“Tiyatro meslek değil, bir kara sevdadır”
Muhsin Ertuğrul
Bugün 27 Mart Dünya Tiyatro Günü. Sanatçısına değer veren ülkelerde coşkuyla kutlanan, perdelerin seyirciye ücretsiz açıldığı, bildirilerin okunduğu, tiyatrocunun bayramı. Bizdeki gibi tiyatroyu engellemek, özgür sanata darbe indirmek, sansürlemek, gölge etmek için ellerinden geleni yapan Devlet yetkililerine, bürokratlara ve kendini bilmez kimi medya çığırtkanlarına ‘Rağmen’ perde açanlara selam olsun….
Evet Bugün Tiyatro Günü de, bizim ülkemizde, tiyatrocular mutlulukla, gönül ferahlığıyla kutlayabiliyor mu günlerini? Buna ‘evet’ diyebilmek olanaksız. Kara bulutlar sarmış dört bir yandan tiyatro perdesini. Yeni Akit gibi gazeteler, hafiyelik yaparak oyunları dikizliyor, oyuncuları hedef gösteriyor. Son olarak Şehir Tiyatrosu’nda Arda Aydın’ın yönettiği ‘ Ölü Adamın Cep Telefonu’ oyunu aldı nasibini bu hastalıklı zihniyetten. Neden tiyatrodan bu denli korku yorsunuz ? Bir oyunda gezi ruhu olsa ne olur? (ki ilgisi yok). Bilip bilmeden ‘Pornografik’ diye damgalamak nasıl bir sorumsuzluk. Nedir Şehir Tiyatrolarına sistemli yapılan bu saldırının nedeni Boşuna didinmeyin, boşuna karalamayın, hayatında belki tiyatroya bile gitmemiş okurunuzun kafasını daha da karıştırmayın. Muhafazalar tiyatro diye bir şey yoktur, olamaz. Sanatın doğasında vardır muhalefet, başkaldırı ve özgürlük. Tiyatro, insanı insana insanla anlatan tek sanat dalıdır, çok özeldir, biriciktir, ruhu besler, iyi gelir. Tiyatro, adamı insan yapar…Bilmem anlatabildim mi!
Özerk ve ödenekli sanat kurumlarının devletle kurduğu ilişkiyi dönüştürmeyi amaçlayan, onların sonunu getirecek Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) çıktı çıkacak. Devlet Tiyatrosu ve Devlet Opera ve Balesi’nin tavsiye sürecine girecek olması söz konusu. Atakürk Kültür Merkezi’nin yıllardır, Taksim’in göbeğinde karanlığa gömüldüğü yetmiyormuş gibi bir de talan edildi. Bugün saat 10.30 da Çağlayan Adliyesi’ne suç duyurunda bulunuldu. Özel Tiyatrolar, Gezi olaylarını destekledikleri için Devlet desteği alamıyor! Tiyatro yapılan salonların kapısına kilit vuruluyor, AVM veya otel yapılmak üzere. Hevesler kırılıyor, tiyatro ve tiyatrocular horlanıyor, aşağılanıyor, daha da kötüsü hedef tahtası haline getiriliyor. İşte bizde, böyle bir ortamda kutlanıyor Dünya Tiyatro Günü. Artık bu saldırılara bir dur demek gerek…Hem de hemen…
Her 27 Mart Dünya Tiyatro Günü geldiğinde, sezon bitiyor gibisinden bir hisse kapılırım. Bu ay içinde de yeni oyunlar çıkar ama genelde Nisan, artık sezon heyecanının etkisini kaybetmeye başladığı, yerini ödül heyecanlarının ve İstanbul Uluslararası Film Festivali’nin aldığı aydır. Dolayısıyla, klasik olacak ama bir sezonun daha sonuna geldik. Koşturduk, izledik, alkışladık, beğendik, beğenmedik, çok beğendik, hayal kırıklığına uğradık. Ama kendi adıma şunu rahatlıkla söyleyebilirim; Verilen emeği hiçbir zaman göz ardı etmedim. Çünkü bir oyunun seyircinin karşısına nasıl büyük bir özveriyle, nasıl sancılı bir süreçten geçerek çıktığını biliyorum.
Madem bugün ‘Dünya Tiyatro Günü’ madem 2014-2015 tiyatro sezonun da sonuna geldik, ben de sezonuna dair bir yazı yazmak istedim. Aklıma, gönlüme kalemime takılanları, estiği gibi, kendimce…
En çok alkışladığım ; Genco Erkal’ın tiyatrosunun elinden alındığı, Dostlar Tiyatrosu’nun salonsuz bırakıldığı bir Türk Tiyatro ortamından söz ediyoruz. Ama siz mi yıldıracaksınız koskoca Genco Erkal’ı. Yarım asırdır politik tiyatronun bayrağını taşıyan, bütün sansürlere, darbelere göğüs geren büyük tiyatro ustasını. Genco Erkal, 2014-2015 tiyatro sezonunu öyle bir oyunla açtı ki. Adı bile heyecanlanmam için yetti. 50 yıl aradan sonra Nicolay Gogol’un ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ oyunuyla anılarımı tazeledim, bu büyük oyuncuya bir kez daha hayran oldum, nasıl bir enerji, nasıl bir sahne hakimiyeti…Avuçlarım kızarıncaya kadar ayakta alkışladım, ıslık bile çalabilirdim! Evet bu sezon çok büyük bir saygı duyarak alkışladığım oyuncu sevgili Genco Erkal oldu. Oyunu, Kenter Tiyatrosu’nda seyrettim. Tarihi Muammer Karaca Tiyatrosu elinden alınınca, İstanbul sahnelerini dolaşan Genco Erkal, ne mutlu ki Kenter Tiyatro’nda da perde açtı, tiyatroya hareket, seyirci, alkış getirdi.
Hiç içime sindiremediğim: Söz madem ki Kenter Tiyatrosu’ndan açıldı, ben de bu yılki gönül yaramla devam etmek istiyorum. 1968 yılından bu yana, Harbiye’nin biricik tiyatrosu, göz bebeğimiz Kenter Tiyatrosu bu sezon perdesini açmadı, açamadı. 45 yıldır, tiyatro yaşamının vazgeçilmez mihenk taşlarından Kent Oyuncuları bu sezon oyun sahnelemedi. Gerçekten çok acı. Hocam Yıldız Kenter’in, hocaların hocası Müşfik Kenter’in tiyatrosu bu sezon perde açmadı. Nasıl gelindi bu günlere? Gerçi, tiyatroyu benim gibi yakından izleyenler için çöküş son birkaç yıldır kendini belli etmişti. Gişe bir açık bir kapalıydı. Bakımsızlık ve boş vermişlik vardı. Yıldız Kenter, kardeşi, canı, rol arkadaşı Müşfik Kenter’in ölümünden sonra yorgundu, evine çekildi. Kadriye Kenter, o dönem Genel Sanat Yönetmeni olduğu Bakırköy Belediye Tiyatroları ve Kenter Tiyatrosu arasında kaldı. Kızı Balam’la birlikte yürüttüler tiyatronun idaresini. Biliyorum çok zor bir sorumluluk, hiç kolay bir iş değil. Ama bir yönetim, oyun seçimi zaafı olduğu da kesin.
Kenter Tiyatrosu’nundan yetişmiş, Yıldız Kenter’in ve Müşfik Kenter’in öğrencileri birer birer terk ettiler yetiştikleri yuvayı. Hakan Gerçek, Engin Hepileri, Defne Halman…Onlar gittikten, Yıldız Kenter de tiyatrodan elini eteğini çektikten sonra sahnelenen oyunlar gişede pek başarılı olamadı. Vergi borçları vardı. Aklın yolu birdi, Kenter Tiyatro’nun bu dar boğazdan çıkabilmesi için mutlaka ama mutlaka başka tiyatrolara kiraya verilmesi gerekiyordu. Bir ara Devlet Tiyatrosu oynadı, sonra anlaşamadılar. Tiyatro Gerçek oynadı, onda da sorunlar çıktı. Ben burada taraf olmak istemiyorum, canım Yıldız hocamı da hiç üzmek istemiyorum. Ama Kenter Tiyatrosu benim için çok özeldir, benim tiyatroyu sevdiğim, tiyatroyu tanıdığım, sahnesine çıktığım, hocamın tiyatrosudur. Annemle babamın beni götürdükleri daha sonra benim anneciğimle gittiğim ve çok güzel anılar paylaştığım yerdir. Ama ne yazık ki giderek erimesine, yok olmasına tanıklık ettik bu güzelim tiyatronun. Seyircinin kimi gün, büfe açılmadığı için bir şişe su bile bulamadığı, duvarlarının döküldüğü, çatlakların oluştuğu, köhne bir yere dönüştü. Sadece insanlara değil binalara da hüzün çöker. İşte ben bu hüznü hissettim Kenter Tiyatrosu’nda. Gişede bizi güler yüzüyle karşılayan Tuna hanımın, kapıda ayaküstü hep sohbet ettiğimiz tonton Rıza amcanın sitemini duydum sanki. Oysa zamanında önlem alınsaydı, bir orta yol bulunup kira bedellerinde anlaşılsaydı, o gişe işler, bir oyuna bilet alan diğerine de alırdı. Çok yazık, gerçekten yazık.Mikadonun Çöpleri, Hamlet, Bedel, Üç Kız kardeş, Ayak Takımı Arasında, Ben Anadolu, Vanya Dayı, İhtiras Tramvayı ve daha niceleri gibi unutulmaz oyunları izlediğim, sahnesinden, buraya ömrünü adayan Müşfik Kenter’i uğurladığımız Kenter Tiyatrosu yaşamalı, yaşatılmalı…Keşke Genco Erkal devamlı bu sahnede oynasa, keşke bir banka, sanatsever bir iş adamı sponsor olsa da tiyatro yeniden canlansa. Çok geç olmadan.
En takdir ettiğim: Sami Berat Marçalı, ve Eyüp Emre Uçaray, 2010 yılında , ‘Biz gençler de sesimizi, istediğimiz çağdaş ve cesur oyunlarla duyuralım’ düşüncesinden yola çıkarak alternatif bir tiyatro topluluğu kurdular. İkinci Kat, başarısını her sezon biraz daha katlayarak geldi bugünlere. Onlar çok iyi anlaşan, birbirlerinin dilinden anlayan ve en önemlisi de ‘biz olduk artık’ diye havaya girmeyen bir ekip. Geçen sezon Karaköy’de, bir musluk atölyesini tamamen baştan yaratarak bir tiyatro salonu yaptılar. Şöyle bir tablo getirin gözünüzün önüne, seyirciler tiyatronun dış kapının önünde bekliyor. Karşı atölyenin çalışanları kir pas içinde çay içerek günün yorgunluğunu atıyor. Tam bir dostluk ortamı. Önceleri başıboş dolaşan köpeklerden korkuyordum, artık alıştım çünkü onlar da seyircilere alıştı! Amatör ruhla ama son derece profesyonel bir biçimde tiyatroya dört elle sarılan bu gençleri gerçekten takdir ediyorum. Repertuar tiyatrosu gibi her gece bir oyun sahneleniyorlar, dolu oynuyorlar. Bu sezon koltukları da yenilediler. Hem Karaköy’de hem Beyoğlu’nda Sekizinci Kat’ta oynuyorlar. Bizi şaşırtıyor, sarsıyorlar. Daha ne olsun!
Sezonun yazarı ; Sezonun yazarıyla (benim için) da İkinci Kat’ın Karaköy’deki salonunda izlediğim “Fü’ oyununda tanıştım. Murat Mahmutyazıcıoğlu’nu, Korku Tüneli ve Şapkalı O……Çocuğu’ nda oyuncu, Limonata’da ise yönetmen olara alkışlamıştım. İnsanın içine işleyen, derinden bir yerlere dokunan öylesine güzel bir oyun yazmış ki. ’Fü’nün ‘Mü’nün ve iki gencin hikayesini sanki hep gözlerim nemli izledim. Kuşak çatışması, geçmişle hesaplaşmalar, aile içi sorunlar, yalnızlık, birbirine mecbur olma, dinmeyen gönül yaraları, gençlik hayalleri, düş kırıklıkları…Hepsi Fü’de, hepsi Mahmutyazıcıoğlu’nun insanı hem duygulandıran hem gülümseten diyaloglarında. İzlemeyen kalmasın!
En etkilendiğim ; Craft’da iyi oyun, iyi oyunculardan izlenir. Bunu ilk sezonda anladım, düşüncem Enis Arıkan’ın ‘Garaj’ında perçinlendi, ‘Kalp Düğümü’nü de izledikten sonra artık eminim. David Eldridge’nin oyunu sert ama çok sert bir tokat gibi. Yine aile içi sorunlar, hem madde hem sevgi bağımlılığı, zarar veren aşırı düşkünlük, alkolizm, kardeş kıskançlığı, boşlukta kalmak, çaresizlik. Ve Melisa Sözen ve İpek Bilgin. İlk oyununda, hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan, muhteşem bir performans sergileyen Melisa Sözen, tüm övgüleri hak ediyor.
Sezonun en çalışkanı: Şehir Tiyatrosu’nda William Shakespeare’in ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda ve Tiyatro İstanbul’da, genç yazar Uğur Saatçi’nin İstibdat Kumpanyası’nda başrol oynayan Levent Üzümcü’yü ben yılın en üretken sanatçısı ilan ediyorum. Levent Üzümcü’, komedide de ne kadar başarı olduğunu, birbirinden çok farklı bu iki rolde bir kez daha gösterdi. Ayrıca, sanatçı sorumluluğunu, muhalif tavrını her zaman her platformda belli eden Levent Üzümcü’nün bu tutumunu çok takdir ettiğimi de eklemek istiyorum.
En uyumlu ikili: Sezonun en güzel sürprizlerden birini, İn Yer Face akımının ülkemizdeki öncüsü DOT yaptı. Kendi çizgisinden çıkarak, bize şiddetten, kavgadan gürültüden uzak, hoş bir aşk şarkısı, kıvamındaki ‘ İki Kişilik Yaz’ı seyrettirdi. Bu masal gibi aşk hikayesinin kahramanları Tuğrul Tülek ve Gizem Erdem benim için sezonun en uyumlu ve sevimli çiftiydi. Oyun boyunca dans eden, şarkı söyleyen ikili sahnede sanki bir bütünmüşçesine uyumluydular. Bize, sıradan olabilecek bir oyunu, oyuncularının nasıl kalkındırdığını da gösterdiler.
– Tiyatroyu hatırlayanlar: Dizilerin erken final yapması, yayından kalkması yani bu piyasanın krize girmesi, kimi oyunculara tiyatrocu olduklarını hatırlama fırsatı verdi! Birden tiyatro sahnesi kıymete bindi! Erdal Özyağcılar, 18 yıl sonra, aile tiyatrosu olan Martı’da Donald Churchill’in yazdığı ‘ Hoş geldin Boyacı’ adlı farsla selamladı seyirciyi. Hem kızına destek oldu hem sahne özlemini giderdi. Madem ki tiyatroya dönecekti, onun gibi iyi bir aktör çok daha nitelikli bir oyunla dönebilirdi diye düşündük doğrusu. Bir başka tiyatrocu olduğunu hatırlayan da Oktay Kaynarca oldu. Aslında tiyatro bölümü mezunuydu ama seyirci onu dizi oyuncusu olarak tanıdı. Büyük bir risk alarak, Ken Kessey’in romanından Milos Forman’ın sinemaya uyarladığı, bol Oscarlı’ Kafesten Bir Kuş Uçtu’da Jack Nicholson’un rolüne soyundu. Tabii ki bir Jack Nickolson değildi ama umduğumdan çok daha başarılı ve enerji doluydu.
Düş kırıklıkları: Sakir Gürzumar’ın ‘Kafesten Bir Kuş Uçtu’ oyunundaki rejisini ne kadar beğendiysem, Devlet Tiyatrosu yapımı ’, Thorvald Steen ve Tarık Ali’nin yazdığı Çöl Fırtınaları’nda da o kadar düş kırıklığı yaşadım. İki sevdiğim aktörün Tolga Evren (Selahaddin Eyyubi) ve Celal Kadri Kınoğlu’nun (Aslan Yürekli Richard) bile oyunculuklarının gölgelendiği ‘Çöl Fırtınaları’nda Cevahir’in o küçük sahnesinde dakikalarca haçlı savaşlarını seyretmek zorunda kaldık! Yine Devlet Tiyatrosu’nda perde açan Curzio Malaparte’nin çok sevdiğim oyunu ’ Kadınlar da Savaşı Yitirdi’ den de mutsuz çıktım. Savaşın kazananı olmadığını ama en çok da geride kalan kadınların kaybettiğini anlatan o muhteşem tekst Galip Erdal’ın rejisinde ve bana göre yanlış kast ve kostümlerle harcanmış oldu. Savaşın kasıp kavurduğu, kadınların açtıktan bedenlerini satmak zorunda kaldığı işgal ortamında, kokteyl kıyafetleri ve peruklarla gezen kadınlar hiç ama hiç inandırıcı değildi. Oyunda açlık ve sefalet vardı ama biz bunu sahnede göremedik!
Koskoca bir sezonun izlenimleri bu sayfalara sığacak olsa arkası yarın olur! Burada duralım. Bu akşam ve her akşam, tüm olumsuz koşullara, engellemelere rağmen perde açan tüm tiyatrocuların, o cesur ve çalışkan sanat insanlarının Dünya Tiyatro Günü kutlu olsun…Biliyorum sizin için her gün Tiyatro Günü ama bence bizim ülkemizin tiyatro emekçisi bu günü kutlamayı en çok hak ediyor. Çünkü o bir yandan sanatını icra ederken bir yandan da kendisini karalamaya çalışanlarla, iftira atanlarla, hakaret edenlerle, salonuna göz dikenlerle uğraşmak zorunda….
DÜNYA TİYATRO GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN, BU KARA SEVDAYA TUTULMUŞ TÜM TİYATRO EMEKÇİLERİ…SİZİN DE GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN, ARTIK ARAMIZDA OLMAYAN, YAŞAMINI TİYATROYA ADAMIŞ VE YOLUMUZU AYDINLATMIŞ BÜYÜK USTALAR…
Dünya Tiyatro Günü’nde, beni mutlu eden bir haber geldi: Taksim-Bebek Rotary Kulübü ve Rotary Club İstanbul- Pera III Sevgi- Saygı- Hoşgörü Tiyatro Şenliği 2014-2015 Rotary Tiyatro Ödülleri’nde, beni, Tiyatroya katkılarımdan dolayı ‘Yılın Tiyatro Eleştirmeni’ seçmişler. Beni onurlandıran tüm jüri üyelerine sonsuz teşekkürler.İyi ki bu dünyanın bir parçasıyım…
RENGİN UZ
www.dirensanat.com