AHUDUDU
Nedim Saban’la 1982 yılında tanışmıştım. Hürriyet Gazetesi ve Gösteri Dergisi’nde yazıyordum. 15 yaşındaydı o zamanlar, Beş Kafadarlar adıyla kendi topluluğunu kurmuştu. Çocuk parklarında çocuk oyunları sergiliyordu, beni de oyunlarını izlemem için davet etmişti. Yanlış anımsamıyorsam Doğancılar parkında izlemiştim oyunlarını. Tiyatroyu bir heves olarak yapmadığını, ne kadar ciddiye aldığını o günlerde anladım. O yaşta oyunlarını oynamadan önce tanıdığı pedagoglara gösterdiğini, ama kimi pedagojik yaklaşımlara da karşı çıktığını söylemesi bayağı ilgimi çekmişti. Neden okulda değil de sokaklarda tiyatro yaptığını sorduğumda: “Ben istibdattan çok korkarım,” demiş, bir yanlış anlamaya yer vermemek için de: “Eğer bir dekorun kahverengi olması gerekiyorsa, müdür de yeşili sevdiği için dekor yeşil olacak diye tutturmuşsa, ben o oyunu kesin oynayamam,” diye bir açıklama getirmişti (Gösteri Dergisi, eylül 1984).Bu özgürlüğü hep elinde tutmak için olsa gerek, 1992 yılında Tiyatro Kare’yi kurdu. Sıradanlığa düşmemeye hep çaba sarfetti. Müziksiz Evin Konukları; Oleanna, Salı Ziyaretleri… gibi önemli oyunları seyirciyle buluşturdu. Bu yıl, yirmi beşinci yılını klasikleşmiş bir kara mizah örneğiyle kutluyor: Ahududu.
Çevrelerindeki herkesin saygısını kazanmış, yardımseverlikleriyle tanınan iki sevimli, yaşlı kız: Mürşide ve Müşfike. Kendini hâlâ savaşın içinde sanan, kendisinin paşa olduğunu zanneden, zararsız, çılgın yeğenleri. Hep birlikte yaşlı kızların babalarından kalma konaklarında yaşamaktadırlar. Ne ki, bu sevimli yaşlı kızlar yalnız, mutsuz, gelecek umudu olmayan erkeklere oda kiralayıp, onlara içine zehir kattıkları ahududu likörü ikram etmekte, böylece onları öldürüp huzura kavuşturmaktadır. Üstelik de çok hayırlı, çok insanî bir iş yaptıklarına yürekten inanarak. Çılgın yeğenleri de evin bodrumuna kazdığı “siperlere” gömmektedir bu cesetleri. Ancak, yandaki konağın kızıyla evleneceğini bildirmek için eve gelen, bir gazetede köşe yazarlığı yapan yeğenleri kanepenin içine gizledikleri cesedi bulunca tüm gerçeği öğrenir. Teyzelerini kurtarmak için çabalarken yirmi yıldır ortalarda görülmeyen, polisin aradığı tehlikeli bir kaatil olan erkek kardeşi de yanında bir ceset ve yüzüne başarısız bir estetik ameliyat yapmış Dr. Frankenştayn’la çıkagelir. İki yaşlı kızın kurduğu düzen tümüyle bozulmuş, konakta bir panik başlamıştır…
Amarikalı yazar Joseph Kesselring’in yazdığı “Arsenic and Old Lace”in çok başarılı bir uyarlaması Ahududu. Oyunu Nedim Saban yalın, iddiasız, durumun komedisini de ortaya çıkaran akıcı bir rejiyle sahneye koymuş. Aynı zamanda da çok renkli bir rolü en sempatik haliyle canlandırıyor sahnede.
Ahududu ülkemizde hep ünlü oyuncular tarafından oynanmış bir oyun. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Çetin İpekkaya’nın rejisiyle Suna Pekuysal ve Ani İpekkaya’dan izlemiştim. Televizyon uyarlamasında İsmet Ay ve Erol Günaydın unutulmaz kompozisyonlar çizmişti. Bu kez de Suna Keskin ve Melek Baykal’ın usta işi oyunculuklarından izliyoruz. Müşfike ve Mürşide’yi öylesine doğru, öylesine sevimli ve öylesine inandırıcı oynuyorlar ki onları asla birer katil gibi görmüyoruz, samimi insancıllıklarına inanıyoruz, onlardan yana oluyoruz. İki “deli saraylı”yı en ince ayrıntısıyla yansıtıyorlar seyirciye, abartıyı bıçak sırtı dengede tutmayı başarıyorlar. Rollerinin tadını çıkartıyorlar. Bu rolleri oynamaktan ve aynı sahneyi paylaşmaktan aldıkları keyif seyirciye de geçiyor, sıkı bir diyalog kuruluyor daha sahneye çıktıkları ilk andan itibaren.
Bu iki büyük oyuncuyla birlikte hemen tüm kadro başarılı kompozisyonlar çiziyor. Özgür Yetkinoğlu, Halim Ercan ve Cem Güler’in adlarını özellikle anmak isterim. Bülent Seyran sahip olduğu sahne sempatisiyle “Bekçi” de sevimli bir karakter yaratmış.
Barış Dinçel’in dekorları insanda gerçekten eski bir konaktaymış duygusu uyandırıyor. Kapılar, o ikinci kat merdivenleri, bodrum katı girişi sahne trafiği açısından yönetmene de çok yardımcı. Günnur Çaras’ın Mürşide ve Müşfike’ye tasarladığı kostümler, içinde komediyi de barındıran, kişilikleri çok doğru yorumlamış kostümler. “Paşa”nın kostümü de öyle. Ama gazeteci yeğenin, katil yeğenin ve Dr. Frankenştayn’ın kostümleri hiç inandırıcı gelmedi, hattâ yanlış buldum. Bırakın döneme uymamasını, polisten saklanan iki insan o kadar frapan mı giyinir?
“Arsenic and Old Lace”, yani Ahududu her yönüyle tam bir kara mizah örneği. Oyun 1941’de Broadway’de sahnelenmiş, 1944’te beyaz perdede yerini almış. Yani ikinci Dünya Savaşı yılları. Bir yanda yüzlerce insan ölürken insanların öldürüldüğü, cesetlerin gömüldüğü bir oyun büyük sükse yapıyor. Ölüm üzerine kurulmuş bir komedinin böyle bir zamanda böylesine başarı kazanması şaşırtıcı. Ölüme ve cesetlere gülüyoruz ve ortada bir cinayet olduğunu asla düşünmüyoruz.
İki kızkardeşin adları da bu kara mizahı güçlendiriyor: Mürşide (doğru yolu gösteren) ve Müşfike (sevecen, şefkâtli). Gösterilen doğru yol ve şefkât ortada.
Ahududu güzel bir bulvar komedisi. Ekrem Reşid Rey, Darülbedayi’nin 34. sayısında : “Tiyatro, denildiği gibi, bir gıda bile olsa, bunun sade siyah ve ağdalı salçadan ibaret olmaması lâzımdır. Biraz da, ara sıra, hafif, tatlı şeyler yiyelim…” diye yazar. Evet, içinde yaşadığımız bu zor günlerde “biraz da hafif, tatlı şeyler yiyelim”. Hepimizin gülmeye çok ihtiyacı var. Ve Ahududu – başta Suna Keskin ve Melek Baykal olmak üzere- başarılı komedyenlerle gülme garantili bir oyun.
Yaşar İlksavaş