Her seçim sonrası olduğu gibi bütün medya organlarında seçim sonuçları tartışılıyor. Falanca parti şunun için kazandı, filanca da bunun için kaybetti gibi tartışmalar sürüp gidiyor. Daha da sürecek gibi görünüyor. İzlediğim kadarıyla çoğunlukla ekonomik, siyasi, sosyolojik nedenler ileri sürülüyor, ancak kimse bu sonuçların çok uzun süren bir yatırımın sonucu olduğunu göz ardı ediyor. Yatırım nitelemesi kültür dünyasına ilişkin…
Hükümetler iktidarları sırasında Türkiye Cumhuriyeti’nin büyüdüğünü, dünya sıralamasında üst sıralara tırmandığını iddia ederler. Ancak kimse kültür ve sanat dünyasında yerimiz konusunda bir şey söyleyemez. Türkiye haritasında sağ – muhafazakâr partilerin kazandığı illere bakalım. Bu illerin kültürel hayatındaki gelişmeleri düşünelim… İktidarlar onbinlerin sığdığı camiler, statlar yapıyorlar da bir tiyatro, konser salonu, kütüphane, müze yapıyorlar mı… Kaç tiyatro topluluğuna sahipler ya da orkestraya?… Ama belediyelerimiz Sema Topluluklarına, Mehter Takımlarına, sanat müziği topluluklarına sahipler. Sahipler de bunların etkinlik sayısı nedir? Ya da bu alanda ne gibi araştırmalar yapmışlardır, yeni bir eser bulmuşlar mıdır, “Acaba öyle miydi?” sorusunu sormuşlar mıdır? Bu etkinlikler kaç uluslararası yayın organında yer almıştır? Bu soruları bilim dünyası için de sorabiliriz: Her ile üniversite kurduk da kaçında uluslararası standarda sahip bilimsel araştırmalar yapılıp yayınlanıyor? Kaçında araştırma hastanelerinde ‘araştırma’ yapılıyor. Cevap olarak Nobel Ödülü’nü örnek verebilirsiniz. Bu ödül Türkiye’deki üniversitelerde yapılan araştırmalar sonucu mu alındı?.. Üstüne üstlük Cumhurbaşkanımız bu ödülün taraflı verildiğini söyleyip eleştirdi de.
Temel sorun, insanımızı okutmak, okuma yazma öğretmek değil. Okuduğunu anlamasını, bu okuduklarından sonuçlar çıkarıp, onları yorumlayıp, sorular sormak, hayatına rehber edinmesini sağlamakta. Bu, ancak kültürel gelişim ile mümkün olabilir. “Neden’, ‘nasıl’ sorularını sorabilmek yalnız okumakla olmaz, okuduklarını sorgulamakla olabilir. Yakın geçmişte yaşadıklarımız bunun en güzel örneklerini verdi: Demokrasi adına dergi ve gazeteler yasaklandı, kitapçılar yakıldı, yağmalandı… Bunlar olurken kitap yazanlar, gazeteciler yapılanları destekledi. Hemen “hayır” demeyin, susmak da bir anlamda desteklemektir. Okur yazarlarımız, gazete köşe yazarlarımız şehirlerimizde kitapçı yokluğundan yakınırlar… Kırşehir’de bir kitapevi göz göre göre yakıldı. Çıkan haberlerde kitapevini yakanlar değil de sahibi “filanca partili” diye suçlandı, bunda da bir ittifak sağlanamadı. Bunun sonunda kim kitapevi açacak?.. Yalnız iktidar partisine mensup olanlar ve onun yayınlarını satanlar mı?
Sanat dünyası da bunu yaşamadı mı? Atatürk Kültür Merkezi’nin ne olduğunu bilmeyen Kültür Bakanımız oldu… “Muhafazakâr sanat” diye bir kavram ortaya atıldı ama ne olduğu, örnekleri bir türlü anlatılamadı, sonra vazgeçildi… Zanaat ile sanat arasındaki ince ama çok önemli çizgi yok sayılınca her şey birbirine karıştı. Zaten muhafazakâr iktidarların en sevdiği kültür politikası kavram kargaşası yaratıp tartışmaları çıkmaza sokmak oldu her zaman.
Tiyatrolar bu gelişmelerden aslan payını aldı. Evet şimdilik basılan, yakılan tiyatrolar yok… Ama hükümetlerin bu alandaki tek politikası ‘para dağıtmak’ (!). Bu paralar ne yapılıyor, kağıt üzerinde ‘tabela’ tiyatro toplulukları ortaya çıktı o kadar…
Bir kez daha soralım, ama heyecana kapılmadan düşünerek: Seçimi kim kazandı, ne yaptı da kazandı?
Bitmedi. Perdeler açıldı, tiyatroların yanı sıra kültürel sorunlarımız da yazı konumuz olacak.
HAMİ ÇAĞDAŞ
www.dirensanat.com