“DİKRAN : Sizin için artık Hayalet Antre yok. Hayalet Antre’yi duydunuz? Oyunsuz kalan oyuncular sahneyeçıkmak için olur olmaz yerlerde öyle beklerler…”
Bir geçmiş zaman trajedisinin tutanağı aslında “Hayal-i Temsil”.Teşrih masasına yatırılmış olan, bireysel ve toplumsal zelzelelerle sarsılan bir dönem. Gerçek hayatta hiç bir araya gelmemiş iki kadının ( Afife Jale, Bedia Muvahhit ) ve onların hayatlarına karışan erkeklerin anlatıldığı bir oyun, şeklinde özetleyebiliriz “Hayal-i Temsil”i. Ustaca yorumlanmış karakterlerle,her biri iz bırakan,birinci sınıf oyunculuklarıyla, bana göre, sezonun yüz akı… sahici ve düşün,eşsiz ruh çözümleriyle aktarıldığı “Hayal-i Temsil” her açıdan, 2014-2015 tiyatro sezonunun kapandığı şu günlerde, adeta bir ‘son söz’ niteliğinde. Başlıbaşına bir tiyatro hadisesi olarak da, değerlendirilebilir… Yaşanmış olanla, kurmacanın, somut gerçeklikten, hayale, hayalden kasırgalı medcezirlere akışı… Yorgun, bezgin, karabasanlı ödeşmelerin, tutkulu bir sevdanın, imkansız seçimlerin öyküsü ya da.
Ahmet Sami Özbudak teknik, duygu ve ifade varsıllığı, öz ve biçim uyumuyla yepyeni bir oyun yazmış.Hem de Türk Tiyatro Yazını’na boyut katabilecek derinlikte bir oyun.. tiyatroya sevdalı iki kadının masalsı hayat tasviri, ancak bu kadar güzel biçimde ortaya konulabilirdi zaten… Konu, devir ve oyunculuk baştan sona az rastlanır bir ahenk sergilemekte.Her türlü iğretilikten uzak, yüksek seviyeli bir çalışma olarak da “Hayal-i Temsil”, bana göre, alkışı fazlasıyla hak eden bir çalışmanın ürünü.
AFİFE:”Geldiğin için teşekkür ederim. “
DİKRAN: Ne demek efendim; bir aktris makyajsız sahneye çıkmamalı.
BEDİA: Of! Beni Hisse-I Şayia ile gömecekler.Bazı oyuncuların hiçbir şeyi beceremeyip bari sahneye çıkayım dediğini düşünüyorum. Suflörü duymuyor, sağırlıktan değil, beceriksizlikten ha! Sahnede sufle vermekten bir hal oluyorum bazen.(Dikran’ın sessizliğini fark eder) Neyin var senin? AFİFE: Yapayalnızım ben. DİKRAN:İnsanoğlunun en büyük yanılgısı yalnızlıkla mücadele etmek. BEDİA: Ölüm dediğin nedir ki, derin bir uyku, oldu bitti. Bu haberleri aldıkça kendi sonunun da yaklaştığını düşünüyor insan… AFİFE: Dikran, ben ölüyor muyum? DİKRAN: O nasıl kötübir kelam, hikayeniz şimdi başlıyor.”
Biri öncekini ve ötekini düğümleyen, ama hepsi de oyun için de bir bütün meydana getiren karakterlerin (Dikran, Ahmet Refet Muvahhit, Zaptiye, Boris, Nazır, Fikret Şadi, Selahattin Pınar, Eczacı) yorumunda Yiğit Sertdemir olağanüstü bir başarıya imza atıyor. Özellikle finalde (ki oyunun bir bakıma iç çığlığıdır) Afife Jale ile Bedia Muvahhit’in kucaklaşma sahnesinde Şebnem Köstem ile Hümay Güldağ ‘üstün oyunculuk’larıyla bir kez daha tiyatromuzun ‘unutulmaz’ları arasında olduklarını hatırlatıyorlar.
Afife Jale ve Bedia Muvahhit’in toplumsal, bireysel, trajik serüvenlerinde bitişle başlangıcın, çöküşle, yükselişin ayrıntılarını tüm katmanlarıyla ustaca iletiyorlar izleyiciye. Üslup incelikleriyle bezenmiş harikulade bir oyunculuk , sözünü ettiğim. Her ikisi de sadece’ kendi olmak istemiş, nice korkulukları yerle bir etmiş, aralarında hep kan bağı olan’ o iki güçlü kadını, Bedia Muvahhit ve Afife Jale’yi öyle canlandırıyorlar ki… İzlerken tanık oluyorsunuz tüm yaşananlara; kalbinizle, beyninizle … Ortak bir yazgı gibi ardı sıra savruldukları ihtiraslarıyla o iki kadın, bir dönemin ruh iklimini içe işleyen bir melodram esintisiyle yansıtıyorlar sahneye. İsyanları, sayıklamaları, vazgeçişleri, yeniden başlamaları, hatırlayışları, düşüş, yükselişleriyle… Geçmişten çıkagelen bir hüzünle ürperiyorsunuz, adeta. Aynı soruların, aynı korkuların, aynı heyecanların,yıkılışların oluşturduğu bir yolun tam da başında hissediyorsunuz kendinizi. Gerçek tiyatro izlemenin tadı da bu zaten.
Büyük bir özenle dengelenmiş replikler, yer yer simetrik bir biçimde ustalıkla iliklenmiş birbirine. Zaten,”Temsil-i Hayal” en ufak bir tökezlemeyi kabul etmeyen bir grup oyunu. Hiç aksamayan sahne trafiği, hızlı temposuyla seyircinin ilgisini sürekli canlı tutmayı başarıyor. Tiyatronun özgün, tılsımlı dilini oyuncu ve izleyici aynı anda yaşıyorlar… Damarlarda akan ‘tiyatro kanı’nın sıcaklığını aynı anda hissediyorlar.”Temsil-i Hayal”i üst düzeyde, büyüleyici bir esere dönüştüren de bu kusursuz uyum aslında.
“DİKRAN: Tutku nedir biliyor musunuz? Bence tutkun olmak lazım bir şeylere…Denize, gemilere, tayyarelere belki de bir böceğe. Bence insanı insan yapanöğrenme kabiliyeti değil tutkusu. Sıradan birşeyden değil, vahşice bir tutkudan bahsediyorum. Tutku ölümü yok sayan bir histir…”
Işık tasarımında Cem Yılmazer, kostüm tasarımında Nihal Kaplangı, koreografide Cihan Yöntem, efekt tasarımında Kadir Arlı, Müzik uygulamada Tuluğ Tırpan, Hüseyin Tuncel bir kez daha harikalar yaratıyor.
O yılları ve Afife Jale ile Bedia Muvahhit’in içsel yolculuklarını en gerçekçi biçimde sahneye taşıyan, atmosfer yaratan, estetik değerleri sürekli yüksekte tutan, her ayrıntının üzerinde hassasiyetle durulmuş rejisi, seyirci-sahne arasındaki o organik bağın baştan sona hiç kopmamacasına kurulduğu, üç oyuncunun da aksamadan yakaladıkları müthiş birliktelik; Bu karakterleri kimse Şebnem Köstem, Hümay Güldağ, Yiğit Sertdemir gibi yaşar kılamazdı, dedirtiyor izleyiciye. Rolleriyle kurdukları doğru, tutarlı ilişki, nüansların altını çizen yorumlar, hiç aksamayan sahne trafiğiyle bu işin; tiyatro oyunculuğunun hakkını veriyorlar sonuna kadar… ve birbirini tökezletmeyen, çelme takmayan usta oyunculuklarıyla bu sezona silinmez bir imza atıyorlar. İzleyici olarak , elli sezonu geride bırakmış (arada zorunlu kısa fasılalar olsa da) bir tiyatro tutkunu olarak, onlara minnettar kaldığımı söylemekten öte bir şey gelmiyor elimden. Kısaca, ortak yaratıcılığın alkışlanılası bir örneği ” Hayal-i Temsil”. Son yılların en önemli tiyatro hadiselerinden biri olarak nitelendirilebilecek bir sanat şöleni. Evet, tiyatromuzda güzel şeyler oluyor. Üzerinde uzun yıllar konuşulacak mükemmellikte bir başarıya imza atan Yiğit Sertdemir, Şebnem Köstem ve Hümay Güldağ’ı bir kez daha kutluyorum. Ve bu yapımı gerçekleştiren İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nı da.
PINAR ÇEKİRGE