Yolcu Tiyatro’nun sahnelediği ‘Joko’nun Doğum Günü’, geçen tiyatro mevsiminin en çok konuşulan oyunu oldu. Mevsim sonu değerlendirmelerinde de en çok ödül alan oyundu. Yolcu Tiyatro’nun bu mevsim de sahnelemeyi sürdürduğü ‘Joko’nun Doğum Günü’ hakkında hem Yolcu Tiyatro’nun kurucularından hem de oyunun yönetmeni olan Ersin Umut Güler ile konuştuk. Yolcu Tiyatro’dan, oyunlarından ve yaşadıklarından söz ettik…
Sabit Doğan: Yolcu Tiyatro nasıl doğdu?
Ersin Umut Güler: 2012’nin yazında bir oyun çalışalım diye düşündük, 2012’nşn Kasım ayında çalışmalara başlamış 2013’ün Mart ayında ilk oyunumuzun prömiyerini yapmıştık.
Sabit Dogan: Aynı okulun öğrencileri miydiniz?
Çoğumuz aynı okuldandık. Birbirimizi tanıyorduk ama sahne üzerinde henüz bir şey yapmamıştık. Benim için önemli olan tiyatroda seçilen metinin hikayesi ve o metni sahnelenmesinde yaratacağımız farklılıktı. Bu nedenle ilk oyunumuz ‘Kapıların Dışında’ oldu. Çok iyi yazılmış, belki de dünya çapında savaş karşıtı olarak yazılan en önemli oyunlardan biriydi. Özellikle hem burada hem bölgede savaşların olması nedeniyle çok da günceldi. Konservatuardan beri bu oyunu. yönetmek istiyordum.
‘Kapıların Dışında’da bazı teknolojik yenilikleri de uyguladınız…
Her oyun bir arayıştı… Yakından takip ettiğim; mapping teknolojisi ve animasyonları oyunun ayrılmaz bir parçası kullandık. Bütün bunları bir araştırma süreci sonunda uyguladık. Dramaturjik olarak baktığımızda oyunda Beckmann ve öteki vardı. Aynı kişinin farklı zamanlardaki yaşamını yansıtıyordu. Aynı oyuncuyu oynatarak hikâyenin seyirciye geçmesini sağlayabildik. Bu teknik anlatım için bize çok büyük bir kolaylık sağladı. Aynı şekilde seyircinin bu karmaşık metni anlamasını da… Oyun beklemediğimiz kadar ses getirdi. Biz, daha basın bülteni bile yazamıyorken, oyun bir anda kendi kendini duyurdu.
Sabit Dogan: oyununuz ‘Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler’de farklı bir yöntem ve performans sergilediniz. Üç sandalye, üç tane kutu ve karanlık küçük bir sahne…
Öz biçimi belirliyor. Daha önceki teknik kullanımlar aynı etkiyi bu oyunda gösteremezdi. Olabildiğince sadeleşerek seyirciye dokunduk. Oyuncular sade ve tek renk siyah giyinmişlerdi, küçük aksesuarlar dışında hiç bir şey yoktu. Hikâyeyi oyunculuk gücü ile anlatmak istedik. Oyun aslında bir oratoryoydu ama anlatı yönünü zaman zaman kullanarak oyun yönünü ön plana çıkardık.
Sabit Dogan: Biz teknolojiyi kullanarak oyun çıkaran bir tiyatroyuz ve buna göre metin seçiyoruz, diyebilir misiniz?
Hayır. Kesinlikle öyle bir şey diyemeyiz. Biz teknolojiyi de kullanabilen bir ekibiz. Çok yalın halde seyirci ile çok yakından bir iletişimde kurabiliyoruz. “Joko’nun Doğum Günü”‘nde tekrar digital görüntü teknolojisini kullandık ama ilk oyunumuzdan başka bir estetik form ile.
Sabit Dogan:Joko’nun Doğum Günü’nde bambaşka bir sahneleme anlayışıyla karşılaştı seyirci. Herkes derinden etkilendi…
Evet, ilk defa bedensel performansın ön planda olduğu bir sahnelemeyi digital teknoloji ile birleştiren bir sahnelemeyi tercih ettim. Metin bize şunu diyor; birileri birilerini sırtında taşır, birileri birilerinin bedenine ve aklına yapışır. Bu oyunu daha önce okumuş olanlar, bu işi nasıl çözdünüz, diye sordular. Çözmekten kasıt genellikle şuydu aslında, ne kadar az taşıyarak halledebildiniz? Bedensel performansı ne kadar kullanabildiniz ve bu etkiyi oluşturdunuz? Oyuncularınız sakatlanmadan nasıl böyle bir oyunu götürdü? Oyunu çözmüşsünüz ve adeta dans eder gibi oynuyorsunuz?.. Bir oyuncu bir oyuncunun üstünde dans eder gibi hareket edip rollerini oynuyor. O bakımdan çözümümüz tiyatro seyircisi açısından çok etkileyici oldu. Bedensel performans, başarıyı sağlayan ana unsurlardan biriydi. Aldığımız ödüllerden de görüldüğü gibi bunun bir ekip işi olduğu görüldü: En İyi Topluluk, Oyun, Yönetmen, Koreografi, Oyuncu ödüllerine değer bulundu değişik ödül kurumlarınca.
Sabit Dogan: Oyunlarınızın yaratılış süreci nasıl işliyor, masa başı çalışması yapıyor musunuz?
Yönettiğim oyunlarda, metnin okuma aşamasına geçmeden önce uzun bir ön hazırlık süreci oluyor sonra okumalar, provalar başlıyor. Bu Joko’da biraz uzun sürdü. Sahnelenmesi ve dramaturjisi üzerine bir yol haritası çıkarıyorum. Bu oyunda bir teknoloji kullanacaktık: Yürüyen sokaklar, bize doğru gelen sokaklar olacaktı, sahne geçişleri hızlı olacaktı. Bu çalışmalar sırasında ana hatların hepsi belli oluyor. Yani; hadi bu oyuna bir girelim, yavaş yavaş yolumuzu buluruz diye bir şey olmuyor. Ekibi önceden belirliyorum. Bu oyunda hareket tasarımını kullanacaktık. Bu konuda çalışmak istediğim tek bir kişi vardı: Selçuk Göldere. Daha önce okulda hocalığımı yapmıştı. Profesyonel hayattada beraber çalışmıştık. İlk oyunumuzdan beri Yolcu Tiyatro’yla gönülden ve özveri ile soluk alan Cenk Dost Verdi olacaktı. Yine ilk oyunumuzdan beri beraber yürüdüğümüz Tufan Dağtekin digital görüntü-ses teknolojilerinde ve müzikte olacaktı ve böylece çıktık yola.
Sabit Dogan: Teknik nerede bu aşamada, yani okuma süreci ile birlikte mi belirleniyor?
Okumadan önce tasarlıyorsunuz zaten. Yaratıcı insanlarla bir araya gelip çalışmalar yapıyoruz. Sonrada üretim aşaması başlıyor. Pek çok meselenin sahneleme başlamadan belirlendiği ama süreç içinde sanatçıların biricik yaratıcılıkları ile şekillenen gelişen, bir hale geliyor. Temel hatlar belli, insanlar belli. Burada bu olacak burada bu olacak. Sahne geçişlerimiz böyle olacak ama Oyuncuların ve tasarımcıların çalışırken açık bir alanları var. Ana hatları konuştuktan sonra oyuncunun nereden nereye nasıl geldiği konusu ile hiç ilgilenmiyorum. Tipi nasıl çıkaracağı ile ilgili seçimi oyuncuya bırakıyorum. Oyuncunun bir yaratı alanı var. Hiçbir zaman oyuncuya sen şöyle oyna, böyle oyna gibi bir oyunculuk empoze etmekten yana değilim. Mümkünse oynadığı karakterin neye denk geldiğini, nasıl oynanabileceğini oyuncuya bırakıyorum. Ben sadece neye tekabül ettiğini belirtiyorum.
Sabit Dogan: Oyun beden gücüne dayanıyor, bu konuda özel bir çalışma yaptınız mı?
Her provadan önce ısınma yapıyorduk. Provalar oyundan daha çok sakatlığa açık. Birkaç dakikalık sahneyi oyuncu ile 3-4 saat çalışıyoruz. Çok fazla deniyoruz. Oyuncularımız zaten bedenlerini nasıl kullanmaları gerektiğini bilen ve buna kafa yoran insanlar oldukları için rahattık. Beraber ısınmanın yanında bireysel ısınma alanları da vardı.
Sabit Dogan: Tiyatro, çok farklı değerlendirilen bir sanat dalı, siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Tiyatro, insanlar için hem bir eğlence hem de bir eylem biçimi. Elbette eğlenmeden kastım komedi değil, bir trajedi izlerken de insanlar eğlenebilir. Haz ve tatmin duygusu. Tiyatro üzerinden, hem göze hoş gelen şeyler yapmak ve söylemek istediklerimi anlatmak. İkisinin de çok birbirinden ayrılamayacağını düşünüyorum. Benim hayata dair anlatmak istediğim şeyler var. Üç oyunun da çok önemli dertleri var. Edebi olarak çok güzel metinler. Bundan iki yüz yıl sonra ‘Kapıların Dışında’nın okunacağına eminim. ‘Joko’nun Doğum Günü’nde… Bir taraftan bir şey anlatmak ama bir yandan da tiyatronun bir eğlence olduğunu da unutmadan. Tiyatro biri için değil hepsi için yapılır.
Sabit Dogan: Sabit bir sahneniz yok. Bu durum çalışmalarınızı etkiliyor mu, başka sıkıntılarınız var mı?
Üretim aşamasında en önemli dezavantajımız sabit sahnemizin olmaması. Her yeni sahnede tekrar prova yapıyorsunuz. Mesela teknoloji ile ilgili bir tasarım yapıyoruz. Sabit bir sahnemiz olsa, o cihazı oraya koyarsak dekorla arasındaki mesafeyi iyi bilirsek bir kez kurarız sonra ona göre devam ederiz. Her sahne değişiminde bu ölçü ve konumlar değişiyor. Ancak, sabit sahnemizin olmaması bazen bize alan da açıyor. Seyirciye gitme konusunda avantaj oluyor. İstanbul içinde birkaç şehir barındıran bir şehir. Sabit sahne olunca seyirci gelmesi bazen zor olabiliyor. Tabi ki yerleşik bir sahnenin olması, kendinize ait bir ortamınızın olması, çayınızı kahvenizi içerken birlikte bir oyun okumanız, bir şeyleri paylaşmanız provayı kendi sahnenizde yapmanız çok önemli ama şu anda böyle bir imkanımız yok.
Sabit Dogan: Seyirciyle bağlarınız nasıl, oyun sonrası ilgileri, tepkileri açısından…
Sosyal medyadan oluyor. Onun dışında oyundan sonra bizi bekleyen bizimle konuşan seyirciler oluyor. Bazen öğrenciler geliyor. Bazen meslektaşlarım bekleyip konuşmak istiyorlar.
Sabit Dogan: ‘Joko’nun Doğum Günü’ geçen sezonun en çok ödül alan oyunlarından biriydi. Bunun bir size nasıl bir katkısı oldu?
13 ödül oldu. Neredeyse her dalda ödüller. Dört oyuncumuz ödül aldı. Bunun seyirci üzerinde etkisi var. Genç bir ekibiz. Tiyatro camiası içinde fark edildiğimizi iyi iş yaptığımızı, eleştirmenler, bizden yaşça büyük tiyatro emekçileri daha çok fark etti. Her alandan övgüler geldi. Bunlar sonraki çalışmalarımız için motivasyon sağlıyor. Bütün imkânsızlıklara rağmen ortaya çıkan şeyler takdir ediliyor.
Sabit Dogan: Sadri Alışık Ödülleri töreninde tüm salonu çok duygulandıran bir konuşma yaptınız. Bunu okurlarımızla da paylaşır mısınız…
Ödül töreninde “kardeşimin ruhu var bu oyunun üzerinde” demiştim. 1,5 sene önce Mehmet Eryılmaz’ın yönettiği ‘Misafir’ filmiyle yurt dışında uluslararası bir sinema film festivalinde ‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’ne değer bulunmuş ama ödülü almaya gidememiştim. Kardeşim Aziz’i kaybetmemizden kısa bir süre sonra idi. O gün, “Bundan sonra yapacağım her işi senin için yapacağım” demiştim. Joko’da benim için Aziz’in uzalara gidişinden sonraki ilk işimdi. Onun için oyun benim için çok kıymetli idi, oyunu ona adadım. Aziz’in cenazesini İstanbul’a getirme çabalarımızda ekipten arkadaşlarla yakındık. Konuşulmamış söylenmemiş birşey vardı. Aziz’e adanmış bir hal vardı… Bu süreç hayatımın dönüm noktası oldu. Onun bedenine yapılmış işkenceler… Hiçbir yasal engelimiz olmadığı halde 59 gün boyunca Türkiye’ye gelmesine izin verilmedi. Bize çok büyük acı yaşattılar. Bu ülkenin vatandaşı olarak defnedilmesinde hiç bir yasal engelimiz yoktu. Hakkınızda beş tane idam cezanız olur yine de gelip kendi ülkenize defnedilirsiniz. Bana ve aileme 21. Yüzyılda Antigone hikâyesi yaşattılar. O yüzden bu dönemin Kreon’ları dedim konuşmamda.
Sabit Dogan: Bu mevsim için neler düşünüyorsunuz?
Salonsuzluğumuz sürüyor… “İmkanlarım azaldıkça yaratıcılığım artıyor” çok sevdiğim bir cümle. Sürekli neyi nasıl çözeceğimizi düşünüyoruz. 2017 yılında elimizde ne varsa onu yapabiliriz. İmkânlarımızı zorlayıp ona göre bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Joko senelerce oynayacak bir oyun oldu. “Kürklü Venüs”‘ü sahnelemeye başlıyoruz. Bugünü kadarki üç oyunu ben yönettim. Maddi olarak imkanımız hiç yok ama yeni bir oyun yapmak hiç durmamak zorundayız hissiyatımız bu.
“Kürklü Venüs” sezonun ses getiren oyunlarından biri olacak. Yönetmenliğini ben yapıyorum ve Pervin Bağdat ile beraber oynayacağız. Oyunu Şafak Özen çevirdi ve dramaturgluğunu yaptı. Dekor-Işık Tasarımında Cem Yılmazer, Kostüm Tasarımında Özlem Kaya, Ses-Efekt Tasarımı ve Müzik’te Tufan Dağtekin’in, Afiş Tasarımında Uğurcan Ataoğlu, Afiş ve Oyun Fotoğraflarında Orhan Cem Çetin ve Saygın Serdaroğlu’nun imzası var. Hepsi de alanlarında isim yapmış başarılı ve yetenekli insanlar.
Röportaj : Sabit Doğan
www.dirensanat.com
“İmkanlarım azaldıkça yaratıcılığım artıyor” çok sevdiğim bir cümle. Bizimde belki bu karamsar zamanda yen güzel sanat eserlerini üreterek aydınlığa çıkmış oluruz. Sabit Doğan ve Ersin Umut Güleri kutluyorum. Güzel samimi bir röportaj olmuş. Yolcu tiyatro son zamanlarda büyük bir başarı elde etti. Joko’nun Doğum Gününü ve Kürklü Venüsü mutlaka izleyeceğim.