İktidar yandaşı yazarlarımızın her sıkıştıklarında başvurdukları belirli konular var: İstanbul Atatürk Kültür Merkezi de bunlardan biri. Bizi yönetenlerin – Cumhurbaşkanı’ndan Beyoğlu Belediye Başkanı’na kadar uzanan bir silsile- yıkmayıp yıkılması için kaderine terk ettikleri talihsiz yapı yeniden hatırlandı ve “tez yıkılsın” yazıları görülmeye başladı.
Gerekçe de “ucube” oluşu. İstanbul’un modern mimari yapıları arasında önemli bir örmek olan bu yapı aynı zamanda opera binası olarak yapılmış tek bina. Bu “yıkılsın” talepleri zamanında Şehir Tiyatroları’nın Tepebaşı Sahnesi için gösterilen -hepsi de sonuçsuz kalmış- çabaları anımsatıyor. Bugün o tiyatronun yerinde bulunan TRT binası için kimse “ucube” demeye cesaret edemediği gibi bunca yıl buraya yeniden tiyatro binası yapılacağı vaadlerini de hatırlatmıyor. Bir de müze projesi vardı o da ayrı bir acıklı serüven…
Aslında bütün bu çabaların ardında belirli bir amaç var: Yöneticilerimizin toplumun kültürel hafızasından son iki yüz yılı silme çabası. Osmanlı maddi kültürünün yaşatılma çabasının binde biri Cumhuriyet için sarfedilmiyor. “Yıkılsın”cıların hiçbiri de yeni bir opera binası için öneride bulunmuyor. Öncelik ‘yıkmak’ta. Peki o zaman niçin IŞID şu türbeyi yıktı, şu binayı havaya uçurdu diye kızılıyor ki. Demek ki onlar için de bu yapılar “ucube”… Elbette kargadan başka kuş Sinan’dan başka mimar tanımayan muhafazakârlarımızın da mimarlık tarihi bilgisi o kadar… Bu arada sayın İstanbul Belediye Başkanı’nın imzası başındaki Dr. sıfatının ‘sanat tarihi doktorluğu’ olduğunu da belirtmeliyim. Görünen o ki istenen; AKM’nin yıllarca bir iskelet halinde zaten kaderine terkedilmiş haliyle çevresindeki Gezi Parkı ve Taksim Meydanı ile birlikte bir Cumhuriyet enkazı olarak sunmak.
Sadri Alışık Ödülleri töreninde tiyatrocularımızın mesleklerine ve sanata sahip çıkmaları çok övülesi ve takdir edilesi bir davranıştı… Levent Üzümcü’nün, Rıza Kocaoğlu’nun, Defne Halman’ın konuşmaları umutlarımızı tazeledi diyebilirim. Her zaman olduğu gibi malum medyadan saldırılar anında başladı. Vatana ihanetten faşistliğe, dinsizlikten cahilliğe uzanan bir dizi suçlamada bulunuldu. Ne dedi ki Defne Halman: AKM yıkılmaya terkedilmesin, Rumelihisarında tiyatro sahnesine mescit yapılmasın, sansür olmasın…
İmdi; bu suçlamalarda bulunanlarla birlikte hükümetin politikalarını onaylayanlar, yemeklere katılanlar hep birlikte bunu onaylamadıklarını açıklamalı ve aksi düşüncelerini söylemeli: yani; AKM yıkılmalı, yetmez diğer tiyatro salonları da, Emek yetmez diğer sinema salonları da… Rumelihisarı’ndaki sahneye mescit yetmez Açıkhava Tiyatrosu’nun yerine de bir büyük cami yapılmalı hatta elli bin kişiyi geçerek bir rekora imza atılmalı… Sansür yetmez özellikle kendilerinin yer aldığı -hatta tatminkar bir hakkı huzur verilerek- sansür kurulları oluşturularak sansür çabalarının daha da ağırlaştırılması…
Rumelihisarı mescidi için gerekçe de daha önce orada bulunmuş olması. Yalnız o mescit orada bulunduğunda koskoca bir kale içi mahallesi vardı. Acaba bu mahalle de ihya edilecek mi? İnşaatçılarımız bundan böyle hazırlıklı olmalı, kale içinde bir anda şık villalardan oluşan bir site ihale edilebilir… Şimdiden kale önünde çadır kuranlar var da…
Ülkemizin makûs talihi böyle… Eloğlu üretmekle meşgulken, biz yıkmak yarışındayız. Teknoloji gelişti ama kimsenin aklına dünyadaki gelişmeleri izlemek, yapılan salonları, sahnelenen oyunları merak edip internetten bakmak gelmiyor.
HAMİ ÇAĞDAŞ
www.dirensanat.com