Hamlet mezarcı sahnesi. Üstelik bin altı yüzlü yıllardan bugüne, yakın geçmişe yatay geçiş yapılmış. Hem de öyle bir anda. Durup dururken. ” Tragedya ile komedya karşılıklı düello ediyor”
“Yazıldığı tarihte tragedya, bugüne gelindiğinde komedya”
Hamlet, Hamlet olalı böyle zulüm görmemiş, kuşkusuz.
Hülya Karakaş ayazlı, karanlık gölgeli sularda, ışıldayan yakamozlara el atmış yine. Ustalık katındaki oyunculuğu, kendine has üslubuyla, tanıklık ettiği çağı gelecek nesillere anlatmak, tarihe not düşmek için kaleme almış “Shakespeare’in Kerimeleri”ni. “Elimdeki tek dayanak” dediği mizah ile çıkmış yola. Dinmek bilmeyen siyasal karmaşaya değinmiş. Derinliğine eleştirisel bir yaklaşımla günümüzü içiyle, dışıyla yansılayan bir oyun koymuş ortaya. Toplumsaldan bireysele, bireyselden toplumsala yeni tatlar, çeşnilerle zenginleştirmiş teksti. Kendince fotoğrafını çekmiş bugünün, büyük bir dikkatle yerleştirmiş albümüne ve zamanı geldi diyerek o fotoğrafları tek tek çıkartıp paylaşmış. Sanatını hayatıyla birleştirip kalbiyle yazmış. Oyunda her replikten derin anlamlar, altmetinler devşiriyor seyirci. Alkışını esirgemiyor bu yüzden. Kahkahasını da…
POLİTİK HİCİV YOKTU SAHNELERDE
“Yaşadığımız sürreal döneme bakış açımı sahneye taşıdım, şüphesiz bir oyun metni olarak ne kadar evrensel olduğu tartışılır, geleceğe kalır mı bilemem, bildiğim bunları birinin aktarması gerekiyordu. Ben hikâye anlatıcısıyım. Olup bitenler karşısında susup oturmak bana göre değil, kendi mizahımla ses olmaya çalıştım. O kadar. Dahası, uzun zamandır Politik Hiciv yoktu sahnelerde, açığın ufacık bir boşluğunu kapattım belki de…” diyor Hülya Karakaş. Oyunu yönetirken karakterlerin gerçeğe uygunluğunu, duyguların doğru anlatımını, metnin mantığını, sahne üzerindeki durumları ve oyuncuların doğal yorumlarını kusursuz biçimde işlemiş. Ses, yüz ifadeleri ve jestlerin kullanımı mükemmel. Sahne dili de öyle. Çapaksız, samimi, sahne trafiği başarıyla tasarlanmış bir oyun “Shakespeare’in Kerimeleri“. Oyuncu, yönetmen ve izleyici ortak bir hayalde buluşabiliyorlar kolayca. Kurulan bu organik bağ her türlü övgüye değer. “Shakespeare’in Kerimeleri”, oyuncuların salt karakteri ortaya koymadıkları, o karakterin duygularını da seyirciye ustalıkla yansıladıkları bir çalışma olarak çıkmış ortaya. Sezonun en iyilerine aday….
Tiyatral Bir Promos: SHAKESPEARE’İN KERİMELERİ
Sanat, tamamen bozulmuş, tamamen yabancılaşmış bir dünyada; sadece manipülasyondan oluşan bir dünyada “parıldayan bir ışıktır.” (1) Heidegger, bu inancın gerekçesini Antik Yunan’da bulur. Yunanca’da sanatın içkin olduğu “tekhne” sözcüğü, şiirsel ya da giz-açıcı bir sanata işaret eder. Yani, sanat promos’tur; “Hakikâtin hüküm sürmesini ve güvencede tutulmasını sağlayandır.” Dolayısıyla, hakikâtle insanın yaşam tarzı arasındaki ya da hakikâtle kendilik etiği ve estetiği arasındaki ilişkilerin doğasını geliştirmeye çalışanlar, insanlık adına da, sanat adına da birer rehber olmak durumundadırlar. Shakespeare’in Kerimeleri’ni kaleme alan Hülya Karakaş, bu türden bir rehberliğe soyunuyor ve zamana rağmen, zamana şerh koyuyor. “ Postmodernizmin, pekçok şeyin yanı sıra, ister avangard bağlamda olsun, ister totaliter ya da başka politik rejimler bağlamında olsun, sanatın ve tiyatronun dolaysız politik konumunun sonunu ilân ettiği bu çağda, Hamlet’in, bugünün Türkiye’sinden iki oyuncu ile karşılaşması üzerinden yürüyen bir “politik hiciv” oyunu olarak “Shakespeare’in Kerimeleri”, bir kenarda durmak yerine, politikanın insanların yatak odalarına kadar tahakkümünü hissettirdiği bir ülkenin tiyatrosunda merkezi ve tarihsel bir değere sahip. Zira, tiyatronun estetik politikası, seyirciyi her türden tahakküme karşı, “özgür oyunun” içindeki oyuncu olarak kurgular. Kendinden başka amacı olmayan ve kişiler arasında güç uygulamayan bir durumu tarif eden estetikteki özgür oyun, bütün tahakküm ilişkilerini – formun, madde; devletin, kitle; zihnin, duyu; kültürün, doğa üzerindeki tahakkümünü- askıya alır. İşte bu askıya alma sonucunda oluşacak yeni toplulukta duyusal özgürlük ve eşitlik esas olacaktır. Bu özgür, özerk toplulukta deneyim ayrı kategorilere ve disiplinlere bölünmez. Gündelik hayat, sanat ve politika arasında bir ayrım yoktur. Bu ortak kanı ile yola çıkan sanatçı, ortak duyguları yansıtmak için yola çıkar. Sanatı belli bir siyaset biçimine bağlayan bir duyulur-paylaşımı -sanatın hayat oluş siyaseti- olmadan sanat olmaz.” (2)
Politik oyunların kendilerine alan bulmakta zorlandığı bu coğrafyada, Boal’in şu sözleri tarihsel bir yakıcılığa işaret ediyor: “Tiyatro eylemi, zorunlu olarak politiktir, çünkü insanların bütün eylemleri politiktir ve tiyatro da bu eylemlerden yalnızca biridir… Tiyatroyu politikadan soyutlamaya çalışanlar, bizi temel bir yanlışa sürüklemek istiyorlar ki, bu da politik bir tutumdur…”
(3) “Shakespeare’in Kerimeleri”, güncel olduğu kadar tarihsel ve evrensel bir gerçekliğin de altını çizen bir “politik hiciv.” Herşeyden önce, politik hicvin içkin olduğu “mizah”, toplumsal gerçekliğe gülünç, sıradışı, eğlenceli, satirik bir dille yaklaşımın adıdır. Mizahın ana karakteri eleştirel olmasıdır ve güldürürken sorgulamayı hattâ yıkıcılığı içermesidir. Gelenekler, töreler, toplumsal sistem ve yönetimler, iktidarların yarattığı adaletsizlikler mizahın konusu ve temel eleştiri nesnesidir. Mizah bu nedenle insanlığın özgürleşebilme, özne olma bilincini ve mümkün/bütünsel insan olma özlemini ayakta tutan dönüştürücü praksislerden biridir. İşte bu dönüştürücü praksisin bir izdüşümü olarak “Shakespeare’in Kerimeleri”, “mizah bir zaferdir, mizahçı da kahkahalar boyunca bir kahraman”dır diyen Bernateau’yu haklı çıkartan bir oyun.
Öte yandan, oyunun bir başka önemli veçhesi, 21. yüzyıldaki pekçok şey gibi, de “tüketime uygun” hale getirilen Shakespeare’i özüne iade edişi. Savaşın, yoksulluğun ve yolsuzluğun gölgesinde kalan dünyamızda, Shakespeare’e politik gözle bakmak unutulmuşken ve oyunları yalnızca aşk, onur ve insanlık halleri ile ilgili hikâyelere indirgenmeye çalışılırken, Kerimeler Hamlet ile birlikte O’nun mücadele içindeki toplumsal güçleri konu eden tarihselliğine değiniyor. Günümüz Türkiye’sinin “iktidar hallerini” tıpkı Shakespeare’in oyunlarındaki gibi, farklı sınıflardan iyi betimlenmiş karakterlerle ortaya koyarak, Hamlet’in kendisiyle ve iktidarla olan mücadelesi ile diyalektik bir bütünsellik kuruyor. Oyunda, soyut olanın somutlaşmış sembolü olan Hamlet, bu politik hiciv ile birlikte grotesk bir tarzın içinde buluyor kendisini. Kerimeler ve Hamlet, birlikte dünden bugüne uzanan kötücül iktidarlar oyunlarını açığa vurmakla kalmıyorlar, aynı zamanda insanlığımızın içine düştüğü durumu da ortaya koyuyorlar. “Shakespeare’in Kerimeleri”, Hülya Karakaş, Eda Özdemir ve Mesut Dalkılıç’ın sade ve sahici oyunculuklarıyla, Stanislawski ve “her şeyi boşaltıyorum, sadece çıplak vücutlarımız var” diyen Grotowski’den izler taşıyor. Tiyatronun işlevine yaraşan bir sözü, yine tiyatronun içinden seslendirerek, hem insanlığa hem tiyatroya bir saygı duruşu gerçekleştiriyor adeta. Tiyatral bir “promos” olarak, iktidar ilişkilerinin hakikâtine doğru bir çıkış yapmakla kalmıyor, hedef aldığı tahakküm odakları karşısında kolektif eyleme güç katıyor ve çığlığını şu repliklerle zamana nakşediyor: “Yeniden ve yeniden nefes almak için ayağa kalkacağız / sadece aşka, bilime ve sanata itaat edeceğiz / profesyonel kötülerin makamına incir ağacı dikeceğiz.” (4)
Kaynakça:
- Su, Süreyya. “Çağdaş Sanatın Felsefi Söylemi”, Profil Yayıncılık, İstanbuıl, 2013, s:121
- Ranciere, Jacques. “Estetiğin Huzursuzluğu”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s:47
- Boal, Agusto. “Ezilenlerin Tiyatrosu”, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2011, s:12
- Karakaş, Hülya. “Shakespeare’in Kerimeleri “ oyun teksti