İkincikat benim her oyununu ilgiyle izlediğim bir tiyatro. Kimi oyunlarının bazı noktalarını eleştirsem de, oyun seçimi ve oyunculuk açısından her zaman belli bir düzeyin üzerinde oyunlar sergilemiş, hiçbir zaman ucuza kaçmamıştır. Son oyunları Kabileler de İkincikat’ın kalitesini ortaya koyan bir yapıt.
Nina Raine’ın yazdığı oyunu Haydar Köyel dilimize kazandırmış. Oyunun başkişisi Billy doğuştan sağırdır. Ana-babası kendilerinden uzaklaşır, sağır ve yarı sağırlar topluluğuna sığınır korkusuyla onun işaret dilini öğrenmesine izin vermez. Aile, ikiyüzlülük içinde, onun engelli oluşunu görmezlikten gelmeye çalışır. Aile deyince, her üyesi piyano çalmayı bilmektedir. Baba dil üzerine kitaplar okuyan bir entellektüeldir; “Dil olmazsa düşünce ölür,” diyen Lacan hayranıdır. Anne polisiye bir roman yazmakta, onu bitirmeye çalışmaktadır. Erkek kardeş dil üzerine, dilin değeri üzerine yazdığı tezi bitirme uğraşısındadır. Kızkardeş opera söylemek için sesini bulma peşindedir. Anne Billy’ye dudak okumusını öğretmiştir. Aile masa başında toplandığında dilin hayatımızdaki anlamı üzerine derin sohbetler yapılmakta, opera konuşulmaktadır. Ve bu beş kişilik aileye sonradan Billy’nin sevgilisi katılır: Sylvia. Giderek sağırlaşan, aile bireyleri gibi yakın zamanda hiç duymayacak olan Sylvia’yla karşılaşması Billy’nin tüm düşüncelerini değiştirir. Onda işaret dilini öğrenme, kendini bu dille anlatma duygusu uyandırır. Billy’ye yeni bir topluluğun kapısı açılmaktadır. Bu ani gelişme aile içinde yeni sorunlar çıkmasına neden olacaktır…
Her aile, her aşiret, her çete, her klan bir kabiledir. Ya bu kabilenin üyesisinizdir, ya değil. Yeni bir kabile bulmuşsanız kendinize, eskisini çok tedirgin edeceksiniz demektir, sizi kaybetmemek için mücadele edeceklerdir. Billy’nin kendine yeni bir aile, sağırlar ortamını, işaret diliyle konuşanlar topluluğunu bulmasında olduğu gibi.
Kabileler’le Nina Raine sağırlığın ötesinde, modern ailelerdeki iletişimsizlik gibi, çok önemli birçok konuyu gündeme getirmekte. Ve görmekteyiz ki, bir yanda duyan insanlar vardır, bir yanda duymak istemeyenler. Oyun, “Aile nedir? Birey nedir? Bir toplulukta insan bireyselliğini nasıl korur? Kullandığımız sözcükler yeterli bir iletişim aracı mıdır?”… gibi sorular sordururken, dilin değerini, gerçekte neyi anlattığını, dilin gerekliliğini… sorgulamaya yöneltir bizi.
Böylesine zengin ve çok katmanlı bir metni sahneye koymak oldukça zor. Sami Berat Marçalı oyunu, genelde, bir masanın çevresinde geçirerek bu zorluğu yenmeyi başarmış. Çünkü bu masa herkesin konuştuğu, kimsenin kimseyi duymadığı, en çok duyanın sağır Billy olduğunu çok güzel gösteriyor. Karakterlerin üzerinde hassasiyetle durulmuş, karakterler ince çizgilerle çizilmiş. Oyuncuların yüksek sesle konuşmaları iletişimsizliği vurgulamak açısından önemli ama, yer yer seslerin fazla yükselmesinin, özellikle babanın aşırı bağırarak konuşmasının rahatsız edici olduğunu söylemem gerek.
Bu zor oyuna can katmak için Sami Berat Marçalı’nın elinde, genelde, çok iyi bir oyuncu kadrosu var. En başta Billy’ye hayat veren Barış Gönenen. Barış Gönenen’i ilk oyunlarında çok beğenmiş, sonraki oyunlarda kendisini tekrarladığı duygusuna kapılmıştım. Ama bu oyunda Gönenen oyunculuk yeteneğini yeniden kanıtlıyor. Bedenini, yüzünü, özellikle de sesini çok iyi kullanıyor. O genç, güzel yüzlü, iyi niyetli, sakin, her şeye olumlu bakan ve kendine yeni bir hayat çizme çabasındaki Billy’yi tüm nüanslarıyla canlandırıyor. Ağbi’de İbrahim Halaçoğlu gerçekten başarılı bir kompozisyon çiziyor. En iyi anlaştığı, çok sevdiği, dört elle sarıldığı Billy’yi kaybetmemek için mücadele ettiği sahnede son derece etkileyiciydi. Gülce Oral ve Tuğçe Altuğ da rollerini en iyi biçimde yorumlayan oyuncular. Ayşe Lebriz Berkem ve Haydar Köyel bana yeterince inandırıcı gelmediler. Özellikle Haydar Köyel’in sesini aşırı yükseltmesi abartılı geldi. Yukarıda da söylediğim gibi, bu oyunda seslerin yükselmesi elbette gerekli, ama belli bir dozu aşmamak kaydıyla. O doz aşıldı mı, bağırmak anlamını da yitiriyor.
Eyüp Emre Uçaray’ın dekorları yönetmene yardımcı olduğu gibi, kitap dolu raflarıyla ailenin entellektüel durumunu da çok güzel yansıtmakta.
Kabileler dilin etkililiği ve iletişim üzerine yazılmış, seyircisini düşünmeye zorlayan bir oyun. Kimi piyesler vardır, tiyatroya girdiğiniz gibi çıkarsınız. Kimi piyesler vardır, bir şeyler alır, ağırlaşarak çıkarsınız oyundan. Kabileler böyle ağırlaşarak çıktığınız, yılın önemli oyunlarından.
YAŞAR İLKSAVAŞ
www.dirensanat.com