Oyun Atölyesi, Arthur Miller’in, gerçek bir olaya dayanarak yazdığı ‘Köprüden Görünüş’ü sahneliyor. Hira Tekindor’un sahneye koyduğu bu toplumsal suçlama, can acıtıcı kıskançlık ve göçmen dramı, sezonun en iyilerinden.
‘Amerikan Rüyası’nı, insan ruhunun derinliklerinde gezinerek, çoğunlukla aile içinde irdeleyen Arthur Miller, bireysel dramlar anlatıyor gibi görünse de aslında çağının önemli ahlakı, siyasi ve toplumsal olaylarına eğilir. Bu sezon Oyun Atölye’sinde perde açan ‘ A View from the Bridge / Köprüden Görünüş’, yazarın Satıcının Ölümü, Bedel, Bütün Oğullarım, oyunlarında olduğu gibi, insanın içini acıtan bir toplumsal suçlama ve isyan barındırıyor. Hira Tekindor’un sahneye koyduğu Köprüden Görünüş’ün çevirmeni, Gül Y.Yıldırım (başarılı bir çeviri)
Amerika, en büyük göç dalgasını Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ekonomisi tamamen çöken Avrupa’dan aldı. Daha iyi bir hayat yaşamak, para kazanmak amacıyla evlerini, ailelerini terk edip ‘Amerikan Rüyası’nın peşine takılanlar kendilerini bu kıtada buldu. New York’un Harlem mahallesinde dünyaya gelen Miller de, babası Macaristan’tan ABD’ye gelmiş bir göçmen çocuğuydu. Köprüden Görünüş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Sicilya’dan ABD’ye göçmek zorunda kalmış kaçak işçilerin ve yanlarına sığındıkları ailenin, iyi niyetle başlayan, giderek kıskançlık ve tutkunun göz göre felaketi hazırladığı çağdaş bir tragedya.
Arthur Miller, 1987 yılında, ‘Köprüden Görünüş’ oyunu üzerine, BBC kanalında yaptığı konuşmasında şunları söylemiş; Red Hook bölgesi ve rıhtımı Brooklyn Köprüsü’nün tam altında yer almaktadır. O köprünün üstünde gece gündüz akan o müthiş trafik beni her zaman çok etkilemiştir; İnsanlar New York’un zengin mahallelerinden fakir mahallelerine-ya da başka yerlerine- durmaksızın yolculuk ederler. Köprünün üstünden geçerken, tam altlarında yaşanan bu Yunan tragedyasının farkında değildir hiçbiri. Kimse düşünmez o mahallede ne yaşandığını, bilmez kimse.”
Yazar oyunu, Vincent Longhi adındaki avukat arkadaşından dinlediği gerçek bir olaya dayandırarak yazmış; Brooklyn’de İtalyan kökenli Amerikalıların çoğunlukta olduğu Red Hook semtinin göçmen nüfusu, ekmek peşinde koşarken, rüyalarını tüketip hayatın acımasız gerçeği ile karşı karşıya kalırlar. Onlar için Özgürlükler ülkesi Amerika, sadece köprünün altından gördüklerinden ibarettir. Tıpkı, bu semtte yaşam kavgası veren liman işçisi Eddie Carbone gibi. Eddie, karısı Beatrice, onun genç ve güzel yeğeni Catherine ile birlikte yaşamaktadır. Evliliğindeki mutlu günler çoktan geride kalmış, onu yaşama bağlayan, dinlendiren tek şey, üzerine titrediği, her zaman gözünün önünde olmasını istediği yeğenidir. Beatrice’in iki kuzeni Marco ve Rodolpho’nun, Sicilya’dan gelerek, onların evine sığınmasıyla, monoton yaşamları altüst olur. Kaçak göçmenlerden, bekar ve yakışıklı Rodolpho’nun Catherine’le aşk yaşaması, Eddie’nin bastırdığı büyük tutkusunu gün ışığına çıkarır. Edde’nin, inatla, gözünü kör eden tutkusunun peşinden gitmesi, çok büyük yaralar açacak, onun ve aslında hepsinin trajik sonunu hazırlayacaktır.
İLK TİYATRO DENEYİMİ
Yine Oyun Atölye’sinde ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ ile ilk yönetmenlik deneyimini yaşayan Hira Tekindor, bu ikinci sınavında da başarı olmuş. Oyun hakkında hiç bir fikri olmayan seyirci bile yönetmenin yarattığı atmosferden, olayların giderek tırmanacağını ve içinden çıkılmaz bir hal alacağı sezebiliyor. Seyirci gelecek felaketi bekliyor sanki. Genç Tekindor, çağdaş tragedya mantığında yazılmış oyunu, o ruha sadık kalarak sahnelemiş. Olayların akıcılığını, tragedyalardaki koro başına ve yazara ilham veren avukata gönderme yapan, sağ duyunun sesi, Eddie’nin avukatı Alfieri sağlıyor. Sahnenin neredeyse boş olması da yönetmene olanak tanıyor. Hani temiz iş derler ya, aynen öyle bir iş çıkmış ortaya.
Sürpriz bir isim var kadroda; Adını televizyon dizileriyle duyuran Bülent İnal, liman işçisi Eddie rolünde. Tiyatro kökenli olduğunu bilmediğim için şaşırdım. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunuymuş. Yine şaşırdım. İnsan bu kadar iyi bir tiyatro okulunu bitirir de, neden tiyatrodan bunca zaman uzak kalır? Ailesinin tüm sorumluluğunu üstlenmiş, ayakta kalmak için hep çalışmış, hep didinmiş, bedenen ve ruhen yıpranmış, eskimiş evliliğini zoraki sürdürmüş, yeğenine duyduğu yasak aşkı ve tutkuyu bastırmış, vicdanı ve sorumluluklarıyla hesaplaşan, dürüst ve ahlaklı Eddie’de Bülent İnal’ı başarılı buldum. Güçlü kuvvetli olması gereken liman işçisine fizik olarak yakışmış olsa da önce sert vurgularını, yüksek perdeden konuşmasını yadırgadım. Ama çok geçmeden Eddie’nin böyle olması gerektiğine beni ikna etti. Oyun ilerledikçe, ‘İyi ki bu rol için onu seçmişler’ bile dedim. Bülent İnal’ın Eddie Carbone’si, sezonun sürpriz performanslarından biri oldu benim için. Umarım geçici bir heves değildir, tiyatroda kalıcı olur.
Eniştesinin koruması altında, büyümesine, ayakları üzerinde durulmasına izin verilmediği için kendini tam olarak bulamamış, genç ve güzel Catherine ‘de Nazlı Bulum var. Hem fizik hem oyun tarzı olarak bana Canan Ergüder’i hatırlattı. Yetenekli ve sahne sempatisi var. Geçtiğimiz sezon ‘Tesir’ oyununda çok beğendiğim, bu rolle tiyatro ödüllerini toplayan Aslı Yılmaz, kendi halinde, elinden kayıp giden kocasıyla kızı gibi sevdiği yeğeni arasında kalmış, yaklaşmakta olan tehlikenin farkında, çaresizce çırpınan Beatrice’i oynuyor. Olması gerektiği gibi öne çıkmadan görevini yapıyor.
Olayları birbirine bağlayan, tragedyalardaki korobaşı görevini üstlenen, Eddie’nin avukat Alfieri rolünde Kubilay Karslıoğlu, ağırbaşlı yorumu ile oyunun denge unsuru. Fırsatlar ülkesinde fırsat arayan, genç, yakışıklı, aklı havada, heyecan dolu ve Catherine’e aşık olan Rodolpho’da, Aykut Akdere, yüksek tempolu bir oyunculuk sergiliyor. Ailesine para göndermek için çalışan kaçak göçmen Marco’da Ercüment Acar yönetmenin istediğini veriyor. Diğer rollerde, kadroya ayak uyduran Sedat Bilenler (Tony) ve Melih Pamukçu’yu (Memur) izliyoruz.
Köprüden Görünüş’ün sahne tasarımı, Zerrin Tekindor imzasını taşıyor. Tablolarına bayıldığım için beni heyecanlandırdı. Köstüm tasarımı belirtilmemiş ama benim gibi bu durumu merak edecekler için bir açıklama var oyun dergisinde: Oyun Atölyesi’ne göre ‘Sahne Tasarımı’ terimi, hem dekor hem kostüm tasarımı öğelerini içeriyormuş. Soyut bir dekor tercih edilmiş. Arkada bir kapı, iki tane de bank. Asıl dikkat çeken ise, üzerinde belli belirsiz figürlerin yer aldığı renkli fon perdesi. Zerrin Tekindor ressamlığını konuşturmuş. Sanki köprünün üstünde, göçmenlere çok uzaklardaki başka dünyalar var karşımızda… Kostümlere gelince… Eddie’nin kostümü dışındakileri pek beğenmedim. Hep aynı zevksiz elbiseyle dolaşan yoksul işçi karısı Beatrice’in evde neden yeşil topuklu ayakkabı giydiğini ise anlayamadım! Köprüden Görünüş’ün müzik ve ışık tasarımında da iki marka isim, Orhan Enes Kuzu ve Kemal Yiğitcan var.
Arthur Miller’in Köprüden Görünüş oyununu, sezonun izlenmesi gerekenleri listesine kaydedebilirsiniz…
RENGİN UZ
www.dirensanat.com