Röportaj:Sabit Doğan
Geçen mevsim çok az sahnelendiği halde ilgi gören ve tiyatro dünyasında çok sözü edilen küheylan oyunu bu mevsim sahnelenmiyor. Oyunun baş aktörlerinden Tamer Levent bir süredir sitemizde yazdığı yazılarla birçok önemli konuya değinirken sanat ortamında yeni gündemler yaratıyor. Tamer Levent ile Küheylan’ın yaratılış sürecini ve oynanmama nedenlerini konuştuk. Yıllarca çok emek verdiği ve sanat dünyamızın önemli tartışma konusu ‘Sanata Evet’ projesi hakkında da sorular sorduk.
Tamer Levent: Küheylan çok iddialı ve önemli bir oyundu. Ondan önce, Zeliha Berksoy’un sahneye koyduğu Kurtuluş Savaşı Destanı’nı oynuyorduk iki yıldır.. Bir süre oyun yapmamayı düşünüyordum….
Neden?
Tamer Levent: Çünkü hem oyun, hem üniversitede hocalık, hem dizi ve filim bir arada olunca yetişmek zor oluyor. Ama Küheylan’ın yapımcı ve yönetmeni “Bu bir proje ve senin oynaman önemli” dediler. Yönetmenimiz Uygar Özçelik ve yapımcımız Mahmut, ben oynamazsam projeyi gelecek yıla erteleyeceklerini söylediler. Büyük bir prodüksiyon yapacaklarını söylediler. Ben de o sıralarda baskısı yapılan “Ben ki Abdülcanbaz” isimli oyunumun önsözünde neden büyük prodüksiyonlar yapılması gerektiğini anlatmıştım. Ben oynamayayım ama size başka birilerini önereyim dedim. Onu da kabul etmediler; “biz bekleriz” dediler. Ben de onların bu tutumlarını gerçekten, tiyatro adına, çok önemli ve değerli buldum. Oyunun sırf benim yüzümden bir sezon ertelenmemesi için, bütün sıkışıklığıma rağmen oynamayı kabul ettim.
Prova dönemi nasıl geçti?
Tamer Levent: Prova dönemi ve saatler konusunda biraz zorlandım. Çünkü bu doluluk nedeni ile benim biraz düzensiz bir prova dönemim oldu. Ancak boş olduğum zamanlarda prova yapabildim. Ama kendimce hazırlanıp provaya hazır gitmeye çalıştım. Ekipten daha az prova yaptım ama tüm ekip bana destek oldu. Bu arada çekimler yapıldı, Dysart’ın açılışta kendisini anlattığı uzun monologlarında arkaya bu görüntüler yerleştirildi. 3D sistemini gerçekten büyük bir özenle çok güzel kullandılar.. Almanya’dan özel perde getirtildi. Önde ahşap at figürü yapıldı ve üstüne 3D görüntüsü giydirildi. Gördüğünüz at sanki sahnede koşuyor gibiydi. Bu görsel başarı oyunun anlamına çok hizmet etti, tabi bunların birbirleriyle uyumunu sağlayan yönetmenlik çok önemliydi. O da çok başarılıydı. Uygar, beni oynamaya ikna ederken yorumundan da söz etmişti.
Daha önce izlediğimiz Küheylan sahnelemelerinde doktor daha geri planda idi. Bu kez en az Alan kadar sahnede aktif bir rolü var…
Tamer Levent: Yönetmen Uygar Özçelik : Dr. Dysart’ın olayın akışını belirleyen kişi olarak düşündüğünü söyledi. Ama bundan önce izlediğim Küheylan’larda Dr. Dysart’ın ne dediğini hiç önemsemiyorduk. Diğer taraftan sadece Alan Strang, yani bizde Yağızcan Konyalı’nın başarıyla oynadığı rol ön plana çıkıyor, sadece o akılda kalıyordu.. Ama ikisinin de toplumla hesaplaşmaları, anne ve baba ile konuşmaları çok önemli bence. Her döneme hitap ediyor. Çocuk üzerine din kültürünün baskısı, farklı korkularının bu baskı ile çocukta yoğunlaşması. Bunlar hem insani hem de kültürel sorunu göz önüne seriyor. Şu anda dünyada normal insandan daha çok travmatik insan olduğunu düşünüyorum. Ama biz onu fark etmiyoruz. Herkes ruh halinden şikayetçi, yaşananlardan şikayetçi. Londra’da yaşayan da, öyle Türkiye’de yaşayanda Yakın Doğu da yaşayanlar daha kötü. Oysa Küheylan’da Yönetmen Uygar Özçelik reji olarak çok güzel bir şey yapmış. Eleştirmenlerin söylediği gibi bu oyunda Dysart rolü anlaşılıyor. Hikaye’yi Dysart anlatıyor çünkü . Bütün açmazları o çözüyor. Eleştirmenlerin ve arkadaşlarımızın bunu söylemesi beni oyun adına sevindirmişti,çünkü ben, inanki dışarıdan böyle göründüğünü bilmiyordum. Eski den oynandığı gibi algılanır diye endişeleniyordum.
Oyunun ortaya çıkışında sizin özel bir çabanız, bir etkiniz oldu mu?
Ben şunu yaptım: Dysart’ın laflarını durumlaştırdım. Oyunculuk dersi verirken de durum üzerinde gidiyorum. Dram kelimesi bizde acıklı sayılır. Halbuki dram durum demek. Dramaturgi ya da durumoloji diyorum ben.
Nasıl bir oyunculuk tekniği kullandınızda Dysart karakteri bu kadar ön plana çıktı?
Tamer Levent: Benim oyunculuk tekniğimde sırlarımdan birisi budur. Tabiki birçok oyunculuk sırlarım var. Bir çoğunu derslerimde öğrencilerimle paylaşıyorum. Durumu anlarım. Ezber yapmam. Ezber kendiliğinden olur. Durumu anladığım zaman durumun mantığını kurarım. Kendi yaşamımızdan belleğimdeki bilgiler ve gözlemlerimle karşılaştırırım. Bu anlamda belleğimde hiç bir veri yoksa,onu araştırırım, varsa onu yeni bilgi ile beslerim. Durumun mantığını kurduğum zaman o ezber yapacağımız laflar o durumun lafları olduğu için kendiliğinden gelir. Durumun aktörlerinin, o durum içinde bulunma nedenleri ve duruma etkilerini düşünürüm. Tanıdığım durumlar ve insanlarla karşılaştırım. İzleyicinin bizimle iletişim ve empati kurarbileceği bir karakter yaratmaya çalışırım. Bu sırada duruma uygun ezber yapabilmek için doğaçlama konuşurum. Ama durum yaşamaya başladıkça ezber kendiliğinden oturur. Arada birkaç kelime hatası yapsan bile, sonra onları düzeltirsin. Sahnede bir kenarda pasif de oturmadım. Çünkü hep olayın içindeydim, olayı kurguluyor sonra da Alan’ın anlattığını dikkatle dinliyor, sonra da izleyiciye kendi düşüncemi söylüyordum. Çocukla benim durum ilişkilerimiz böyle ortaya çıktı. Dysart’ın sorunları ustalıkla yönlendirmesi, rol oynama yöntemi ile çocuğa kendini anlattırması tipik psiko drama örnekleriydi… Ben de Türkiye’de drama kavramının doğru anlaşılması ve yaratıcı drama konularında çok çalışma yapmış biri olarak bundan keyif aldım. Annesinin Alan’ı yanlış yönlendirmesi babanın onlara uzak durması…bütün bunlar ve diğer çelişkiler, problemler, Alan’ın onları rol oynayarak anlatması sonucunda ortaya çıkıyor.
Her şey gerçekten çok iyi olmasına rağmen oyun neden oynanmadı?
Tamer Levent: Yapımcı çok masraf etti.. Sonrasında da şunu öğrendim ki; yapımcı her oyun için on bin TL masraf ediyormuş. Her oyunda gişe gelirinin on bin TL’yi aşmış olması gerekiyor. Oyun izleyici ile düzenli buluşabilseydi bu harcama sorun olmayabilirdi. Ama terör buna izin vermedi. Yapımcı oyunu Zorlu’da oynatmak istiyordu, ama Zorlu’nun programı doluydu. Trump Towers’da oynuyorduk. . Zor günlerdi, bombalar patlarken Trump Towers’da bir hedef haline gelmişti. Kapılarını kapadılar. Birkaç sefer oyun iptal edildi. Bir iki defa kendi güvenliği kapattı kapıları. Dolayısıyla bu oyun geçen yıl on beş temsil yapması gerekirken dört temsil yaptı. Böylece planlanandan daha az bir gelir elde etti. Sezona girecek dedik ama On Beş Temmuz olayları patlak verdi. Şu, bu derken yapımcı arkadaşımız, ben ailemi ve çocuklarımı alıp daha emin bir ülkede yaşayacağım, dedi ve Türkiye’yi terk etti.
Oyunu tamamen mı bıraktı? Birilerine devretmedi mi? onca emek… perdeler …. 3D sistemi … vs.
Tamer levent:Perde kaldı tabi ki. Malzeme de kaldı. Oyuncular zaten hazırdı. Yönetmen de uğraştı, ama sonuçta yapımı finanse edecek birisini bulamadı.
Yine de işi takip edecek bir yapımcı lazım.
Tamer Levent: Maliyet vs. derken olmadı. Gerçi oyun çok az duyuldu. Çok büyük bir tantanası olmadı. Bir kaç yerde duyuldu. Bombalı olaylarla rekabet halinde idi neredeyse. İnsanlar, bugün oyun mu oynanır, demeye başladı. Ama buna rağmen ilk temsilde izleyen eleştirmenler çok güzel yazılar yazdılar. O şartlarda yine de 600 kişilik salonda dört temsil dolu oynadık. Zorlu’nun sahnesi daha iyiydi. Orada oynasaydık daha güvenli bir yer olduğundan oyun belki daha çok izlenirdi. Belki kendi kendini döndürür hale gelir, bu yıl da oynardı. İnsanların en çok tiyatro izlemeye ihtiyaç duydukları bir dönemde yaşıyoruz. Artık televizyon izlemek yoruyor insanı. Artık toplumun farklı kesimlerinin de tiyatroya ilgisi var. ve seyirci sayısı artıyor.
Daha önce bu oyunda parlamış olan oyuncuların sonra tiyatroyu bırakıp televizyon sektörüne geçmeleri tiyatro açısından bir kazanç mıdır? bir kayıp mıdır?
Tamer Levent: Türkiye’de oyunculuk mesleği, kendi kültürünü oluşturarak geç gelişti diyebiliriz. Önceleri Tüm Türkiye’de bir tek oyunculuk okulu vardı. Ankara Devlet Konservatuvarı. İstanbul’da İstanbul Belediyesine bağlı Belediye Konservatuvarı vardı. Jön kadın ve erkek, sinema oyuncularının hemen hepsi Ses dergisinin açtığı fotoğraf yarışmalarından gelmeydi. Yan karakterler ise sanki önemsiz gibiydi. Çünkü filmi jön kadın ve jön erkek kurtarır anlayışı hakimdi. dönemde dünya sinemasında yan karakterleri çok önemli oyuncular oynardı. Biz de oyunculuk eğitimi almış deneyimli tiyatrocular ticari sinema yapmaktan kaçındılar. Zaten sayıları da azdı. Ama şimdi ülkede pek çok konservatuvar açıldı,. O zamanlar da sinemaya geçen tiyatro oyuncuları tabii ki sinema için kazançtı. Oyuncu hem sinemada hem tiyatro da oynuyorsa, bunun tiyatroya da olumlu etkileri olabiliyordu. Ama bu gün bence bu artık şart değil. Yani oyunda ünlü oyuncu varsa tiyatro tutar görüşü her zaman doğru çıkmıyor. Oyun metni iyiyse, kadro başarılı kurulmuş ve birbiri ile uyumlu ise, yönetmen başarılı ise, oyun da başarılı oluyor. Sadece ünlü oyunculara güvenilerek yapılan oyunların başarılı olmadığı da oluyor. Devlet Tiyatroları bu anlamda kurumsal tiyatro örneğidir. Örneğin, Ankara’da tiyatro geleneği müthiş disiplinlidir. İstanbul’da biraz ticari bir hava var. O nedenle haftada bir gece perde açan bir tiyatro kendisini çok profesyonel çalışan tiyatro olarak ilan edebiliyor. Halbuki, tiyatro dedin mi haftada altı gün oynayacak en az sekiz temsil yapacaktır. Mesela AST (Ankara Sanat Tiyatrosu) zamanında akşam altıda matine yapıp, ondan sonra gece 20:30’da da bir suare yapardı. Hafta da on iki temsil falan yaparlardı. İstanbul da kurumsal tiyatrolar hariç, bir çok tiyatroda oyunlar haftada bir temsil oynuyor, Bazen on beş günde bir temsil oynuyor. Buna da tiyatro deniliyor, diğerlerine de. Peki bu ülke de gelişmiş bir tiyatro kültürü var mı ? İzleyici kendini geliştirmek ve farkındalığını arttırmak için hem de eğlenmek için düzenli tiyatroya gidiyor mu ? Gidiyorsa bu ülkenin genelinde kaç kişidir ? İstanbul da oyunculuk sanki onu yapan insanların işi ,hobisi gibi yapılıyor ben bunu biraz yadırgıyorum…
Neden?
Tamer levent: Prova düzenini yadırgıyorum. Oyuncular provaya disiplinli gelmiyor. Özel tiyatrolarda provada para ödenmiyor… Oyun çıktıktan sonra biraz biraz veriliyor. O da bazen veriliyor bazen verilmiyor. Kurumsal tiyatroda tek işiniz tiyatro. Ama orada verilen maaşlarda üzücü şekilde çok düşük. ama, Tiyatro, bir sevgi ve bağlılık işi. Ben kendimden örnek erecek olursam, Ankara’da bir yandan 81 sayfalık metni ezberler, bir yandan da, pazar, pazartesi günleri de İstanbul’a gelip ‘Mutlu Yıllar’ı oynardım. Salı gecesi de Ankara’da Galileo’yu oynardım. Bu sırada ‘Mutlu Yıllar’ın replikleri geçerdi aklımdan. Bu bir mesleğe duyulan tutkunun gözle görülür halidir. İstanbul’da pek çok özel tiyatro da oyunların haftada bir gün oynanmasını da yadırgıyorum. Bu sahne bulamamaktan, oyuncuların zamanlarını ayarlayamamaktan, izleyici ile buluşamamaktan kaynaklanan bir sorun olabilir. Ama tiyatro kültürünün insan yaşamındaki öneminin anlaşılması için yeterli değil. Tiyatrocular için hiç değil.
Neden ? Haftada bir günü veriyorsunuz diğerinde bütün bir haftanız gidiyor?
Tamer Levent: Çünkü oyun pekişiyor. İlk 30 temsil oyunun oturma süresidir. İstanbul’da gala ve prömiyer aynı gibi oluyor. Bu yüzden eskiden galaları otuz temsilden sonra yapılırdı. Biliyorsun ki kafanda uygulanması gereken bir sürü şey var. onları uygulayamadan gala yapıyorsun. Galayı prömiyerle birlikte yapıyorsun canın sıkılıyor. …..
Futbol gibi mi? Oyuncu kondisyonundan mı düşüyor? O süreçte
Tamer Levent: İlk temsilden sonra ikinci temsilin oynanacağı süre zor geçiyor. Bugün oyun mu vardı, ne zaman oynayacağız diye korku ile kalkıyorsun? En sonunda yabancılaşma dönemi yaşıyorsun. Bir hafta daha var diyorsun. İkinci haftaya giriyorsun bekleme süreci devam ederken başka işlerin araya giriyor. İkinci hafta geldiğinde eyvah oyun yaklaştı telaşı başlıyor. Hafta arası buluşup bir prova yapsaydık diyorsun ama çoğumuzun buna vakti yok. Yönetmen arıyor ne zaman prova yapalım diye soruyor?
Siz ne diyorsunuz?
Tamer Levent:Oyundan birkaç saat önce gelir bir prova yaparız diyorum. Oysa oyundan bir gün önce gelip prova yapmak gerekiyor. Ama Ankara’da böyle bir sorun yok. Mesela Galileo gibi iki sezon oynadıysan sorun olmuyor. Yaz tatiline girdik ben dönüşte ezber provası bile almadım. Çünkü gitmeden altmış temsil sürekli oynamışız. Oyun beynimize yerleşmiş. Öyle yerleşmiş ki… Galileo’ yu bu gün bile bir haftalık prova ile yeniden hatırlayıp oynayabilirim
Şimdi öyle anlaşılıyor ki ‘Küheylan’ oynanmayacak. Peki sizin başka oyununuz başka bir projeniz var mı?
Tamer Levent: Elbette bir sürü şey var. Ama korkuyorum şimdi. Mesela tiyatro ile televizyon dizisini aynı sezonda yapmamam gerektiğini düşünüyordum. Bu sezon Cesur ve Güzel dizisinde rol aldım. Diğer sezonlarda da dizim vardı ve hep oyunum olmuştu ama bu yıl henüz göze alamadım. Layıkıyla çalışabilecek vakit olmayacağından korkuyorum.
Hem Tiyatro hem dizi bir arada gidebilir ama….
Tamer Levent: Bununla ilgili bir anımı paylaşayım: Tiyatro 2000’de Zeliha Berksoy’un yönettiği Kurtuluş Savaşı Destanı’nı oynuyoruz. Caddebostan Kültür Merkezi’nde oyunumuz var. Ben de kısıtlı zaman paniği ile Vapura bindim gidiyorum… Sonra bir baktım Ada vapuruna binmişim. Bu arada vapur Ada’ya varmak üzereydi. Can havli ile, deniz taksi ile, oyuna beş dakika kala yetişebildim ancak. O süreçte neredeyse kalpten gidecektim. Sıradan bir insan bunu anlayamaz, bu kalp çarpıntısını. Oyun benim yüzümden iptal edilecekti. Bunun sorumluğunu alamazdım. Bu heyecanı yaşamayan bilemez.
Şimdilerde Herkes çok kolay iptal ettik, erteledik duyurusu yapabiliyor.
Tamer Levent:Bunu duyduğum zaman benim metabolizmam altüst oluyor. Çünkü bizim dönemde bir oyun ne olursa olsun oynanmalıydı. Bizim aldığımız terbiye böyleydi. O zaman demek ki tiyatro Türkiye’de rutin olarak yapılma kültürünü yaygın bir kültür olarak geliştirememiştir. Devlet Tiyatroları’nın her gece oyun oynandığını çok iyi biliyor İstanbul’daki seyirci. Yas ve acı dönemlerinde de ilk iptal edilen tiyatro oyunları oluyor. Sanki yas a aykırı bir eğlence imiş gibi. Oysa, yas nedeni olan olaylara karşı sanat merkezlerinde buluşmak, hatta topluca saygı duruşu yapmak, oyunların iptalinden çok daha etkili bir toplumsal dayanışma yaratır. Bu tutumlar da tiyatro ve sanat kültürünün eksikliğinin göstergesi. Bazen de sahnelenmiş oyunlar, siyasiler tarafından engellenmek istenir;
Önemli olan; yönetimin oyununa sahip çıkması. Bir çok kişi oyunun nasıl olduğunu, oyunu hakkında kimin ne düşündüğünü, sorma gereksinimi bile duymuyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Tamer Levent: Siyasiler oynanan oyunu bilmeden kendilerine gelen dedikodular ile oyunu kaldırma teşebbüsünde bulunabiliyorlar. İdareye sormuyorlar. Oyunun oynanmasında tiyatro yöneticilerine güvenmiyorlar. Dünya telif hakları kanunları ya da özerk tiyatro kültürünü istismar edebileceklerini zannedebiliyorlar.
Gelelim ‘Sanata Evet’ projesine… Siz yıllar boyunca bu projenin gelişmesi için çok çaba sarf ettiniz. Yazılar yazıp konuşmalar yaptınız. Nedir bu proje, ilk adımları nasıl atıldı, nasıl gelişti. Geleceğe yönelik projeler neler?
Tamer Levent: ‘Sanata Evet’i ilk kez 1982 de TOBAV’ın antetli kağıdına yazdığımı hatırlıyorum. O zaman Orta Doğu’da savaş vardı, hani o petrole bulanmış karabatakların fotoğraflarının yayınlandığı dönem… savaşların televizyonda naklen verildiği günler. Herkes gibi bende Körfez Savaşı’nı kendime dert etmiştim. O sırada Antalya’ya konferans vermeye gidiyordum. Antalya Ticaret Odası’na gittim. Bunları yolda düşündüm, ama içim rahat değildi. Konuşurken “savaşa hayır” dedim sonra da durdum “Sanata Evet” dedim. Bunu dediğimde salonda bir alkış koptu. Çok dolaştım dünyada Müslüman toplumlar sanat kültürü ile kalkınma kavramını çözememişler. Sanat konusunda herkes farklı bir şey konuşuyor. Biz de tanımlar konusunda eksik ve yetersiz, pratik ve izlenimci yaşayan bir toplumuz. Kültür edinmek, bilgi sahibi olmak gereksiz vakit kaybı gibi görülüyor. Oysa dünya içinde yaşanılan kriz döneminden bir gün çıkarsa gündeme gelecek ilk konu yaşamın sanatsallaşması olacaktır. Bu yine bizim pratik olarak anladığımız sanat kavramından farklı bir felsefe olacaktır.
Tamer Levent “Karnı doyduğu için mi ateşi buldu? Kendi karnını doyururken ateşi bulduğu için mi?”
Bizde hep sanata bir ürün olarak bakıldı değil mi? Hep sanat karın doyurmaz. Önce karnımız doysun ondan sonra sanatla ilgileniriz denildi. Halbuki sanata gereken önem verilse; Hayatı da güzelleştirir yaşamı da kolaylaştırmış olursunuz.
Tamer Levent:İnsanın ateşi bulmasını düşünün: Ateşi bulmadan önce Çiğ et yiyen insan ateşte pişen eti keşfedince pişmiş etin daha lezzetli olduğunu düşündü ve sonra kendisi eti pişirmek için ateşi kullanmaya başladı. Yani deneyimini aktararak geliştirdi. Karnı doyduğu için mi ateşi buldu? Kendi karnını doyururken ateşi bulduğu için mi? Ya da pişmiş etin daha lezzetli olduğunu keşif mi etti. O zaman ateşi bir yangından öğrenip kendi istediği zaman yakmayı, istediği zaman söndürmeyi keşfetti. Ateşi kendim yapacağım kararını vermesi sanattır. Bataklığı kurutması yaratıcı bir buluştur. Daha sonra aktarılmış bilgi haline gelen bu buluşlar bilimi oluşturdu. Buluş sanattır. Bilim buluşun herkes tarafından bilinmesini sağlayan gelişme ve paylaşma. Bilimin keşif kısmında sanat vardır. Çünkü artık herkesin bildiği gibi, insan beyninin sağ lopu sanatsal, sol lopu analitik düşünme loplarıdır. O halde, sanat her insanın doğasının organik yapısında vardır. San’a Arapça, yapmak demektir. Sanat bir işi özenle yapabilmektir. değil yani! Umberto Eco, zanaat ile sanatın ‘yapmak’ ‘beceri’ anlamında eşdeğer olduğunu savunuyor. Sanatı bu anlamları ve felsefesi ile anlamamız gerekiyor. O zaman, çevrecilik, yaşama biçimi, insanın yaşama kalitesi bunların hepsi insanın sanat özelliği ile ve özenle yapılması gereken işler. Sanat; yaşama sanatı, siyaset sanatı, yemek pişirme sanatı, düşünme sanatı, konuşma sanatı, dinleme sanatı, anlama sanatı… İnsan yaşamında şu iş “özensiz” yapılmalı diyebileceğimiz bir durum ya da eylem söz konusu mudur? İçinde bulunduğumuz bu insanlık dışı dönemlerin sanat ile ölçülmesi mümkün müdür ? Çaresizlik sanat ile örtüşür mü ? SANATA EVET içinde bulunduğumuz milenyum insanın yaşama biçimi arayışıdır. Beş duyusu olan insanın beş duyu ile beslediği altıncı duyu doğrudan sanatın kendisidir.
Sanat teori ve pratiğin birlikte kullanılmasıdır. Hayattaki sanat kavramını bulmak, tek başına altı ana sanat dalı olarak ele almaktan ibaret olmamalıdır. Sıradan insanı aşağılamak için bir ayrıcalık olmamalıdır, sanat! Çağımız, insana kendisinde bulunan sanat organik yapısını keşfettirecek kültürü yaratma çağı olmalıdır! İnsanın bu kavramı kendi gelişimi için kullandığı ve özelliklerini geliştirdiği bir yönelim teması olarak görmesi ve anlaması için ortaklaşa çaba sarf edilmelidir. Sanat eseri yaratıcısı olmak, kendini başkalarından farklı görmenin dayanılmaz hafifliği demek değil, sanatı hayatımıza katmak için insanlarla buluşmak olarak anlaşılmalıdır. Sanata Evet bu düşüncenin tematik sözü, sloganıdır. Sanata Evet’i yaşam biçimi olarak benimseyen kişi nerede ne yapacağını, insanlık için en doğru olanın ne olacağını de anlayabilen ve fark edebilen bir vizyona sahip olur. Ne yapacağını bilerek yapan insan olur, ortak akıl konusunda doğru gelişmelere sebep olmayı da vizyonu gereği, misyon olarak görür.