Ceyda Torun’un “Kedi” filmi sokak kedilerinin bakış açısından İstanbul’u anlatıyor. Kedileri ve insanları anlatıyor. Kedilerle insanlar arasındaki yoğun ilişkiyi anlatıyor. Duygulandırıcı, düşündürücü sımsıcak bir film. “Kedi” filmini izlerken tuhaf bir şey oluyor, İstanbul’u, sokakları, mahalleleri, insanları farklı bir gözle, gönül gözüyle görmeye başlıyoruz. Bu açıdan da insanın ruhuna iyi gelen neredeyse bilgece diyebileceğimiz bir film bu.
KEDİLER VE İNSANLAR
Ceyda Torun’un “Kedi” filmi sokak kedilerinin bakış açısından İstanbul’u anlatıyor. Kedileri ve insanları anlatıyor. Kedilerle insanlar arasındaki yoğun ilişkiyi anlatıyor. Duygulandırıcı, düşündürücü sımsıcak bir film. “Kedi” filmini izlerken tuhaf bir şey oluyor, İstanbul’u, sokakları, mahalleleri, insanları farklı bir gözle, gönül gözüyle görmeye başlıyoruz. Bu açıdan da insanın ruhuna iyi gelen neredeyse bilgece diyebileceğimiz bir film bu.
Bilgece, çünkü bizi yaşadığımız sorunlardan, kaygılardan, çatışmalardan koparıp anı yaşamaya yönlendiriyor. Kedinin dünyasına girdiğimiz onunla konuşmaya başladığımız anda sevgi, sıcaklık, olumlu enerji dolu yepyeni bir dünya açılıyor gözümüzün önünde. Bu dünyanın derinlerine daldığınızda yepyeni bir yaşam felsefesi oluşuyor. Hayata farklı bir gözle bakmaya başlıyoruz.
Her biri birer birey olarak gösterilen, karakterleri birbirinden çok farklı olan yedi kedinin yaşamından kesitler verilirken bu kedilerle iletişim kuran insanları da alımlıyoruz. Sanatçısından satıcısına, balıkçısından yazarına değin her biri farklı toplumsal katmanlardan ve mesleklerden gelen bu insanların ortak yönü kedilerle birebir diyalog kurabilmeleri, kedilerin bireysel özelliklerini, ruhlarını, duygularını, dillerini anlayabilmeleri. Kısaca kedi dünyasına girebilmeleri.
Kedinin özelliği bağımsız, başına buyruk ve özgür olması, işte bu özellik kedi insan ilişkisine köpek insan ilişkisinden çok daha farklı bir değer kazandırıyor. “İnsan köpekler için bir tanrıdır” diyor kedilerle iletişim kuran kahramanlardan biri “Ama kediler için sadece bir insandır”.
Kedileri de köpekleri de sevmekle birlikte mesafeli bir ilişkim olmuştur.
Çocukluğumda iki kedimiz vardı. Cingöz ve Pamuk. Cingöz’ü babam “Ahtamar” kilisesi ile ilgili film çalışmaları sırasında Van’dan, Pamuk’u anneannem Ankara’dan getirmişti. Van kedimiz Cingöz inanılmayacak kadar uyanık ve zeki, bir gözü yeşil bir gözü mavi olan kar beyazı Ankara kedimiz “Pamuk” ise çok güzel ama beceriksiz ve aptaldı. O kadar ki gece yarısı komşunun bahçesindeki ağaca tırmanıp aşağıya inemeyince babam kediyi aşağıya indirmek için ağacın tepesine tırmanmış, komşular da hırsız geldi diye polise haber vermişlerdi. Babama göre Pamuk’un beceriksizliğinde insanlaşmış olmasının payı çok büyüktü. Cingöz kediliğini bilip ona göre davranırken, Pamuk tıpkı yaramaz bir çocuk üstünü, başını kirletir, annemin banyo küvetinde sabunlu su ve süngerle tüylerini yıkamasına da ses çıkarmazdı. Sabah kahvaltısında da tıpkı bizim gibi zeytin, peynir, yumurta yerdi.
‘Kediler komik ve sevimli yaratıklardı ama’
Kediler komik ve sevimli yaratıklardı ama kedi delisi dostlarımıza örneğin evi kedilerle dolup taşan Magdi’ye (Sabahattin Eyüpoğlu’nun eşi) ya da mahallemizde sabah akşam kedilerle uğraşan kedili teyzelere kuşkuyla bakıyordum. Kendilerini kedilere bu kadar kaptırdıklarına göre sanki hayatlarında bir şeyler eksikti ya da yolunda gitmiyordu. Bu düşünceden bugün de kurtulduğumu söyleyemem. Aşırılığı hiçbir zaman olumlu bir şey olarak görmedim çünkü. Bu tabii benim aşırılıklardan uzak olduğum anlamına gelmiyor, tam tersine…
Kedilerle iletişim harika bir şey ama eğer insanlarla iletişimin yerini artık sadece kediler alıyorsa yolunda gitmeyen bir şeyler vardır mutlaka. Aynı şeyi kediler için de söyleyebiliriz. tıpkı köpek gibi bir insana sımsıkı bağlanan, böylece bağımsızlığını ve özgürlüğünü yitirerek kedilikten uzaklaşan ev kedilerini hepimiz biliriz çünkü. Bu da sağlıklı bir şey değil.
Ama filmde hastalıklı ilişkiler gösterilmiyor, tersine evlerin çatılarında, ağaçlarda, sokaklarda dolaşan sokak kedileri insanlardan bağımsız oldukları gibi, insanlar da onlardan bağımsız. Kedi de insan da kendi özgürlüğünü yaşıyor ama yine de birbirini çok seviyor. Keşke insanlar da birbirleriyle böylesine sevgi dolu ve özgür bir ilişki kurabilselerdi. Dayatma ve beklenti olmayınca kutuplaşmalar ve çatışmalar da yaşanmazdı. Bu özellikle yakın ilişkiler kadın erkek ya da yetişkin çocuk ilişkisi için çok geçerli.
Ama kedi insan ilişkisinde ortak olan bir şey daha var, kedilerin dünyasına açıldığımız anda bu bize terapi gibi geliyor, rahatlıyor, iç huzuru buluyoruz. Kısaca kedi bize iyi geliyor ama biz de ona iyi geliyoruz. Sözlerin çok ötesinde karşılıklı bir duygu alışverişi bu.
“Kedi” filmi yaşama dair, zihnimizdekileri değil anı yaşamaya dair, hayatı farklı bir gözle görmemize ve bunun mutluluğunu yaşamamıza dair çok şey söylüyor bize. Çünkü büyük bir duyarlılık ve özenle hazırlanmış. Rastgele kedilerin yaşamını belgelemiyor. Ardında belli bir tasarım ve bilgece bir dünya görüşü var.
Kedileri seven arkadaşlarımı düşünüyorum kedileriyle yaşayan, belki son günlerinde onlarda mutluluğu bulan sevgili hocam Şara Sayın’ı, “Kedi Mektupları”yla Türk edebiyatına bir ilki kazandıran Oya Baydar’ı, sevimli ve şişman kedi ve insan resimleri çizen Berna Türemen’i, resimli çocuk kitaplarında sevimli ve komik kedi öyküleri anlatan anlatan Behiç Ak’ı, birbirinden güzel kedi resimleri ve karikatürleri yapan Selçuk Demirel’i. Büyük olasılıkla dahaları da vardır şu an aklıma gelemeyen. Kediler insancıl bir dünyanın habercileri gibi. Hayvanları, özellikle de kedileri seven birinin kötü bir insan olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Ben düşünemiyorum.
Bu nefis filmle ilgili yazımı Nazım Hikmet yaşadığımız anı ve yaşamın akışını yine bir kedi imgesiyle veren şiiriyle bitirmek istiyorum. Kediler üstüne çok şair yazmıştır. Ama bence en güzeli Nazım’ın ki, doğrudan kediyi anlatmıyor, yaşamın bir anını ve akışını anlatıyor ama bu akış içinde kedi de evrensel bütünün bir parçası, tıpkı çınar ağacı gibi, tıpkı insan gibi.
Masalların Masalı
Nazım Hikmet Ran
Su başında durmuşuz,
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.
Su başında durmuşuz,
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana, bir de kediye.
Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.
Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze .
Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak;
sonra o da gidecek…
Su başında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor
Güneş sıcak.
Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze…