____ Sihirli Sahne
Sihirli Şiir____
Bir sahne, ışıklar, ışıklar, ışıklar… Bir sahne , sözcükler, sözcükler, sözcükler… Dizeler, dizeler, dizeler…
Harfler, harfler, harfler…
Demir parmaklıklar…
Sahneye bir eski-yeni tahta bavul yavaş yavaş geliyor, geliyor, geliyor… Karanlıkta sahneye bakan gözlere bakıyor, bakıyor, bakıyor…
Müzik, müzik, müzik… Caz…B elki New-York, belki Paris, belki İstanbul?…
Ankara mı?…
Yok canım sen de…
Yılmaz Güney,
Sahne…
Yılmaz Güney Sahnesi…
Ankara, Ankyra…
Müzik… Caz…
Bavul, eski-yeni…
Bavul…
Pembe defter…
Şiirler, şiirler, şiirler…
Kardeşim akrep,
Akrep kardeşim…
Kardeşim… Kardeşim…
Akrep… Akrep…
H.N.
Nâzım Hikmet…
L.T.
Tamer Levent…
Koyu lâcivert gömlek kendi kollarını sıyırıyor… Evrensele açıyor…
Salondaki bakan gözler dalgalanıyor, dalgalanıyor, dalgalanıyor…
Bir sen, bir ben…
Bir göl, bir akarsu,
Bir güneş, bir ay,
Bir yıldız, yıldızlar…
Mavi gökyüzü…
Gökyüzü mavi…
Karanlık içinde…
Ses şiiri bir şarkıya…
Bir şarkıya dönüştürüyor.
Caz, seçilmiş parçalar, seçilmiş enstrümanlar, seçilmiş sanatçılar…
Sanatçı güzel yumuşak sesiyle şiirleri nağmeliyor, salona, insana, ekrana, Nâzım’a doğru.
Akrep, kardeşim akrep… Çiçekler, özlem, papatyalar, kırlar, akarsular… Güneş, ay, biz, siz, Nâzım, Tamer…
Sahnedeki yakışan, yaşlı-genç adam, bir bize, bir deftere, bir şiire, bir esere bakıyor.
Ekranda yoksul, çaresiz küçük kız çocuğunun eskimiş fotoğraflarında bir Nâzım, bir Tamer, bir şiir görünüyor.
Sahne dolu…
Her yer…
Şiir…
Caz…
Müzik dolu…
Işık dolu…
Çiçek, çiçekler dolu…
Yerler dolu…
7102, Narizah, Arakna…
Yazıyor kil tablette…
Dedi Derûn-î ibn Derûn-î.