TÜY KALEMLER
Marki de Sade: Yaşadığı yüzyılda insanların nefret ettiği, tiksindiği, iğrendiği; akıl hastanesinde ve ceza evlerinde çürüttüğü bir yazar…
Marki de Sade: Hırsız sokak kedilerini tekmeleyen, kovalayan insanların ağzında “İşte Sade markisi” şeklinde deyimleşmiş bir kişi…
Marki de Sade: İnsanlığın ruhundaki kötülüğü, çarpıklığı haykırdıkça toplum dışına itilen; doğa-toplum ilişkisini çağının çok ötesinde değerlendirdiğinden sevgisiz bırakılan bir bilinç…
Sade, eserlerinde bize iyilikten, kötülükten, tanrısal adaletten, toplum yaşamının düzeninden ne anladığını açıklar. Sade’a göre Tanrı, din, dinsel kişiler ve toplumun kör gözlerle bütün bunlara bağlanması, kötülüğün demesek bile, iyi olmamanın belirgin kökleridir. Sade yaşadığı dünyadan, zengin-yoksul eşitsizliğinden, insanın ruhundaki genel-geçerlere aykırı düşen duygularını saklamasından nefret eder
Ortaçağ’ın karanlık, sofu, bağnaz felsefesinden sonra Sade doğal olarak bütün insanlığın dışına düşecekti… İnsanlığın hepten dürüstlüğü ve iyiliği seçmedikçe toplumsal ahlâkın yürümeyeceğini ileri sürmesi döneminde hiç de hoş karşılanmamıştır.
Aslında Sade ne ahlâksız, ne sapık, ne iğrenç; ne de ahlâklı, erdemlidir. Doğanın kendisiyle özdeşleşmeye çalışan, ama çağının çarpıklığından, ikiyüzlülüğünden yakasını kurtaramayan bir acı simgesidir.
Yazar Doug Wright, birçok şair, romancı ve eleştirmene yasak edebiyatın yollarını açan Marki de Sade’dan yola çıkarak yazmış Tüy Kalemler’i. Marki’nin Charenton akıl hastanesinde geçirdiği son günlerini kendi imgeleminde kurgulayarak sanatçının sorumluluğunu sorgulamış bu kara mizah oyununda .Charenton akıl hastanesi, markinin son yıllarını burada geçirmesi, burada birçok eser yazması ve bu yazdıklarını dışarı çıkartması dışında pekçok şey yazarın yaratısı. Tüy Kalemler Sade’ın yapıtlarıyla ilginç benzerlikleri de barındırıyor içinde. Örneğin oyun Sade’ın bize bir hikâye anlatacağını söyleyen sesiyle başlıyor, tıpkı markinin birçok öykü ve romanında olduğu gibi. Yine Sade’ın eserlerinde olduğu gibi kötüler ödüllendirilirken iyilerin başı felâketten kurtulmuyor…
Marki de Sade, insanların gözünde dünyanın en ahlâksız duygularına sahip bu adam, aynı zamanda dünyanın en özgür düşüncesine de sahip biridir aslında. Varlığı ve düşünceleri insanları rahatsız ettiği için, birkaç kez hapisaneye girip çıkmasının ardından Charenton akıl hastanesinde bulur kendini. Charenton yöneticisi papaz Coulmier markiyi reabilite etmeye çalışmaktadır. Ne ki, Coulmier’nin yöntemleri yumuşaktır, marki yazma eylemini sürdürmekte, yazdıklarını saf ve temiz oda hizmetçisinin yardımıyla hastane dışına çıkartmakta, yayımcısına ve okurlarına ulaştırmaktadır. Coulmier hastaların kendilerini ifade etmelerine izin vermektedir. Hattâ Sade’ın etkisiyle inandığı değerleri bile sorgulamaya başlamıştır. Yönetim toplum değerlerini tehlikeye sokan bu “deli”yi susturmak için Dr. Collard’ı görevlendirir. Dr. Collard’ın yöntemleri oldukça serttir ve markiyi susturmak için sadizmin babasının bile hayal edemeyeceği yöntemlere başvurur. Ve yazması ne kadar engellenmeye çalışılırsa yaratma hırsı o kadar coşmaktadır markinin….
Buğra Koçtepe’nin dilimize kazandırdığı oyunda Doug Wright, Sade’ın felsefesinden yola çıkarak ifade özgürlüğü temasını eni konu irdelemekte. Sanatçının sorumluluğunu sorgulamakta, sansür ve ifade özgürlüğü çatışmasını gündeme getirmekte. “İnsan yazdıklarından sorumlu tutulabilir mi?” diye sormaktadır. Masum kimdir, suçlu kim? İyi kimdir, kötü kim? Ahlâk nedir, kimdir ahlâklı, ahlâksız kimdir? Gerçek yaşamdaki cellâtlar Sade’ın roman kahramanlarından daha acımasız değil midir? Ya acı ceken erdem ve iyilik…Tüy Kalemler seyirciyi koltuğunda tedirgin eden, birçok soru soran, sordurtan, seyirciyi düşünmeye, tartışmaya yönelten önemli bir oyun.
Erdal Beşikçioğlu’nun rejisi altında tam bir takım oyunculuğu izliyoruz. Çok başarılı bir yönetmen-dekoratör çalışmasına tanık oluyoruz. Barış Dinçel şamdanlar, avize, birkaç parça eşyayla 19. Yüzyılın atmosferini kusursuz yansıtırken, akıl hastanesinde kullandığı platformlar birçok mekânı bir anda görmemizi sağlıyor. Bu platformların sağladığı akıcılık sayesinde, mekân değişimlerinde yönetmen black-out’lardan kurtulmuş oluyor. Su gibi akan yaratıcı bir reji izliyoruz.
Aslı Filinta Demir’in kostüm çalışması da çok başarılı. Gömlek başlarındaki dantelleriyle, kumaş kullanımlarıyla, büstiyerleriyle, kişilerin sosyal sınıflarını yansıtan giysileriyle… dönemini çok doğru yansıtan, zevk ürünü sahne kostümleri bunlar. Cem’i Deliorman’ın müzikleri ve Binnur Dorkip’le Korhan Başaran’ın koreografisinin oyuna katkıları oldukça önemli. Mustafa Bal’ın ışık tasarımı da yönetmene çok yardımcı. Işığın tonuyla o kasvetli dünyayı birebir yaşatırken, mekân değişimlerindeki katkısıyla da rejinin su gibi akmasına çok yardımcı oluyor.
Erdal Beşikçioğlu, tutkuları, alaycılığı, küstahlığı, deha düzeyindeki zekâsıyla Sade’ı en inandırıcı biçimde yorumluyor. İyi ve doğru oyunculuğun en güzel örneklerinden birine tanıklık ediyoruz. Sesinin etkileyiciliğini de unutmamak gerek. İdealist rahip Coulmier’de Saygın Soysal rahat ve dengeli oyunculuğunun yanı sıra beden kullanımıyla da yaşattığı karaktere can katıyor. Acımasızlıkta Sade’ın kahramanlarına taş çıkartan Dr. Collard’da Gökhan Soylu çok rahat abartılabilecek bir rolü en doğru ve inandırıcı biçimiyle yorumluyor.
Tüy Kalemler metniyle, rejisiyle, dekor kostümü ve ışığıyla, ve de içeriğiyle her ögenin birbirini tamamladığı, söyleyecek sözü olan oyunlardan, seyircinin ender yaşayabileceği bir tiyatro deneyimi.
YAŞAR İLKSAVAŞ’IN SEÇTİKLERİ
Yaşar İlksavaş
www.dirensanat.com