘Sevgimizi haykıralım sevdiğimizin yüzüne’ dedim…