“Her şeye rağmen Malaparte’nin eseri yine de değerinden hiçbir şey yitirmiyor. Oyun finalinde alkışlarımız yalnızca Malaparte’ye.”
Türk seyircisinin de özellikle oyun yazarı olarak tanıdığı Curzio Malaparte, roman ve öykülerinin yanısıra, ve özellikle, gazeteciliğiyle ünlenmiş bir yazar. Tüm yapıtları savaşın korkunçluğu ve acımasızlığı üzerinedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında cepheleri gezerken sürekli notlar tutmuş, sonra da bu notlarını kitaplaştırdığı “Kaput” adlı yapıtında savaşın tüm vahşetini, yalnız cephede değil, cephe gerisinde de yaşanan tüm vahşeti bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir.
Ülkemizde de birçok kez sahnelenen ünlü oyunu Kadınlar da Savaşı Yitirdi bu kez İstanbul Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenmekte.
Avusturya işgâl altındadır. Müttefikler askerlerinin cinsel isteklerini karşılamak, kadınları aşağılayarak onurlarını kırmak, umutlarını yok etmek için Avusturyalı kadınları vesika karşılığı askerlerle yatmaya mecbur ederler. Bir askerle yatmanın bedeli bir kilo patatestir. Oyunda, bir apartmandaki altı kadının dramına tanıklık ederiz. Oğlunu Rus cephesinde kaybetmiş olan bir anne, iki kızını bu durumdan kurtarmak için dul gelinini öne sürer. Ve görürüz ki böyle bir savaşın asla kazananı yoktur; savaş yalnız cephede değil, asıl cephe gerisinde kaybedilmekte, en büyük acıyı kadınlar çekmektedir. Ve kadın, tüm zorluklara rağmen büyük fedakârlıklarda bulunarak, her şeye rağmen yaşamayı tercih ederek büyük bir yaşama, hayatta kalma, mücadele etme iradesini gözler önüne sermektedir. Oyunun bütününde ahlâk, namus, utanç, masumiyet, özveri kavramları ustaca tartışılmaktadır.
Tahsin Saraç ve Turhan Açar’ın güzel türkçesiyle dilimize kazandırılmış olan oyunu Galip Erdal yönetmiş. Galip Erdal sanki yalnızca sahne trafiğine özen gösteren bir reji gerçekleştirmiş. Sanki her oyuncu rolünü kendi başına yorumlamış gibi. Bu yüzden bir oyun birlikteliği de göremiyoruz sahnede. Merih Atalay’ın abartılı oyununa, sahnede bağırmalarına bir dur diyen olmamış örneğin. Hep büyük bir beğeniyle izlediğim Şamil Kafkas bile rolüne oturmamış. Oysa yorumladığı “Andrei” rolü o denli güzel, oyuncusuna o denli büyük olanaklar sağlayan bir rol ki. Hani: “Oyuncular rollerinin gereğini yerine getiriyor,” denir ya, bu oyuda oyuncular, rollerinin gereğini yerine getirmek bir yana, ne yazık ki, yalnızca görevlerini yerine getiriyor.
Aynı özensizlik dekor tasarımında da, kostüm tasarımında da kendini gösteriyor. Işık tasarımı zaten yok, yalnızca sahne aydınlatması gerçekleştirilmiş. Yıllarca işgal altında kalmış bir Avusturya. Ne para kalmış insanların elinde, ne de yiyecek. Açlık almış başını gidiyor. Işın Mumcu’nun dekorlarında pırıl pırıl, yepyeni pahalı perdeler, kumaşı bir nebze olsun aşınmamış kanepe. Para pul yok ama saçlar kusursuz yapılı. Sena Pınar Sun da kostümlerini tasarlarken aynı yanlışa düşmüş, pırıl pırıl, daha yeni satın alınmış gibi kostümler. Enrica’nın askerle yattıktan sonra yatak odasından fırlayarak dışarı çıktığında üzerinde öyle bir elbise mi olur? En azından bir gecelik ya da sabahlık düşünülemez miydi? Askerlerin kadınlarla hoyratça, neredeyse işkence edercesine yattıkları anlatılırken Enrica’nın saçının bir telinin bile bozulmamış olmasına ne demeli?
Bu oyun bence bir ders gibi izlenmeli. Dekor ve kostümün ne denli önemli olduğunu, yanlış tasarımların oyuna nasıl zarar verdiğini görmek için izlenmeli. Sıradan bir rejinin oyunu nasıl sıradanlaştırdığını, mesajını nasıl seyirciye iletemediğini görmek için izlenmeli. Işık rejisinin ne olmadığını görmek için izlenmeli. Onca emeğin nasıl ziyan olduğunu, eldeki una, yumurtaya, şekere rağmen nasıl ortaya bir helva çıkmadığını görmek için izlenmeli.
Her şeye rağmen Malaparte’nin eseri yine de değerinden hiçbir şey yitirmiyor. Oyun finalinde alkışlarımız yalnızca Malaparte’ye.
YAŞAR İLKSAVAŞ
www.dirensanat.com