25 yıl sonra Tiyatro Adam’dan “İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu”? Zehra İpşiroğlu’nun ‘Şişen Kurbağaların Günü’ başlıklı yazısı

0

Nazım Hikmet

“İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?”

“Yaşadığımız düzen yüzleri silip, üstüne kendi istediği resmi yapıyor:Yüzümüzü Yüzsüzlerden nasıl koruyacağız?

                                                                         Ahmet İnam

Şişen kurbağaların günü

 

zehra
Zehra İpşiroğlu
Nazım Hikmet’in Stalin dönemini eleştirmek amacıyla 1955’de yazdığı “İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?” oyununu bizde ilk kez Kenan Işık 1991 de Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nda Ali Cem Köroğlu’nun çarpıcı sahne tasarımıyla sahnelemişti . Şimdi de yirmi beş yıl sonra Emrah Eren’in yönetiminde Tiyatro Adam’da sergileniyor.

 

Yazıldığı dönemde Sovyetler birliği’nde büyük tartışmalar yaratan ve beş kez oynadıktan sonra sansüre uğrayarak repertuardan kaldırılan bu soyut yapılı oyun, sahnelenen ortam ve koşullara göre öylesine farklı yorumlara yol açmıştı ki, oyunun adı bile değişime uğramıştı. Örneğin Azerbaycan’da “Hüseyin Hüseyinov Var mıydı Yok muydu ”adıyla oynanmıştı. Günümüzde de farklı adlarla bu oyunun yaşamını sürdürmesi düşünülebilir. Oysa Nazım Hikmet bu oyunun sadece belli bir tarihsel döneme gönderme yaptığını düşünüyordu. Oyunun girişindeki “şişen kurbağalar, aslan postu giymiş eşekler filan 1999 yılında hayvanat bahçelerine düşecek” sözleri bunu açıkça dile getirdiği gibi geleceğe de nasıl umutla baktığını gösteriyor. Ne yazık ki aradan geçen tarihsel süreç içinde şişen kurbağalar, aslan postu giymiş eşekler   dünyanın hiç bir yerinde hayvanat bahçesine düşmediler tam tersine giderek daha çok önem ve yetki kazandılar, özellikle de bizim toplumumuzda.

Oyunun konusu sosyalist düzende geçer. Oyunun başkişisi Petrof önemli bir devlet katında yönetici olarak   eşitlikçi ve demokrat davranışlarıyla yeni bir düzenin, yeni bir başlangıcın sözcüsüdür. Ancak Petrof sosyalist düzenin giderek amacından uzaklaşan otoriter yapılanması içinde yoğun bir iktidar hırsına kapılarak insanca özelliklerini yitirir; geçici bir süre iktidarı simgeleyen İvan İvanoviç’in etkisi altına girerek yönetime egemen olan bürokrasi mekanizması içinde yok olur. Ancak bu olumsuz dönüşüm geçicidir. Oyunun sonunda yeniden bir dönüşüm geçirerek eski haline döner.   Kısa bir süre için bile olsa Petrof`u baştan çıkarmayı başaran   İvan İvanoviç iktidar hırsı, şöhret düşkünlüğü, yağcılık, ne oldum delisi olma gibi özellikleri ile   Petrof`un içindeki yıkıcı güçleri simgeliyor. Bu kadar başarılı olmasının nedeni Petrof`un bilincinin derinliklerinde gizlenmiş olması. Ancak özünde iyi bir insan olan Petrof`un içindeki yapıcı güçler gene de bütünüyle yok olmamıştır, çünkü bir gün kendisinden daha yüksek bir konumda olan bir yöneticiyle karşılaştığında aynada kendi yansımasını görür gibi olur. Bu deneyimi bilinçlenmesini sağlayan bir uyarıdır. Oyunun sonunda olumsuz dönüşümün sorumlusu İvan İvanoviç’in insancıl olan her şeyi nasıl yıkıp yok ettiği açığa çıkıyor. İvan her insanın altbeninde var olan otoriteyi ve gücü simgelediği gibi sosyalist devrim öncesinden kalma yıpranmış bir aristokrasiyi de dile getiriyor, başka deyişle yüzyıllar süren geleneklerin ürünü olarak ortaya çıkıyor. İvan İvanoviç tek bir kişi değil, herkestir, insanları İvanlaştıran gücüyle de çok tehlikelidir.

İvan İvanoviç’in eline düşüp astığı astık kestiği bir bürokrata dönüşen Petrof ise kolaylıkla etki altına giren kişiliğiyle bilinçsizce yaşayan yığın insanına gönderme yapıyor.

nazim-hikmet

Nazım Hikmet’in oyununun olumlu sonuçlanması olayların sosyalist bir düzende geçmesine bağlanabilir. Gerçi bu düzen demokrasiyi daha hazmedememiştir, çünkü İvan’ın kişiliğinde simgeleşen yıkıcı güçlerin etkisi sürdürmektedir. Ancak insan kendi içindeki İvan İvanoviç`i bulgulayıp ona karşı çıkabilir; başka bir deyişle İvan İvanoviç`in varlığını sürdürüp

sürdürememesi insanların elindedir. Oyunun başlığı „İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu“ bu açık sona gönderme yapıyor.

Oyunun model karakteri

Oyunun kurgusal bir dünya gösterildiğini vurgulayan soyut bir yapısı hem komik hem de düşündürücü bir kukla oyununu andırır. Tiplemeler, karşıtlıklar, çatışma noktaları tek boyutlulukları içinde çok kesin çizgilerle çizilmiştir, iyi – kötü, doğru – yanlış ayırımı çok açık ve belirgidir. N.Hikmet de oyunun kurgusallığının daha ilk anda altını çizer. Amacı birbirine karşıt düşen kurmaca kişiler aracılığıyla çatışma noktaları oluşturarak   bizleri benlik yitimi ve dönüşüm izleği üzerine düşündürmektir. Nitekim oyunun daha ilk sahnesinde oyun kişileri yazarın kendileri için ön gördüğü rolleri tanıtarak oyundaki rollerini açıklarlar, kimi kez doğrudan oyunun yazarına gönderme yaparlar. Oyundaki kişilerden her biri   her zaman her yerde geçebilecek olan kurmaca olayların içinde yer alan ya da olayları belirleyen birer oyun figürüdür. Her birinin oyunun içinde yazarın kurguladığı olaylar doğrultusunda olumlu olumsuz, önemli önemsiz bir işlevi vardır. Aynı zamanda her biri öylesine soyut bir biçimde yoğulmuştur ki, tek bir kişiye ya da tek karaktere indirgenemezler . Petrof eşitlikci ve demokratik davranışlarıyla başta katıksız olarak iyi, İvan`la karşılaştıktan sonra katıksız kötüye dönüşür. Oyundaki yan kişiler işci sınıfının sözcüsü olarak tipik bir halk çocuğu olarak çizilen   Kasketli hep doğruyu savunur, buna karşılık   başta   yozlamış bir burjuva aydını tipini canlandıran Hasırşapkalı olmak üzere oyundaki değer kişiler de   sistemin birer vidasına dönüşmüşlerdir, çünkü her birinin içinde İvanlar yaşar.

 

Oyun içinde oyun

 

Oyunun dikkat çekici bir yanı da oyun içinde oyun biçiminde gelişen dramatik kurgusudur. Böylece alımlayanda daha oyunun ilk aşamasından itibaren bir oyun oynandığı bilinci uyanık tutulur. Oyun kişileri sık sık rollerinin dışına çıkarak doğrudan izleyicilerle konuşup , oyundaki olaylara ilişkin bilgiler verirler, düşüncelerini söylerler. Gerek oyunların soyut yapısı, gerek olayların fantastik ve absürt boyutu, okuyucuyu insanın içindeki   yıkıcı güçler hangi ortam ve koşullarda ortaya çıkıyor ve ne tür   sorunlar yaratıyor gibi sorular üzerinde düşündürmeye yönlendirir. Sonuçta oyunda da ne özdeşleşebileceğimiz kişiler ne de kendimizi kaptırabileceğimız dramatik olaylar dizisinden sözedilebilir. Bize gösterilen sadece olumsuz dönüşüm izleğini açık seçik biçimde gözler önüne seren tek tek sahnelerdir. Bu nedenle bu oyunun bize soyut bir düşünce modeli sunduğu söylenebilir.

 

ivan-ivanovic-var-miydi-yokmuydu-3

Oyunun güncelliği

 

Olumsuz dönüşüm ve yitirilen benlik yitimi izleğinin bugün de güncelliğini koruduğunu düşünüyorum. Oyunlara bu açıdan baktığımızda yaşadığımız dünyaya gönderme yapabilecek pek çok koşutluk kurulabilir. Politikacıların konuşmalarından otoriter hiyerarşik düzene, bürokrasi çarkının işleyişindeki çarpıklıklardan köşeyi dönme düşlerine değin yalnızca günlük yaşamımıza sızmakla kalmayan, davranışlarımızı da belirleyen çeşitli etkenleri bu oyunda bulabiliyoruz. Para, makam, güç kazanma, imaj, iktidar hırsı bugün bize ne söylüyor, insanın kendisini olduğundan başka göstermesi kendisini pazarlaması günümüzde ne ifade ediyor, bürokrasi nedir, bürokrasinin bağımsızlık kazanması ve vatandaşı ezen bir güce dönüşmesi ne anlama geliyor, otoriter toplumlarda toplum birey ilişkisi nasıl gelişiyor, bu ve benzeri sorular oyunu bugünün açısından da ilginç kılıyor.

 

İvan İvanoviç  Var mıydı, Yok muydu? 1991’de ki Sahne Yorumu

 25 yıl önce izlediğim Bakırköy Tiyatrosu’ndaki sahnelemede görselliğe ağırlık veren bir yorum hakimdi. Saç levhalardan, teneke parçalarından, demir çubuklardan, metal artıklarından oluşan çarpıcı bir sahne tasarımı fosilleşmiş bir bürokrasi dünyasını simgeliyordu. Bu ölü dünyanın içinde içiçe giren, birbirine karışan insanlar ve eşyalar insanın benliğini yitirerek nesneye dönüşmesinin somut göstergeleriydi. İlk bakışta sahnede insanların yer aldığı ayrımsanmıyordu bile. Ancak göz yavaş yavaş bu hurda yığınına alışmaya başlayınca tek tük insan kalıntılarını seçmeye başlıyorduk. Belli belirsiz kıpırdayan eller, ayaklar , maskemsi gri yüzler, çivi gözler. Sahnenin her bir köşesinde İvan İvanoviçler vardı. Tüm bu metal, hurda ve insan yığını dev bir İvan İvanoviç’e dönüşmüştü sanki. İvan İvanoviç dev bir bürokrasi mekanizması içinde insanın kendisine ve çevresine yabancılaşmasını , benliğini yitirerek nesneye dönüşmesini simgelediği için Kenan Işık İvan’ı tek bir tipte somutlaştırmaktan kaçınarak çoğaltıyor ve her yerde, her zaman var olan korkunç bir İvan İvanoviçler dünyası yaratıyordu. Böylelikle oyun yerel özelliklerini yitirerek her zaman her yerde var olan bir evrensellik kazanmıştı.

25 yıl sonra Tiyatro Adam’dan “İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu”?

 Kurulduğundan bu yana “Arturo Ui”, “V.Frank” gibi birbirinden ilginç oyunlarla dikkati çeken Tiyatro Adam acaba çeyrek yüzyıl sonra bu oyunla nasıl bir hesaplaşmaya girmişti?

Merak ve heyecanla oyuna gittiğimde, ilk dikkatimi çeken metal kapılardan oluşan çarpıcı bir sahne tasarımı (Barış Dinçel) ve birbiriyle uyumlu bir ekip çalışması oldu. Ancak oyunun soyut yapısına bağlı olarak gelişen oyunculuk öylesine mekanikti ki, tekboyutlu ve tekdüze bir akış içinde gelişip gidiyor, bu nedenle de yer yer çok sıkıcı oluyordu. Oyunun yaşadığımız ortama gönderme yapan gizilgücü hiç çıkarılmadığı için ses efektleri gibi güzel buluşlar da hoş ama yüzeysel etkiler olarak kalıyordu.

ivan-ivanovic-varmiydi-2_fotor

Oyunun ikinci yarısında Petrof’un (Fatih Koyunoğlu) İvan İvanoviç’in giderek etkisi altına girerek geçirdiği dönüşümle birlikte bu tekdüzelik iyice kırılarak sahneye bir canlılık geldi. Özellikle Petrof’un gerçekçi gibi başlayıp giderek absürtleşen nutku (sporla başlayan nutkun bale, astronomi, fizik, atom fiziği vb. izleklerle tam bir saçmalığa dönüşmesi) o kadar çarpıcıydı ki sahneyle izleyiciler arasında anında yoğun bir iletişim oluştu. Petrof’un önce yeni imajına ayak uydurmak için zorlanarak tekleyerek konuşması, giderek kendine bir güven gelmesi, konuştukça kendini büsbütün sözcüklerin büyüsüne kaptırmaması, giderek büyümesi, şişmesi, sonunda yüzünün çirkin bir maskeye dönüşmesi etkileyici bir biçimde sergileniyordu.

 

Oyunun gizi lgücünün sadece Petrof’un oyunculuğuyla ortaya çıkmasının, diğer rollerin buna pek katkıda bulunamamalarının, dahası amatör kalmalarının bu sahnelemenin en büyük eksikliği olduğunu söyleyebilirim. Oyundaki diğer kişiler, özellikle de otoriteyi simgeleyen İvan İvanoviç daha özenli bir dramaturji çalışmasıyla çok daha farklı yoğurulabilirlerdi. Sonuçta otoriter bir gelenekten geliyoruz. Yönetimler değişiyor, politikalar değişiyor, dünya görüşleri değişiyor ama otoriter duruş ve hiyerarşik yapılanma hiçbir zaman değişmiyor. Bunu sadece politikada değil toplumun bütün kurumlarında yoğunlukla yaşamıyor muyuz? Yaşadığımız bu gerçeğe gönderme yapan bir sahne yorumu İvan İvanoviç’i soyut ve mekanik bir figür yerine tam bir karabasan figürüne dönüştürebilirdi. Çünkü İvan yaşamın içindedir, onun sesini duyarız, kokusunu alırız, bizleri zaman zaman ele geçiren enerjisini hissederiz, o içimizden biridir ya da o hepimizdir.

 

Soyut yapılı oyunların sahnelemesindeki zorluk

 

Soyut yapılı oyunlar soyut bir biçimde sergilendiği oranda sahne yorumunun tekdüze ve yavan kalması kaçınılmaz oluyor. Bunu bazı uyumsuz tiyatro yazarlarının sözgelimi Vaclav Havel’in ya da Eugene Ionesco’nun sahne yorumlarında da izleyebiliyoruz.   Soyut oyunlar mutlaka oyunun düşünselliğini ve iletisini çıkartan derinlemesine bir dramaturji çalışmasıyla yaşadığımız ortama gönderme yapan bir sahne yorumunu koşulluyor. Sözgelimi Vaclav Havel’in yıllar önce çevirdiğim, şimdi de Mitos Boyut’da yeni çıkan “Bildirim” adlı oyunda dilin nasıl bir manipülasyon , güç ve iktidar aracına dönüşebileceği gösteriliyor. Bir anlaşma aracı olmaktan çıkan dil bürokrasinin öyle bir üretim ve tüketim aracına dönüşüyor ki, insanlar dili değil, dil insanları kullanmaya başlıyor. Böylece korkaklık, çıkarcılık ve rekabetin

egemen olduğu bir bürokrasi çarkı içinde insanların birbirlerine karşı bir silah olarak kullandıkları dil kendi başına bir bağımsızlık kazanarak yeni bir gerçek yaratır.Bizde bu oyun ne yazık ki hep soyut bir biçimde sahnelendiği, başka bir deyişle oyunun bize bugün ne söylediğinin hesabı hiç verilmediği için (en son Van Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi) hiç tutmadı. Oysa “Bildirim”in yaşadığımız koşullara gönderme yapan olağanüstü bir gizilgücü var.

 

Aynı şeyi Nazım Hikmet’in oyunu için de söyleyebilirim. Farklı bir yorum bu sahnelemeyi çok daha çarpıcı yapabilirdi. Tiyatro Adam’ın genç ve dinamik oyuncularının önünde daha uzun bir yol var. Zaman içinde birbirinden güzel oyunlar sergileyeceklerine hiç şüphem yok. Ama seçtikleri oyunların üstünde daha yoğun bir dramaturji çalışmaları yapmaları gerekiyor, bu da bir gerçek. Oyun metniyle bugünün açısından hesaplaşılması, metnin bugün bize ne söylediğinin hesabının verilmesi, sahne tasarımından oyunculuğa, kostümlerden ışığa değin oyuna katkıda bulunan her faktörün sahne yorumu açısından değerlendirmesi kuşkusuz çok önemli.

 

 

Kaynakça:

 

Sevda Şener, Nazım Hikmet Oyunları, Ankara 2002

Nazım Hikmet Tiyatrosu, (imece kitap), İstanbul 1996

Zehra İpşiroğlu, Gençler İçin Nazım Hikmet Oyunları, Çalışma ve Malzeme Kitabı, İstanbul 2003

Zehra İpşiroğlu

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.