Yeni Yıl, Terör, Tiyatro ve Sanat
Yeni yıl bir eğlence yerine yapılan saldırı ve yaşamını kaybeden 30’un üzerinde ölü ve 60 yaralı ile başladı.Din istismarı ve siyasallaşması, eğlence yerindeki insanları öldürmeyi bir misyon olarak görebiliyor. Din kültürü istismar ediliyor. İnanç fanatik sadakat ile bağdaştırılıp katilliğe ermişlik vaadediliyor .
Diyanet İşleri Başkanı,”Bir ibadethaneye yapılan saldırı ile bir eğlence merkezine yapılan saldırı arasında fark yoktur.” dedi.
Türkiye Cumhuriyet anayasınının değişmeyen ikinci maddesi, “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik bir sosyal hukuk devletidir.” der. Türkiye hızla bu çizgiden uzaklaştırılmak mı isteniyor ? Bir zamanlar dünyanın gelişmiş ülkeleri ile yarışmak ve gelişmiş uygarlığı ile kendini güçlü kılmak isteyen Türkiye’den söz ediyorum.
“Çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkmak hatta onları geçmek” gibi bir hedefi vardı Türkiye Cumhuriyetinin. “Cumhuriyetin temeli Kültürdür !” sözü bu hedefin ve yaşanması istenen demokrasinin kültürünü kast ediyordu. Türkiye bu dönem içersinde dünyada oynanan oyunların içinde rol almayarak kendini korumaya çalıştı.
Çünkü dünyada oynanan oyunlar içersinde rol almaya başladığınızda, o zaman size de bu oyunda aktif görev alma sorumluluğu veriliyor. Bugün yaşadıklarımız bu oyunlarda yer almaya başlamış olmanın bedelleridir.
Atatürk Özsoy Operas’ını besteleterek, İran Şahı Rıza Pehlevi’yi de bu operanın temsiline götürerek, ona bir şey anlatmak istemşti. Zaten eser bittikten sonra ona “Sen de iran’da Opera aç!” demişti. Demokrasi kültürünü oluşturmak isteyen bir dünya liderinin vizyonu idi bu ! Devlet ödenekli tiyatrolar, opera ve bale bu amaçla kuruldular.
Ama, ne mensupları, ne de devlet bürokratları ve siyasetçiler bu alanın önemini anlayamadılar. Batılılaşma, batılılaşmama gibi kısır tartışmalara konu yapmaya çalıştılar. Hukukunu kuramadılar.
Sanata Evet diyerek, bu kültürün tüm felsefesi ile kurumsallaşmasını,
insanlık tarihi boyunca Sanat kavramının aristokratların ve onlardan sonraki burjuvaların ilgi alanına girdiğini zannedenler oldu.
Sanata yapılan yatırımı gereksiz bulan siyasetçiler ve onlara katılan bir topluluk oluştu.
Terör Nasıl Bu Kadar Tırmandı
Toplum kamplaştırıldı. Fanatik taraftar olma keskinliği ile, kamplaşmada yer alanlar diğerlerine savaşılacak düşman gözüyle bakmayı marifet olarak görmeye başladılar.
“Düşman”a zarar vermek, “düşmanı” öldürmek onların hakkı idi artık.
“Bir insanı öldürmek ile bin insanı öldürmek aynı derecede günahtır.” diyen din anlayışı siyasallaştırıldı. “Düşmana” zarar vermek isteyenler bunu en yakınındaki insanında uygulamaya başladı.Kurban kesmek, cihad gibi kavramlar insanlık dışı davranışlara legaliyet kazandırır zannedildi.
Türkiye Çağdaş Uygarlıklar düzeyine çıkmak hatta onları geçmek temasını unuttu!
Uygarlık, anlamını kaybeder hale geldi.
Oysa aynı görüşlerle hareket eden, Güney Kore, Çin Halk Cumhuriyeti bilimsel, sanatsal kültürlerin gelişmesini de sürekli diri tutarak kalkınmalarını sürdürdüler. Bu yolda ilerleyen Türkiye, aniden, Pakistan, Bangladeş,Afganistan,Irak, Suriye, Suuidi Arabistan, gibi bir ülke olursa daha doğru olurmuş gibi zannedenler mi türedi?
Terör olayları ile Ne oldu da bu çukurun bu kadar içine girdi Türkiye?
Diyanet İşleri Başkanlığı, kuruluşunun 90’ıncı yılında, “İslamiyet Güncellenmelidir”, diyerek, İslamiyet’in ilk çıktığı gün gibi, çağdaş gelişmelerin, bilimin ve teknolojinin etkisini yok sayarak yaşanmasının mümkün olamayacağını belirtmesine rağmen;
Türkiye bu fanatik provakasyonların uygulama alanına dönüştürüldü.
Ortadoğu aktörlerinin içine çekildi. Oysa “Çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkmak ve hatta onları geçmek” gibi bir hedefi vardı Türkiye’nin, bu hedefe ne oldu.
Cumhuriyetin temeli Kültürdür deniliyordu. Bu idealler doğrultusunda heyecanla çalışılıyordu. TC Devlet Tiyatroları Anadolu da 800 noktaya yaz turneleri yapıyordu.
Belediyeler ulusal ve uluslararası festivaller düzenliyordu.
Tiyatro okumadığı halde Hukukçu Turgut Özakman harika tiyatro oyunları yazıyordu.
Çocuk doktoru, Dr. Orhan Asena, kendisine Türk Shakespeari denilecek kadar başarılı bir şekilde tiyatro edebiyatımızı zenginleştiriyordu
Kendi toplumuna ayna tutuyor, yaşamın değerlendirilmesi için bizi kendimizle yüzleştiriyordu.. Yine çocuk doktoru, Dr. Hidayet Sayın Aydın da hala aktif bir şekilde oyunlarını yazıyor, kitaplarını yayınlıyor.
Bu insanlar Türkiye’nin gelişme ülküsü ve idealini dile getiren temanın , öncü örnekleridir. Nota eğitimi almadan besteci olunmaz, ama onlar tiyatro eğitimi almadan Türkiye’nin en başarılı oyunj yazarları oldular. SANATA EVET örneği oluşturdular.
Toplumların pozitif düşünmeleri, dünya barışı ve kardeşliği adına sosyal keşifler yapabilmeleri için, SANAT kavramına ve onun değerlerine yeniden sahip çıkılması gerekiyor. Üstelik bu insanların ortak yaşama sırasında oluşan ‘durumları’ da anlamalarına olanak verecek bir sanat eğitimi olmalıdır. Sanat kavramını, artık ortaçağda aristokratların, sonrasında burjuvaların ve elitistlerin değil;tüm toplumun yaratıcı ve düşünsel gelişimini etkileyecek bir ortak anlayış olduğu inovasyonu ile, felsefesine sahip çıkılması dönemi gelmek zorundadır.
Orhan Asena’nın yetiştiği Halk Eğitim merkezleri yeniden yapılanmalı ve köylerde, mahallelerde faaliyet gösterebilmelidir.
Türkiye insanının gelişmesi ve kendini yönetmesi konusunda önündeki engeller kaldırılmalıdır.
Örgün eğitimde Köy Enstütüleri modeli ve yaratıcı drama yöntemi ile, yaygın eğitimde Halk Eğitim projeleri incelenerek yeniden geliştirilmelidir..
Türkiye ancak bu gelişmelerle, yeniden insancıl, objektif değerler üretebilen, insana ve doğaya saygılı bir milenyum kültürü oluşturabilir.
İnsanlık kendi yarattığı iletişim ve bilgi çağında, bu ilkelliklerin kurbanı olmaya daha ne kadar dayanabilir?
SANATA EVET işte yaşanması kaçınılmaz olan umut döneminin adı ve ortak felsefesidir.
Yaşanan her acı, insanlığı bu felsefeye ulaşma konusunda daha acele etmeye yöneltmelidir.
Tamer Levent:Yeni Yıl, Terör, Tiyatro ve Sanat