Sanat Yönetimi Kültürü ve Devletin Kurnazlıkları
Sanat kültürünün bir yönetim biçimi olmalıdır. Biliyorsunuz değil mi? Küçük işletme, fabrika,otel,restoran, hastahane,okul, üniversite, yayınevi yönetimi gibi, ya da devlet dairesi gibi yapıların kendi meslek tanımlarına ve toplumsal işlevlerine göre, kültürel veya ticari amaçlarına göre gerçekleşen bir yönetim kültürü olması gerektiği gibi!
Amaç, söz konusu kültür ile bir sistem yaratmak olmalıdır. Bu sistemin amacı da hem toplumun taleplerini karşılamak, hem de sanat üretimi gerçekleştirenlerin daha verimli olabilecekleri haklar ile verimliliklerini arttırmayı hedeflemelidir.
Çünkü bir tarafı ile, sanat kültürünün toplumsal bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi, toplumun sanat eğitimi alması ve sanat eseri ile buluşması; diğer tarafı ile sanat eseri üreticilerinin daha verimli, yaratıcı süreçler yaşamaları adına oluşturulacak bu sistem ulaşılabilir, anlaşılabilir ve ortaklaşa yararlanabilir bir sanat kültürünün oluşması adına yararlı ve verimli olacaktır.
O halde, sanat alanına yönelik yasalar sadece bakanlık bürokratları ile hazırlanamaz. Sanat alanına yönelik yasa hazırlanacaksa önce; “ sanat kavramından, insanlık en baştan beri, ne anlamış ve ne anlatmak istemişti” sorgulaması yapılmalıdır. Burada esas olan paradigma insan olduğuna göre, doğu ve batı kültüründe bu paradigmanın ortak yanlarının bulunması söz konusudur. Burada halkbilim, folklor, gelenek-görenek gibi, coğrafyadan kaynaklanan antropolojik özelliklerle; dünyalı insanın ve gelişmiş ülke insanlarının, aynı köklerden gelmelerine karşın; yöresel çeşitlilikte farklı, evrensellikte benzerlik göstermeleri söz konusudur. O halde, sanat kavramını anlamak konusunda evrensel olunması gerekir. Bu anlamda, bizim coğrafyamızdan olup da tarihten günümüze, evrensel sanat felsefesi doğrultusunda görüş belirtmiş pek çok insan sayılabilir. Ne yazık ki bu aydınlanmacı insanların görüşleri ile evrensel sanat felsefesi arasındaki benzerlikler de araştırma konusu yapılamadı. Bu nedenle Mevlana,Yunus Emre anlaşılamadı, Şeyh Galip, İbn-i Haldun, Evliya Çelebi, Hazerfen Ahmet Çelebi, Fatih Sultan Mehmet, Hallacı Mansur anlaşılıp yorumlanamadı Ziya Gökalp, Mehmet Akif Ersoy doğru anlaşılamadı, Cevat Memduh Altar anlaşılmadı. Muhsin Ertuğrul ölümünden sonra her sene ,anılıp; adına sempozyum ve konferanslar yapılmadı.
Bu kültürün geliştirilmesi için çalışılmadı. Sanat eğitimi konusunda gerek örgün gerekse yaygın eğitimde bir politika izlenmedi. Ahmet Vefik Paşa, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Suut Kemal Yetkin, İsmail Tunalı, Berna Moran, Bedrettin Cömert, Mehmet H.Doğan, Aziz Çalışlar gibi düşünce ve sanat insanlarının evrensel sanat felsefesi ve estetik hakkında yazıları, çevirileri dikkate alınmadı. Toplumun sanat eğitimi alması, profesyonellik ile karıştırıldı. Yaratıcı, kişilikli, problem çözücü aydın insan profili tehlikeli bulundu.
Böylece sanat kavramı anlaşılamadı. Kültürü geliştirilemeden, toplum sanat ürünü ile tanıştırıldı. Cumhuriyet öncesi kurulan Darülbedayi ile, Cumhuriyet sonrası Ankara’da kurulan Devlet Tiyatroları arasında önemli üslup farklılıkları oluştu. Darülbedayi modern oyunları da geleneksel tiyatro gibi oynuyordu. Oysa geleneksel tiyatro ve modern tiyatro anlayışları, üslupları, tarzı farklıydı. Örneğin Japonlar, geleneksel NOH tiyatroları ile modern tiyatroyu hiç karıştırmadılar.
Türkiye’de evrensel tiyatro anlayışı Ankara’da gelişti. Devlet Tiyatroları haftanın 6 günü 7 oyunla perde açtı. Oyunculuk bir meslek olmaya, mesleğe ve bu mesleğe karşı geleneksel tiyatrodan gelen ön yargı kırılmaya başladı. Okullu oyuncu sayısı, alaylı oyuncu sayısını geçti. Oyunculuk mesleği itibar kazandı. O kadar itibar kazandı ki, bu sefer de oyuncular kendilerini “sanatçı” olarak adlandırarak sanat felsefesinden uzaklaştı. Oyuncular kendilerine sanatçı derken; bireyin kendi kendini yönetmesi demek olan demokrasi kültürü ve sanatına karşı sorumluluklarını, sanat kavramı ile ilgisi olmayan devlet memuru statüsünde sürdürmeye razı oldu.
Bu, felsefesi anlaşılmamış sanat kavramı, oyuncular tarafından da anlaşılmadı. Aksine, kendilerini ayrıcalıklı bir yere koyarak, sanatın, yaşam kalitesi olarak toplumun yaşama sanatına katkısını savunamadılar. Asıl misyonlarının bu olduğunu anlamadılar. Kendine sanatçı diyen oyuncular, misyonlarını sadece oyun oynamaktan ibaret zannettiler. Tiyatro yönetimi ve işletmeciliğini hiç anlamadılar, nasıl yönetilmeleri gerektiğine dair düşünce ve sistem geliştirmediler. Bu işi hükümetlerin bürokratlarına bıraktılar.1949 yılında çıkarılan 5441 sayılı yasa sanatkar ve uygulayıcılara uygun bir oluşum yasası idi. Ama özlük haklarını kapsamıyordu. Zaten oyuncular sözleşmeli personel statüsünde idi. Üstelik Devlet Tiyatroları’nin bakanlığın bağımlı değil, bağlı kuruluşu olduğunu ifade ederek, özerklik hakkını da sağlamış oluyordu. Yani sanatta özerklik Devlet Tiyatroları’nda örnek bir yasal uygulama gösteriyordu. Ama özlük hakları, maaş, emeklilik konularında meslek tanımı yapılarak, uygulama yapılmıyordu. Devlet bu konuda özel bir kanun çıkarması gerekirken, onu yapmadı.1970’te çıkarılan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile oyunculuğu ilişkilendirdi. Artık oyuncuların özlük hakları, “devlet memuru mühendislere” denk olacaktı. Bu geçici bir ilişkilendirme idi. “Oyuncular kendi özlük haklarını tanımlayıncaya kadar!”…Yani o zaman 657 ile ilişkilendirme kaldırılacak. Sadece oyunculara ait özlük hakları oluşturulacaktı. Devlet burada soruna köklü çözüm bulmak yerine kurnazlık yapmıştı.1970’te yapılan bu kurnazlık hala devam ediyor.46 yıl kimse bu kurnazlığın farkına varmadı! Kimse ne oluyor demedi! Sadece TOBAV bunun farkına vardı. Yetki yasası adı ile başlatılan bir uygulamaya TOBAV tek maddelik bir öneride bulundu. Özlük hakları konusunda,’657’ye bağlı mühendisler’ yerine, TRT yapımcılarına denk olacak şekilde ilişkilendirmenin değişmesini talep etti bunun için üç ilde mitingler yaptı. Devlet, yetki yasası uygulamasından vaz geçti, iptal etti. Bu da bir kurnazlıktı. Verdiği sözü tutmadı.
“Devlet yönetenler, köklü ve kalıcı çözüm aramak, alanın kültürünün gelişmesini samimiyetle yüreklendirecek yasalar yapmak yerine kurnazlık yapmaya devam etti”
Bu gelişme sonrasında TÜSAK ve günümüzdeki tedirgin bekleyiş dönemi başladı. Devleti yönetenler, köklü ve kalıcı çözüm aramak, alanın kültürünün gelişmesini samimiyetle yüreklendirecek yasalar yapmak yerine kurnazlık yapmaya devam etti. İtirazlar sonucu TÜSAK geri çekildi. Ama sürpriz bir uygulama ile karşılaşma tedirginliği sürüyor. İki tiyatro yönetimi ve işletmeciliği çalıştayı yapmış, bunların kitaplarını yayınlamış TOBAV gibi bir sivil toplum kuruluşundan, TOMEB gibi bir meslek birliğinden, OYBİR’den, Sendikadan danışmanlık talep etmeyi aklından bile geçirmiyor devlet. Mesleğin yetkin kuruluşları ile ortak çalışmak yerine, bakanlık bürokratları ile yasa çalışmaları yürütüyor. Siyasi kurnazlık yapılıyor hala! Ortada çözüm bekleyen çok sayıda sorun varken! Bu tutum, alanın kültürünü geliştirmek ve çalışmalarının önünü açmak; 5846 sayılı Fikri Mülkiyet Hakkı Yasası’nın özüne uygun düzenlemelerde bulunmayı dikkate alınmadan sürdürülüyor. Devlet, sanat kültürünü tanımlayıcı, gelişmeleri özendirici ve koruyucu yasalar ile; alanın kültürünü geliştirmek yerine, kurnazlık yapmaya devam ediyor hala!
İşte Sanata Evet anlayışı ile hiç bağdaşmayacak bir tutum daha! Sanatın yaşamın her alanında var olmasını sağlayacak kültürün gelişmesini sağlamak yerine, onu engellemeyi tercih eden bir kurnazlık… Kimin işine yarayacak? Köy Enstütüleri’ni kapatanların, hiç kuşkusuz. “Parayı verdik, düdüğü çaldık” diyenlerin. Türkiye’nin gelişmesini engellemek isteyenlerin
Tamer levent
Ι do know a sport we are able to plaу that іs ⅼike Daddy is speaking about.?
Mommy stated makong each boys wish to know the spkrt a lot.
?It?s called ?Whats the smartest thing about God. And every of us has to give you one actually great point we like about Gοd.
Who needs to go first?? Lee and Larry jumped and shοuted ?ME ME!?
waing their palms iin thhe air like they do at school.
Finalⅼy, Mоmmy mentioned, ?Nіcely Lee,
since yy᧐u mighgt be ttwo minutes ⲟlder
than Larry, youll be able to go fiгst.