Çağdaş sanat alanındaki gelişmeleri desteklemek ve genç sanatçılara destek olmak amacıyla Akbank Sanat ve Resim ve Heykel Müzeleri Derneği işbirliğiyle düzenlenen “Akbank 36. Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi” Yarışması başvuruları başladı.
Resim, fotoğraf, video, heykel, seramik, cam, baskı,yerleştirme ve yeni medya gibi çağdaş sanatın tüm ifade biçimlerine yer veren yarışma, bu yıl “Yüreği Etkileyen Haklı Güç: Tutku”* temasında gerçekleştirilecek.
Adayların 21 Nisan 2018, Cumartesi gününe kadar www.akbanksanat.com/akbank_gso
internet adresi üzerinden başvurabileceği yarışma; 40 yaş altındaki tüm T.C. vatandaşlarının katılımına açık.
Yarışma jürisinin değerlendirmesi sonucu; birinciliğe değer görülen eser 15.000 TL., ikinci 10.000 TL., üçüncü ise 5.000 TL. para ödülü almaya hak kazanırken, ödül alan ve jüri tarafından sergilenmeye değer görülen eserler, 21 Haziran – 28 Temmuz 2018 tarihleri arasında Akbank Sanat’ta düzenlenecek sergi ile sanatseverlerin beğenisine sunulacak.
Başvuru ve Ayrıntılı Bilgi İçin:
www.akbanksanat.com/akbank_gso
Tel: 0 212 252 35 00 (131)
Akbank Sanat İstiklal Cad No: 8 34435 Beyoğlu İstanbul
*Hegel, Estetik kitabında bu kavramı ‘pathos’ olarak tanımlıyordu. Pathos iyiden iyiye düşünülmüş, tasarlanmış bir kararla bütünleşemezdi. Tutku kendiliğinden, bazen ani, beklenmedik bir yıldırım gibi inen şeydi. O nedenle mesela Tanrıların ‘pathos’u olamazdı. Pathos insana özgüydü. Ama tutku sadece bir duygu da değildi. İnsanın tüm yüreğini sarar pathos ve ona nüfuz eder. Özsel ve ussaldır. Ve tutku sanatın asıl merkezini, gerçek alanını oluştururdu. Doğa tutkuya dışsaldı. Sanat doğayı ancak bir tasarım ögesi olarak, sembol olarak kullanmalıydı. Yirminci yüzyılın sanatı belki de tam bu Hegelci noktadaydı. Mimesinin öldüğü, gerçeğin daha önce ‘yapılmış’ gerçeklikte arandığı bir dünyada sanat kendi içine kapanıyordu; daha doğrusu yeni bir gerçekliğe ve bu nedenle sanat yapıtı kendinde sonlu bir anlama erişiyordu.
O zaman neydi bu sanat? Sadece tutkuların oluşturduğu bir evren mi? Oysa Hegel buna karşıydı. Tutku sadece çılgınlık anlamında bir tutku olmamalıydı. Ussallıkla bütünleşmeliydi. ‘O’ sanat ussal ve tutkusal olmalıydı. Ve bu nedenle tragedyalar ve komedyalar salt çılgınlık olarak tutku içerir.
Şimdi daha da vahim bir noktadayız. Doğa bitiyor. O zaman sanat sadece ussal bile olsa, tutkularla mı üretilecek? Ve tutku sadece insanın kendi gerçekliğinde mi doğacak ve yaşayacak? Nerede duruyoruz? Yeni bir sanatın eşiğinde miyiz yoksa eski bir sanatın kapısından mı çıkıyoruz?