” Sami Berat Marçalı’nın yazdığı ve yönetmenliğini üstlendiği Yuva çok katmanlı bir oyun. Oyun iki dilde oynanıyor sahne üstünde. İngilizce konuşmaların çevirisi fondaki bir ekrandan veriliyor. Oyuncusu için de, yönetmeni için de çok zor bir oyun. Ama Marçalı’nın rejisi sayesinde bu güçlük seyirciye geçmiyor. Keyifle izlenen bir oyun olarak çıkıyor seyircinin karşısına.”
Özgürlük Arayışınaki Çaresiz İnsanoğlu
Y U V A
Amerika Birleşik Devletleri. New York. Sağanaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında bir genç kızla erkek kardeşi kendilerini bir taksiye atarlar. Abla ve otistik kardeşi ülkeye kaçak girmişler, kendilerini getiren tekneden sahile yakın bir yerde suya atlamaya ve yüzerek sahile çıkmaya mecbur bırakılmışlardır. Türkçeden başka dil bilmezler. Ortadoğulu olan şöförün de bildiği tek dil ingilizcedir. Kız bir an önce oradan uzaklaşmak istemektedir. Fazla para teklif ettiği için sonunda onları götürmeye ikna olan şöför anlaşmaya, kendini anlatmaya çalışırken birine çarpar, otistik kardeş ona yardım etmek için arabadan atlar, taksi kaza yerinden hızla uzaklaşır. Şimdi bir yanda ablayla şöför vardır aynı dili konuşmayan, bir yanda da kazadan hafif sıyrıklırla kurtulmuş bir drag queen’le zaten konuşmaktan aciz otistik erkek kardeş…
Sami Berat Marçalı’nın yazdığı ve yönetmenliğini üstlendiği Yuva çok katmanlı bir oyun. Oyun iki dilde oynanıyor sahne üstünde. İngilizce konuşmaların çevirisi fondaki bir ekrandan veriliyor. Oyuncusu için de, yönetmeni için de çok zor bir oyun. Ama Marçalı’nın rejisi sayesinde bu güçlük seyirciye geçmiyor. Keyifle izlenen bir oyun olarak çıkıyor seyircinin karşısına.
Yuva özgürlük arayışı peşindeki çaresiz insanoğlunu enine boyuna irdeliyor. Sahnedeki dört insan da bir yuva arayışı içinde. “Yuva” sözcüğü insanın içini ısıtan bir sözcük. İnsanın içinde kendini mutlu hissedebileceği, sıcak aile ortamı. Ama gerçek öyle mi acaba? İnsanoğlu hep bir yuva arayışı içindedir ama aslında o yuvada hiç de özgür değildir. Tutucu bir ailedeyse eşcinsel olduğu öğrenildiğinde ötekileştirilip kapı dışarı ediliverir. Hep yuvayı bir terk ediş vardır aslında. Kimi hayatta kalabilmek için terk eder yuvasını, kimi patlayan bombalardan kaçabilmek için, kimi de hayatını, cinselliğini özgürce yaşayabilmek için. Ve buradan yola çıkarak “Yuva nedir?” sorusunu soruyor oyun. Bir ev midir yoksa bir ülke mi? Anlaşıldığını hissettiği, yakınlık gördüğü bir taksinin içi bile bir yuva olabilir mi? Gerçekten yuva diye bir şey var mı?
Oyun aynı zamanda iletişimsizlik, aidiyet, göçmenlik, mültecilik ve günümüz insanının en büyük sorunu olan yalnızlık sorununun da altını ince çizgilerle çiziyor. Aynı zamanda da insanlar birbirini anlamak istediğinde en büyük sorun olan dil sorununun da nasıl ortadan kalkabileceğini gösteriyor.
2010 yılından beri hemen tüm çalışmalarını izlediğim Sami Berat Marçalı Yuva’yla hem yazar, hem de yönetmen olarak yeni bir başarıya imza atıyor. Yönetmen olarak çok zor bir metni çok kolay izlenilir kılmayı başarmış. Aslında çok koyu bir dram olan oyunu tebessümle, yer yer gülerek izlememizi sağlamış. Bu sayede yaşanan acılar çok daha etkileyici, çarpıcı olmuş. Sahneyi çok dinamik bir biçimde kullanmış. Marta Montevecchi’nin de çok başarılı ve yaratıcı dekor tasarımının da yardımıyla birçok olayı aynı anda, hiç dekor değişimi olmaksızın izleyebiliyoruz. Karakterler birbirinin arasından geçiyor; bir yandan taksinin içini izlerken öte yandan New York sokaklarında, hamburgercide, gay barda geçen olayları takip ediyoruz. Temposu bir an düşmeyen, su gibi akan, yaratıcı, çok başarılı bir reji gerçekleştirmiş Sami Berat Marçalı.
Elindeki oyuncu malzemesini de çok iyi kullanmış, çok iyi değerlendirmiş. Bir kere sahnede hiç bozulmayan bir oyunculuk birlikteliği söz konusu. Dört oyuncu da doğal ve sımsıcak oyunculuklarıyla çok kısa sürede seyircinin kendileriyle empati kurmasını sağlıyorlar. Taksi şöföründe Saim Karakale’yi ilk kez izledim bu oyunla. Başarılı oyunculuğunun yanı sıra doğulu şivesiyle konuştuğu ingilizcesi için kendisini kutlarım. Yalan yanlış şivelerin kullanıldığı, şiveye hemen hiç önem verilmediği günümüzde bir ışık gibi parladı. Erol Ozan Ayhan’ı geçen yıl “Gülünç Karanlık”ta, bu yıl da “Cıngıllı”da büyük bir beğeniyle izlemiştim. Drag Queen gibi çok zor, en küçük bir abartmanın antipatik kılabileceği bir rolü en doğru biçimiyle, abartıdan uzak, dogal bir oyunculukla yorumlamış. Bora Akkaş’ı da’ ilk kez “Kabin”, sonra da “Yen”de büyük bir beğeniyle izlemiştim. Bu oyunda da yeteneğini en güzel biçimde kanıtlıyor. Özlem Zeynep Dinsel her zaman yakından izlediğim, zevkle seyrettiğim oyunculardan. Bu oyunda da son derece yalın, o denli de etkileyici bir oyunculuk sergiliyor. Beden dili, jestleri ve mimikleriyle “bir rol bu denli doğru ve güzel oynanır” dedirtiyor. Zaten dört oyuncunun da beden dili kullanmı son derece başarılı.
Güçlü metni, güçlü rejisi, güçlü oyunculuklarıyla Yuva çuvaldızı iğne gibi batıran, zevkle seyredilen, bu sezonun önemli, etkileyici ve izlenmesi gereken oyunlarından.
www.dirensanat.com