Bu yıl İstanbul’da sanki Neil Labute rüzgârı esiyor. Önce “Hansel ve Gretel’in Öteki Hikâyesi”, sonra “Özel Kadınlar Listesi”, şimdi de “Vurgun”. Labute geçen yıllarda sahnelenmiş oyunlarıyla da türk seyircisinin yakından tanıdığı bir yazar. Kişileri her ne kadar Amerikalı da olsa, bize hiç yabancı gelmiyor. Yaşadıkları acılar modern toplumların, günümüz insanının acıları. Hepsi de modern bir trajedinin kahramanları sanki.”Vurgun”daki kişiler de öyle.
“Vurgun” iki monolog ve bir dialogdan oluşmakta. Birbirinden farklı, ama birbiriyle çok yakın benzerlikleri olan üç oyun. Birinci oyunun adı “İphigenia Orem’de”. Oyunla mitolojideki İphigenia arasında büyük paralellik var. Kısaca bir anımsayacak olursak: İphigenia, Agamemnon’un kızı. Efsaneye göre Agamemnon Truva’yı istila etmek üzere yelkenli gemileriyle yola çıkar. Truvayı istila etmek onun için bir şeref meselesidir. Birden rüzgâr kesiliverir. Komutanlarından biri, güzel kızı İphigenia’yı tanrılara kurban ederse rüzgârın yeniden çıkacağını söyler. Agamemnon Truva’yı almakla kızını kurban etme arasında kalır ve sonunda görevi uğruna kızını kurban eder.
Bu oyunda da bir iş adamı iş yaşamındaki, profesyonel iş kariyerindeki başarısı ile aile babası olma arasında bir tercih yapma durumundadır. Yorganın altına kaymış, boğulmak üzere olan bebeğini kurtarması mümkünken, kapitalist düzenin acımasız koşulları altında seçimini yapar…
İkinci oyun, “Aziz Kazlar Çetesi”nde sıradan bir genç çift, genç arkadaşlarıyla birlikte bir kutlama için birkaç günlüğüne New York’a gider. Arkadaşlar arasında geçen, herkesin çok eğlendiği bu unutulmaz kutlama gecesi bir eşcinselin acımasızca, vahşice ve alçakça katledilmesine dönüşür.
Üçüncü oyun “Medea Redux”te de mitolojideki Medea’ya dolaylı bir gönderme olduğunu görmekteyiz. Çok genç bir kız, daha on dört yaşında. Öğretmenine aşık olur ve ondan gebe kalır. Öğretmeni kendisini habersizce terk etmiş ve birçok sorunla mücadele etmek zorunda kalmış olmasına rağmen çocuğunu doğurur. Ve on dört yıl sonra, oğlunu tanıştırmak için onunla buluşur. İntikamı korkunç olacaktır…
Üç oyunun da birçok ortak noktası var. Her oyunda vahşice işlenen bir cinayet söz konusu. İşlenen bu cinayetlerin hepsi cezasız kalmış (asıl suçlu kim? Sorusunu sorduruyor seyirciye). Cinayetleri işleyenler hiç suçluluk duygusuna kapılmıyor. Vicdan azabı çekmeden, en küçük bir ahlâk kaygısı duymadan itiraf ediyorlar yaptıklarını. Kendilerini haklı çıkartmak ya da bağışlanmak gibi bir kaygıları yok. Yalnızca yaşananları itiraf ediyorlar, bunları sizinle paylaşıyorlar. Yazar da onları yargılamıyor, durumlarını ortaya koyuyor yalnızca. Ve bu insanlar, yolda yürürken hergün yanımızdan gelip geçen, fark bile etmediğimiz, sıradan insanlar.
Oyunları yöneten İskender Altın bunlara üç ortak nokta daha eklemiş: Otel görevlisi, otel odası ve askılık. Birinci oyunda oyuncunun askılığa asılmış bir gamboçla konuşması bana inandırıcı gelmedi. (Bu, ana metinde var mı, bilmiyorum.) Bir otel odasında tek başınayken o denli yüksek sesle bağırmaları da çok gereksiz ve yersiz geldi bana. Çünkü bu bir itiraf oyunu, bu kadar abartı gerçekliğini kaybettiriyor. Murat Taşkent ne denli elinden geleni yaparsa yapsın, oyun sonundaki etkisini yitiriyor bu yüzden.
İkinci oyunda Ezgi Yağ ve Sefa Tantoğlu uyumlu ve dengeli bir oyunculuk çıkarıyor. O tertemiz, parmakla gösterilebilecek çiftten nasıl bir cani çıktığını, bu dönüşümü çok başarılı veriyor Sefa Tantoğlu.
Labute’nin metinleri oyuncuların yeteneği ve monologlara hakimiyetiyle hayat bulan metinler. En ufak bir aksamanın sıradanlaştırabileceği, seyirciyi sıkabileceği metinler bunlar. Bu açıdan, üçüncü oyunu yorumlayan Lâçin Ceylan’ı yürekten kutluyorum. Giderek yükselen büyük bir kreşendoyla finale ulaştırıyor oyunu. Rahat ve dengeli oyunculuğun, her sözün anlamını hareketleriyle tamamlayarak, hiç aşırılığa kaçmadan, doğru oyunculuğun en güzel örneklerinden birini sergiliyor sahnede. Bu nedenle de oyunun finali kalbinize saplanan bir hançer gibi.
Labute’nin oyunlarına koyduğu adlarla mitoloji kahramanlarına, bir anlamda Yunan tragedyalarına da göndermelerde bulunduğu “Vurgun” bir anlamda modern dünyamızın, kapitalist düzenin tragedyaları. Herbir oyun kişisi sanki bir modern trajedinin kahramanı. Bitiyatro “Vurgun”la hepimizi tedirgin ettirecek sorular sordurtuyor. Bu yılın önemli oyunlarından.
YAŞAR İLKSAVAŞ
www.dirensanat.com