ÇILGIN DÜNYA
İspanyol tiyatrosunun kurucusu sayılan Lope de Vega, İspanyol edebiyatının “altın çağı”nın en önemli yazarlarından biri. Hattâ Cervantes’ten sonra en önemli yazarı olduğu söylenir. Biyografisine baktığımızda, kimi kaynaklara göre 1500, kimi kaynaklara göre 1800 oyun yazmış. Ülkemizde başka oyunları da oynandı mı, bilmiyorum, ama ben Lope de Vega’yı yalnızca Çılgın Dünya oyunuyla tanıdım. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda ve İstanbul Devyet Tiyatroları’nda defalarca izledim. Sözkonusu oyun her defasında bana fazla uzun geldi; komedi olarak yazılmış ama beni pek güldürmeyi başaramadı. Zaman zaman sıkıldığımı bile itiraf etmem gerek. Bu nedenle de Tiyatro İstanbul’da sahnelenen Çılgın Dünya’ya gitmeyi sürekli erteledim. Bir yandan da, yönetmeni Barış Erdenk olduğu için, Erdenk’in elinden nasıl bir Çılgın Dünya çıkabileceğini de için için merak ediyordum. Barış Erdenk’i Sadri Alışık Tiyatrosu’nda sahneye koyduğu “Kafkas Tebeşir Dairesi” ve “Küçük Adam Ne Oldu Sana” oyunlarındaki rejisiyle tanımış, rejilerini yaratıcı ve zekice bulmuştum. Sonunda oyunu on gün kadar önce gördüm.
Oyunda, Don Floriano bir prensi öldürdüğünü düşünür. İşlediği bu cinayet yüzünden öldürülme korkusu içindedir. Ne yapacağını, nereye kaçacağını, nereye saklanacağını bilemez. Sonunda, arkadaşının parlak fikrine uyarak, bir akılhastanesine sığınır; deli taklidi yaparak delilerin arasına karışacaktır. Deli olmadan akılhastanesine girmiş bir de kontes vardır. Akıllılarla deliler arasında ilginç dialoglar geçerken hemen tüm kadınların Don Floriano’ya aşık olduklarını görürüz. Bu aşk mücadelesinde sahnede birbirini izleyen gülünç olaylara tanıklık ederiz. Ve kendimizi kimin deli, kimin akıllı olduğu anlaşılmayan bir dünyada buluruz.
Barış Erdenk bu oyunda da yaratıcılığını konuşturmuş. İki perdelik oyunu tek perdeye indirmiş, fazlalıkları, tekrarları silip atmış. Bunu yaparken de oyunun özünden hiçbir şey kaybetmemesine özen göstermiş. Oyuncularının tümünü sahnedeki amfitiyatroya oturtmuş. Sırası gelen oyuncu oradan kalkıp oyuna katılıyor. Böylece oyuna bir hız, bir canlılık, bir renk gelmiş. Çok başarılı bir yönetmen-dekoratör işbirliğinin ürününü görüyoruz sahnede.Araya serpiştirilmiş danslar da oyunun en büyük destekçisi. Oyunla bütünleşiyor, oyuna ayrı bir dinamizm katıyor. Flamenko danslardaki dans düzeni ve ritm seyirciyi hemen avucunun içine alıyor. Sibel Erdenk’i yürekten kutluyorum.
İçinde iki tane şarkı olan, bırakın iki tane şarkıyı, içinde tam bir şarkı bile olmayan, seyircinin ilgisini çeker diye düşünüldüğü için olacak, elli dakikalık tek kişilik bir oyunun bile müzikal diye yutturulmaya çalışıldığı günümüzde, Tiyatro İstanbul’un oyunun afişine “müzikli, danslı komedi” diye yazmış olması çok etik bir davranış. Seyircisine olan saygının ve ucuzluklara bel bağlamamasının bir göstergesi.
Oyunculara gelince, Burak Altay’la Gözde Okur bir adım öne çıksalar da, oyunda büyük bir birliktelik sağlanmış. Her oyuncu neyi niçin oynadığını çok iyi biliyor. Bir an bile düşmeyen bir tempoyla rollerini kusursuz yorumluyorlar. Hiç abartıya kaçmadan oyunun komedisinin seyirciye rahatlıkla geçmesini sağlıyorlar. Genç oyuncuların sahnede çok güzel bir enerjileri var ve bu enerji seyirciye de geçiyor.
Çılgın Dünya’yı ilk kez hiç sıkılmadan, büyük bir keyifle izlediğimi söylemeliyim. Emeği geçen herkesin emeğine, yüreğine sağlık.
YAŞAR İLKSAVAŞ
www.dirensanat.com
Seni ilgiyle okuduğumu ve özlediğimi duyurmak için yazıyorum. Muhabbetle kucaklıyorum. Nejat.