Ve sonunda geldi…Broadway’in efsane müzikali, Andrew Lloyd Webber’in ölümsüz eseri ‘The Phantom of the Opera’ Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde 17 Mayıs’a kadar gösterimde. İzlenmeli, alkışlanmalı, ‘İşte müzikal böyle olur’ denmeli…Ben dedim!
Müziğiyle, rejisiyle, koreografisiyle, dekor kostümüyle, yani tümüyle heyecanlandıran bir oyun izlemek ne güzel. İşte dün gece böyle bir müzikale gittim. Efsane ‘The Phantom Of The Opera/ Operadaki Hayalet’. Kariyeri boyunca 17 müzikale imza atmış, 7 Tony,bir Oscar, bir Emmy, 6 Olivier ve bir Altın Küre ile taçlandırılmış Webber’ in, Cats ve Evita müzikalleri denince akla hemen Memory’ ve ‘Don’t Cry For Me Argentina’ şarkıları gelir. The Phantom of The Opera ise hemen ‘The Music of the Night’ı çağrıştırır ve bence, insanın içine su gibi akan bir melodidir. Gözlerini kapa ve hayal et…
Gaston Leroux’nun aynı adlı romanına (1909) dayanan eser, 1911 yılında Paris Opera Evi’nin eşyalarının satıldığı bir açık arttırmayla başlıyor. Daha sonra tanıyacağımız Christine’in sanat hamisi ve sevgilisi Raoul tekerlekli sandalyededir. Operanın ihtişamlı avizesi satışa çıkmıştır ve yaşlı adam bu avizenin operadaki hayalet efsanesi ile ilgili bağlantısından söz eder.Ve birden kendimizi 1881 yılında, ‘Hannibal’ operasının kostümlü provasında buluruz. Primadonna Carlotta aryasını söylerken, operadaki hayalet ölümcül planlarını yapmakla meşguldur. Genç soprano Chiristine Daae, bu esrarengiz eğitmenden ders almaktadır. Yüzü deforme olduğu için maskeli dolaşan ve hüzünlü bir geçmişi olan Hayalet, deli gibi aşıktır Chiristine’e. Onları müzik birleştirir. Operadaki hayalet, aslında genç kızın müzik meleğidir ve ona içindeki cevheri keşfetmesi sağlamıştır. Eğer Christine operada başrol oynamazsa kötü şeyler olacaktır. Operanın yer altı dehlizlerinde, güzel kadınla çirkin adamın macerası başlar. Christine ve Raoul birbirlerine aşklarını itiraf ederler ama zor bir karar beklemektedir genç kadını…
The Phantom of the Opera’da, müzik, aşk, tutku, ihtiras, gerilim, korku, güzel, çirkin, hepsi bir arada ve çok dengeli bir şekilde harmanlanmış. Webber’in müziğini dinlemek zaten başlı başına bir mucize gibi. Ve nasıl başarılı, uyumlu bir kadro. Hayır, sakın Cats müzikalinde olduğu gibi ikinci, üçüncü sınıf kast gelmiş sanmayın. Bir süre önce Broadway’de izlemiş olanlar da söylüyor ‘birebir aynısı’ diye. Tabii oyuncular değişebilir ama kalite değişmiyor. Harold Prince’ın, sürprizli, görselliği öne çıkartırken özü kaçırmayan gerilimli rejisi, Gillian Lynne’in muhteşem koreografisi. Hele o kostümler; Bu kadar zevkli kostümü bir arada görmedim. Sonra dekor, bu kadar devasa olup da (toplam 160 ton) bu kadar zarif ve şık durması. Yandan inen perdeler, o sahne geçişleri. Tek kelimeyle ‘harika’. Operadaki Hayalet rolünde Brad Little yüzündeki maskesiyle bence çok karizmatik. Chiristine’i oynayan Emilie Lynn, 1950’li yılların film yıldızlarına benziyor, yani hem kendi güzel hem sesi. Müzik direktörlüğünü Stan Tucker’in yaptığı orkestrada, üç kişi dışında tüm müzisyenler bizden. Onlarla da gurur duydum.
Operalardan kostümlü provalar, yer altı labirentleri, göl sahneleri, opera evinin çatısı, maskeli balo, mezar sahnesi, sahne arkaları, opera gösterileri…yani bir sürü birbirinden görkemli sahne…Ama müzikal uzamıyor. Verilen arayla birlikte 2 saat 40 dakika. Bunu şunun için yazıyorum, böylesine dünya çapında bir müzikal bile tadında bırakılıyor ama ne yazık ki bizim bazı oyunlarımız bitmek bilmiyor, uzuyor, sarkıyor ve sıkıyor…
İlk kez 1986 yılında Londra’da sahnelenen Operadaki Hayalet, 30 yıldır 40 ülkede, 110 şehirde, 80 milyonluk bir izleyici kitlesine sahip. Ayrıca, Broadway’in en uzun soluklu müzikali. İlki 1916’da olmak üzere 8 kez beyazperdeye uyarlandı. Ve İyi ki yolu İstanbul’a da düştü. Unutmadan hatırlatmak isterim, oyunda tepeden sahneye kayarak düşen avize 1 ton ağırlığında. Yani isterseniz ön sıraları değil de balkonu tercih edin!
RENGİN UZ
www.dirensanat.com