“Tiyatro nedir?” sorusuna çeşitli yanıtlar verilmiş, tiyatronun çeşitli tanımları yapılmıştır yıllar boyunca. Ama hemen herkesin birleştiği ortak nokta tiyatronun insan olduğudur. Evet, tiyatro insandır; tiyatronun konusu da, tiyatronun amacı da, tiyatroyu tiyatro yapan da insandır. İkincikat’ta izlediğimiz, Murat Mahmutyazıcıoğlunun yazdığı, Sami Berat Marçalı’nın sahneye koyduğu FÜ de insanı çeşitli boyutlarıyla sahneye getiren bir yapıt.
Birbirinden farklı iki kuşak birarada bu oyunda. Yaşlı iki kızkardeş: çılgın, huysuz, geçimsiz, şakacı, hayatla dalga geçen, işi deliliğe vuran Füreyya; ablasına bakan, tüm sorumluluğu üstlenmiş, evden çekip gitmiş oğluna elinden geldiğince destek olmaya çalışan, evi çekip çevirmek için iş hayatını sürdüren Münevver. Öte yanda, tiyatro sınavlarına hazırlanan, tiyatro heveslisi delişmen Sibel ile yaşamındaki belki de tek önemli kişi yakışıklı “öküz” sevgilisi Erkan. Mü, ablasına bakması için Sibel’i tutunca iki kuşağın yolları kesişir. Kopuk kopuk, bölük börcük anılar birbirini izler. Ve biz, çeşitli boyutlarıyla, çeşitli yönsemeleriyle, bir ilişkiler yumağı içinde insan’ı görürüz sahnede; iki kızkardeşin birbiriyle, iki gencin birbiriyle, iki gencin aileleriyle, yaşlı kızkardeşlerin aileleriyle, Münevver’in oğluyla… ilişkilerine tanıklık ederiz. Ve o korkunç yalnızlık duygusu tüm ağırlığıyla duyumsatır kendini.
Murat Mahmutyazıcıoğlu kusursuz bir sahne diliyle, çok güzel bir türkçeyle kaleme almış oyunu. Bir yazarın güzel ve kusursuz bir türkçe kullanması tabîi ki çok doğal, böyle olması bu işin “fıtratında” var. Ama sahne üzerinde zaman zaman öylesine kötü, öylesine yalnış kullanıldığını görüyoruz ki türkçenin, Mahmutyazıcıoğlunun türkçesinin güzelliğine değinmeden geçemedim. Yazarlık sorumluluğunun bilincinde olarak toplumsal olaylara değinmeden edememiş yazar, 1 Mayıs olaylarını yapıtının bütünselliğini bozmadan öylesine güzel yerleştirmiş ki araya. Genç yazarları bu sorumluluk bilinçleri nedeniyle de çok seviyorum.
Çeşitli nedenlerle tiyatrodan beş yıl kadar uzak kaldığım için Sami Berat Marçalı’yı ancak iki yıl önce tanıyabildim. Ve o günden beri her rejisini ilgiyle izlediğim bir yönetmen oldu benim için. Bu oyunda da çok başarılı bir reji gerçekleştirmiş Marçalı. Oyunu güldürü ağırlıklı sahneye koymuş. Böylece paylaşılan yalnızlıklar, oyunun içindeki hüzün daha bir ağırlıklı hissediliyor. Hep bir tebessümle izliyorsunuz oyunu, zaman zaman kahkahayla gülüyorsunuz ve o an içinizi bir sızının kapladığını hissediyorsunuz. Tiyatromuzun yaratıcı yönetmenlere çok ihtiyacı var ve ben, Marçalı’nın bu yaratıcı yönetmenlerden biri olduğuna inanıyorum.
Oyunun dört kişilik muhteşem bir kadrosu var. Füreyya’da Deniz Türkali “Küçük Sevinçler Bulmalıyım”dan sonra en başarılı kompozisyonlarından birini çiziyor bence. Oynamıyor, rolünü yaşıyor sanki.Son sahnedeki yalın oyunculuğuyla öylesine doğru ve etkileyici bir kompozisyon çiziyor ki, acıyı yüreğimizin ta derinlerinde hissettiriyor bize. O delişmen, şakacı, hayatı hafife alan görüntüsünün arkasındaki hüznü, o yaşanmamış aşkını öylesine güzel veriyor ki. Halil Cibran’ın dizelerindeki “Neşelerimiz maskesiz kederlerimizdir” deyişinin ete kemiğe bürünmüş halini görüyoruz sahnede.
Serra Yılmaz da küçük kardeş olmasına rağmen ablalığı üstlenmiş, acılarını içine atmış, uzaktaki oğlundan gelecek bir telefonu bekleyen Münevver’de yalın ve doğru oyunculuğun en güzel örneklerinden birini veriyor. Deniz Türkali’yle hiç bozulmayan bir birliktelik içinde. O da son derece doğal ve yalın bir oyunculuk sergiliyor.Son sahnede göz pınarlarında beliren iki damla yaş unutulur gibi değil. Duygu sömürüsünden kaçınmaya gösterdikleri özenle duygu daha bir yoğun geçiyor seyirciye.
Canan Atalay ve Aziz Caner İnan. Sahnede ışık saçan iki genç oyuncu. Onları izlerken Sibel ve Erkan başka türlü olamaz diye düşünüyorsunuz. Öylesine doğru, öylesine sevimli ve sıcak bir biçimde canlandırmışlar ki rollerini, Erkan’a “öküz” olduğu, Sibel’i anlamadığı için kızamıyorsunuz. Sibel’i yanlış seçimlerinden ötürüsuçlayamıyorsunuz. İkisini de çok seviyorsunuz. Bu iki genç oyuncunun başarı grafiğinin giderek yükseleceğinden, adlarını sık sık ve çok iyi yerlerde duyacağımızdan eminim.
Prof. Dr. Bengi Semerci Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde, FÜ’ye başka bir pencereden bakarak kaleme aldığı yazısında şöyle diyor: “…Fü görmeniz, keyif almanız ve sonra düşünmeniz gereken bir oyun. Neleri mi düşüneceğiz? Geçmişle geleceği, kaybettiklerimizi, kazandıklarımızı, kardeşimizi, annemizi, sevgilimizi, çocuğumuzu ve ilişkilerimizi düşüneceğiz.” Evet, FÜ görmeniz gereken bir oyun, metniyle rejisiyle, oyunculuğuyla görmeniz, tiyatronun hazzını, tiyatronun büyüsünü yaşamak için görmeniz gereken bir oyun. FÜ yaşam gerçeğiyle sahne gerçeğinin birebir örtüştüğü her ögesiyle çok başarılı bir oyun.
YAŞAR İLKSAVAŞ
www.dirensanat.com