Unutulan, iki Ermeni kadın oyuncunun bir otelin bodrumunda geçirdikleri ve ne kadar süredir orada olduklarını kestiremediğimiz bir süreci seyirciyle paylaştıkları bir kadın oyunu. Zamanın çoğunu rolllere girerek ve kendi aralarında oynadıkları ya da kurguladıkları sahnelerle geçiren bu iki yıpranmış ve yorgun tiyatrocu kadın, çalıştıkları kumpanyanın borçları karşılığı Anadolu’da bir otel odasında rehin kalmış ya da başka bir nedenle o kapalı mekândan çıkamayacak durumdalar. Mari ve Nıvart’ın dışarıyla kurduğu tek bağ, sert bir şekilde yumruklanan kapı sesi sonrası bazen kova ve temizlik malzemelerini alarak, bazen de giysilerinin bir kısmını çıkararak odadan çıkmaları ve yorgun ve tükenmiş bir şekilde geri dönmeleri. Unutulan Elif Ongan Tekçe’nin kaleme aldığı, Sanem Öge‘nin yönetmenliğini üstlendiği ve Burçak Karaboğa Güney (Nıvart) ve yine Elif Ongan Tekçe (Mari) tarafından oynanan çok farklı bir çalışma. Oyun sadece seçilen konu, dramaturji ve beden çalışmalarından değil, bu üç kadın tiyatrocunun kolektif bir üretim sürecini işleterek oyunun son halini almasında katkıda bulundukları bir iş olması nedeniyle de anlamlı. Sezonda BGST prodüksiyonu Zabel oyunu başarıyla sahnelenirken feminist dramaturjinin ve üretim modellerinin ülkemizde az da olsa izini sürmek adına ikinci bir Ermeni kadın hikayesi ve sahne üretimi ilgimizi çekti. Böylece oyunun 2. Kat’taki prömiyeri sonrası kendilerine ‘Yersiz Kumpaya’ adını veren üç kişilik kadın grubuyla bir söyleşi gerçekleştirdik.
Tijen Savaşkan : Öncelikle sizleri tebrik ediyorum. Oldukça güzel ve anlamlı bir iş çıkmış ortaya. Umarım seyircisine ulaşır ve özellikle ülkemizde kaybolan kadın hikâyelerinin ortaya çıkması bağlamında, kadın çalışmalarına da kadın oyunlarına da tiyatro diliyle katkıda bulunur. Öncelikle oyunun yazılma süreci üzerine biraz konuşmak istiyorum. Yazım süreci grupla birlikte mi başladı yoksa önce Elif oyun metnini yazdı sonra mı çalışmaya başladınız?
Elif Ongan Tekçe: Biz bir süre önce Burçak’la Osmanlı’daki feminist kadınları araştırmaya karar verdik. Bu süreç hem teori hem de uygulama alanında olsun istedik ve çeşitli okumalar yapmaya başladık. O dönemde üniversitelere gidip araştırma görevlileriyle konuşmaya başladık. Ancak bulduğumuz kaynaklar bir süre sonra yetmemeye başladı, yeni kaynaklara, tezlere ihtiyaç duyduk. Bu süreçte Zabel Yesayan’a tabii biz de rastladık. Muhteşem bir kadın. Neyse Burçak’la biz bu dönem, üniversite üniversite dolaşıp bazı derslere girip, çalışmalara devam ettik ve bulduğumuz kaynaklar inanılmaz ufkumuzu açtı. Sonunda bu birikimi bir üretime çevirmeye karar verdik. Yani aslında sadece merakla ve araştırmayla başladı her şey.
Burçak Karaboğa Güney : Bu süreçte akıl hastanesine düşen kadınlar, anlaşılmayan, kendini ifade etmek isteyen kadınlar var… onların hikayelerini gerçekten merak ettik.
Elif: Bu kadınların hikayelerini araştırdıkça, gördükçe daha fazla heyecanlandık. Üniversitelerden birçok kaynak bulduk. Nilgün Firidinoğlu, Meral Harmancı Vespa ve Zerrin Yanıkkaya ile konuştuk, Fehime Nüzhet’in oyunlarını da değerlendirdik. Ben tiyatro eğitimim sırasında dramatik yazarlık dersleri almıştım. Ara ara oyunlar yazıyordum ama sürekli yazarlık yapmıyordum. Radyoda çocuk saatine oyunlar, kısa yetişkin oyunları yazıyordum. Uzun oyun yazmayı tercih etmiyordum- şimdiye kadar.
Tijen : Peki oyunu yazdın. Sonra süreç içinde metni değiştirdiniz mi? Prova sürecinde yani.
Elif: Oyunu yazdım. Ortaya bir yapı çıkmış oldu. Ama sonra ne olacak? Doğaçlamalar yaptık. Yetmedi. Ancak ben ‘’hem yazıp hem oynayıp hem yönetemem’’ dedim. Oyuna dışarıdan bakmak gerekiyordu. Bu noktada devreye Sanem girdi. Benim çok eski arkadaşım.
Tijen: O zaman şimdi Sanem’e dönelim. Peki senin ilk yönetmenlik deneyimin mi Sanem? Daha önce hiç oyun yönetmiş miydin?
Sanem Öge : Evet benim ilk yönetmenlik deneyimim sayılır, daha önce bir okuma tiyatrosu yapmıştım. Ben oyuncuyum aslında. Oynadığım son oyun Çehov Makinesi, sinema da var…
Elif: Geçmişte bir oyun okumasında birlikte çalışıyorduk, baktım ki Elif oradaki metni aldı iskeletini çıkardı, anlaşılması güç bir metni kısa sürede sahneye uygun hale getirdi. O zaman karar verdim. Bizim oyunu Sanem yönetecek dedim. Ama tabii önce söylemedim sadece ‘’Sanem bir okur musun’’’ dedim?
Sanem : Teksti okur okumaz çok beğendim. Çok heyecanlandım, yönetmen olmadığım için ‘’arada bir gelip bakarım, elimden geleni yaparım’’ dedim. Fakat provalara gittikçe oyunun içine girdim, bir baktım yönetir olmuşum.
Tijen : Zaten bir feminist oyun bu şekilde başlıyor ; paylaşımlarla, ortak kararlarla. Böyle bir dayanışma olmadığında genelde bir feminist tiyatro olmuyor. Birlikte araştırma ve üretim modeli önemli farklar yaratıyor. Ne kadar süre birlikte çalıştınız?
Elif: Kasım ayında metin bitmişti. Aralık’ta Sanem ara sıra geliyordu, Ocak- Şubat boyunca sıkı prova yaptık. 2,5 ay gibi bir sürede çıktı oyun . Araştırmalara ise hâlâ devam ediyoruz.
Tijen: Bu süreçte BGST’nin Zabel oyunu da oldukça gündemdeydi. Araştırmalarınız sırasında Zabel’e rastladınız ama bu süreçte Zabel’den etkilendiniz mi?
Elif: Tabii ki çok etkilendik. Zabel çok etkileyici bir yazar, yazdığı her şeyde müthiş derinlik var, çok etkiliyor insanı, hayat hikayesi de öyle. Ancak biz oyunumuz için kantocu ve oyuncu kadınları araştırmaya çalıştık. Onların varlığıyla ilgili bazı şeyleri söylemek gereğini hissettik. Müslüman kadın oyuncuların sahneye çıkışıyla, Ermeni ve Rum kadınlar yok sayılmaya başlıyorlar, hikâye de orada başlıyor. Bazıları turnelere gitmeye başlıyorlar, oralarda başlarına ne geldiği, neler yaşadıkları bilinmiyor.
Burçak : Bu süreçte bazıları gözden düşmüş, bazıları evlenmiş, evinin kadını olmuş, ya da delirmiş kadınlar… ama başlangıçları, oynama hikayeleri çok farklı.
Elif: Oyunda, Mari Nıvart adlı bir oyuncunun hikâyesini hiç anlatmadan temsili olarak koyuyoruz. Mari Nıvart müslüman bir erkekle yaşadığı ilişkiden hamile kalır. Bunu kimseye anlatamayacağı gibi o bebeği de doğuramaz ve bebeği kendi yöntemleriyle düşürmeye çalışır. Bir gün sahnede Kamelyalı Kadın’ı oynarken kanamadan dolayı hayatını kaybeder. Kamelyalı Kadın onların temsili aslında, hangi Ermeni oyuncuyla konuştuysak hepsi Kamelyalı Kadın’ı bir kez oynamış. Bercuhi Berberyan’la diyalekt çalıştık, o da Kamelyalı Kadın’ı oynamış.
T: Dili yani Ermeni aksanını bir oyun boyunca sürdürmek nasıl oldu? Bir de müthiş bir beden dili var oyunda, nasıl çalıştınız?
Elif: Bahsettiğim gibi Bercuhi Berberyan’la diyalekt çalıştık. Beden çalışmalarına Sanem’le birlikte başladık. Ancak araştırmaları yaptığımız süreçte sadece kuram değil, çeşitli atölyeler yapmıştık. Beden çalışmalarında hem clown çizgisini koruyarak hem de uzun süredir bu bodrumda yaşayan kadınların bedeninde görünen çökmüşlüğü verebileceğimiz birtakım egzersizler yaptık. Sanem bize tüm bu çalışmaların sağlamasını yapmak üzere çok yardımcı oldu.
Sanem : Tabii yazarla birlikte çalışma şansımız olması da büyük kolaylık sağladı.
Tijen : Çalışma sürecinde metni ikincil yaptığınız yerler oldu mu?
Sanem : Metne sadık kaldık ama yarı yarıya kısalttık diyebiliriz. Bir şeyi ‘’ben yazdım bitti’’ demenin tiyatro çalışırken çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Yazım süreci ayrı, sahneleme süreci ayrı ihtiyaçlar istiyor. Bazen yazı edebi kalıyor, kitabi kalıyor. Bu durumu bazen yazar ayırt edemiyor, ancak dışarıdan görülünce anlaşılıyor. Böyle şanslı bir çalışma oldu bizimki.
Tijen : Mekân neredeyse boş …Gelelim metnin dilini sahne diline çevirirken yönetmenin katkılarına… Örneğin metinde kapı yumruklanır olarak geçen efekti , ben başka hayal etmiştim. Oysa zindan kapısı gibi çok güçlü bir sesin seçimi bu etkiyi çok zenginleştirmiş. Oyundaki beden temsiliyetleri de öyle. Zamanın kapılardan giriş çıkışlarla olması metinde var ama sahnede bu sürecin görselliği oldukça anlamlı olmuş. Göstergeler çok güzel ve güçlü. Zaten kadınlar görünmez. Sahnede onların kullandığı nesneler, özel eşyaları da görünmez olmuş ( sigara, çakmak, ruj vb.) Kadınların kullandıkları, sahip olabileceği ya da arzu duyduğu her şey görünmez. Bunun tersi olanlarsa kova ve temizlik malzemeleri, önlükler ortada. Onlar farklı göstergeler. Tabii bunlar benim gördüklerim.
Temsil meselesi de önemli- kadınlar ancak rol içinde kendilerini temsil ediyorlar ama bunu yine sadece kendileri görüyorlar, başkalarının hiç görmediği bir temsil var. Birbirlerinin varlığıyla ve roller içinde var olabiliyorlar. Yine benim baktığım yerden mekân ne kadar tek ve kapalıysa- zaman o kadar çok katmanlı. Doğrudan söylenmese de ard alanda kadınların geçmişi, çocuklukları, kumpanya dönemi sahnede oldukları bireysel zamanları, Ermeni meselesi– ki bu toplumsal ard alan, bunlar çıkmayabilirdi- 1915, hatırlayıp hatırlamadıkları, zaman geçişleri hep bu genişleyen zamanın içinde. Bunlar toplumsal bellek açısından da önemli.
Elif: Amaçlarımızdan biri bunu yansıtmaktı.
Tijen: Zamanın bir diğer boyutu da önemli – şimdi ve buradaki zaman. İlki o kadınların şu anda içinde olduğu an yani sahnedeki zaman, ikincisi de o kadınları sizin temsil ettiğiniz zaman. Aslında siz oyuncular da kapalı bir yerdesiniz ve siz de görünmüyorsunuz.
Bir de feminist tiyatroda beden çok önemlidir, dille anlatılamayan her şeyi, kadın bedeniyle anlatmak zorunda kalır- yani yazı oradan çıkar. Zamanın ölçüsünü yani bedeni zamanı ölçmek için kullanmanız bana çok etkileyici geldi- feminist dramaturjiye çok farklı ve yaratıcı biçimde oturmuş bir seçim.
Elif: Kadının bedeniyle ölçmesini ve tanımlamasını önemsediğimiz için- aslında çok zor bir bölüm ama olması gerekiyordu yazmak zorundaydım- bunu kullandık.
Tijen : O kadar doğru bir çıkış ki o.. Kadın her şeyi bedeniyle yazar çünkü dil erildir her zaman ona güvenemeyiz…Tekrar zamana dönersek ve tabii ki mekâna…
Elif : Oyunu doğalcı yapıdan biraz çıkartmak gerekiyordu, çünkü mesele gündelik yaşantının bir gününe ait bir mesele değil, çok fazla şeyi barındırdığı için tamamen zamansız ve neredeyse mekânsız bırakmak istedik. Aslında gündelikte kalmasını engellemek istediğimiz başka şeyler de yaptık. Oyunun kendine ait mizahi bir yaklaşımı var.
Tijen: Oyunun belgesel niteliği var mı?
Elif: Lisans bitirme tezimde, biri olmadan diğerinin var olamadığı karakterleri çalışmıştım. Mari Nıvart daha önce de anlattığım gibi tek kişi, onu ikiye bölerek iki kadının üzerinden oyunu yapılandırdım. Biri yok olursa, diğerinin varlığını da ona söyleyecek başka kimse yok artık…Sahnedeki kadınlar birbirlerinden alabiliyordu varlıklarını, sonrasında ne olacağını bilmiyoruz.
T: Oyundaki stratejiler neler? Yani acıklı hikaye nerede kırılıyor? Bu hikayeyi öyle acı içinde seyretmememiz lazım çünkü. Biraz mesafe alıp, farkındalık ve sorgulama düzeyi yaratmalı feminist oyunlar. Ben, meta dramın yani oyun içinde oyunun bir strateji olarak kullanıldığını, öykü yapısının oyun içinde oyunla kırıldığını düşündüm…
Elif: Öyküyü açık bir şekilde anlatmak kötü oluyor. Biz de acıklı bir öyküyü acıklı bir şekilde anlatmamak üzerine çok çalıştık. Clown ve beden çalışmaları bu konuda oldukça yararlı oldu.
Tijen : Bir de bu hikayenin ardında eril iktidar göndermesi sahne göstergesi olarak nerelerde?
Sanem: Eril iktidar göndermesi, kapı sesiyle ortaya çıkıyor. Kadınlar hizmet için kova ve süpürgeleriyle çıkıyorlar, bazen de soyunup çıkıyorlar o da başka bir türlü hizmeti yansıtıyor aslında.
Tijen: Oyunda bir de döngü ve rutin var, yani olay örgüsü yok…zamandan ve mekândan da bağımsızlaşınca araf gibi bir yer biraz da…Anlar, öbekler var..tek bir yapı yok.
Elif : Araf gibi evet ama biz araf demek istemedik “aralıkta kalmak” dedik, ne şimdiki zaman, ne geçmiş, ne gelecek…Bu aralık o kadar havada duruyor ki bir yere ulaşmayacak, ama orada, o an’da daha ne kadar şey yapabiliriz, ne kadar var kalabiliriz onu düşünmek lazım.
Tijen : Boşlukta asılmış gibi kadın bedenleri.. zamansız, tarihsiz.. görünmeyi ya da temsil edilmeyi bekliyorlar ve kadın oyuncular tarafından temsil ediliyorlar.
Hangi yaşlarda, hangi dönem olarak düşündünüz oyuncuları? Bir de kullanılan iki önemli figür vardı, biri mitolojik figür, Penelope ve diğeri de zaten konuştuğumuz Kamelyalı Kadın...
Burçak: Nıvart’ın hikayesi ;sevgilisi Hampar kumpanyanın patronu onu bırakmış ve Nıvart sürekli onu bekliyor. Bekleme hali var tabii. Kamelyalı Kadın zaten ikisinin de oynamak istediği tek rol.
1915’i görmüş bu iki kadın.. Tiyatroda kantoları vs. öğreniyorlar. Nıvart dayısının yanına Kumpanyaya geliyor ve küçücükken yetişiyor, Mari de sonradan oraya geliyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra müslüman kadınların sahneye çıkmaya başlamasıyla, Ermeni tiyatrolar İstanbul’da kalamıyorlar bunlar da Anadolu’da turnelere çıkıyorlar.
Sanem: Benim için önemli olan yaş değildi hiç onu düşünmedim, yaş yok yıpranmışlık var daha çok, onun üzerinde durdum. Normal tanımlayıcı şeylerden kaçındık. Tahrip olmuşlar, deforme olmuşlar, 30’unda da bu hale düşmüş olabilirler. Bir yandan da o dönemde 40 yaş kadının zaten bittiği bir yaş.
Tijen : Umut bulabilir miyiz peki burada? Temsil edildikçe umut var gibi sanki.
Sanem: Aslında baştan sona umudu anlatan bir oyun- boş mu yoksa dolu bir umut mu bilemiyoruz ama oyun umut üzerine kurulu, hep bir kapı açılacak, hep bir telefon gelecek… Hep bir çıkma umudu var ama çıkamıyorlar, yine de kendilerini bize anlatıyorlar.
T: Feminist tiyatrolarda ilk aşama var olanı, ikincil, öteki ve ezilmiş olanı göstermek, ortaya sermek, ikinci aşama bu durumla mücadele ve değiştirme çabası, üçüncü kategoride ise olumlu ve alternatif kadın modellerinin temsiliyeti vardır, daha ütopik ama temsil edilebildikçe var olabilecek, model alınabilecek kadın imgeleri. Oyun birinci ve ikinci aşama arasında konumlanmış – hem araştırmalar sonucunda var olan, geçmişte yok olmuş bu kadınların imgeleri gösterilmiş, temsil edilmiş hem de sahnede kapatılmışlığa karşı kadınların kendilerinin oyunlarla var olabildikleri kendi yaşam mücadelesi var. Tabii olay sadece kadın meselesi de değil oyunda.
Elif : Hafıza sadece kadın üzerinden değil azınlıkta kalmış olanlar üzerinden de anlatılıyor…O yüzden Ermeni iki kadın, ötekinin ötekisi- üstüne üstlük hem Ermeni hem kantocu- oyuncu. Bazı hikâyelerde çok önemli yazarlar bu kadınlarla ilgili demediklerini bırakmamışlar. Biraz da bu nedenle kadınlar katman katman- ötekinin ötekisi haline gelerek eşyalaşıyorlar…Ona karşı çıkmak için, var kalabilmek için o temsilleri yapıyorlar. Ümit Kıvanç, “var kalmak “diye tanımladı. Böyle bir derdi de var oyunun. Ama ne olursa olsun umut etmeye devam etmek var.
Tijen : İzlerken Sevim Burak’ın metni de ister istemez eşlik etti ;kadınların grotesk halleri…. Melek’le Nıvart ile Sevim Burak bağlantısı..İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar.
Elif: Aslında ikisi çok farklı oyunlar. Ama karakterlerden birinin adı Nıvart olunca, bir de sahnede iki kadın olunca benzer görünmüş olabilir. Ancak benim yaptığım tamamen zeminsizlik meselesine vurgu yapmaktı. Beklemeyle gelen zaman algısının yitimine vurgu yapmaktı. Niye diye sorduğumda kendime, savaş yaşamış toplumlarda zemin gittiğinde basacak sağlam bir yer olmadığı için boşluk kalıyor. Basacak, somutlayacak hiçbir şey kalmamış. Şu anda ben var olduğum topraklarda bunu hissediyorum. Mesela biraz da bu.
Tijen: Kadınların bir deneyimi var, siz onları temsil ederken oyuncu olarak kişisel deneyiminizle nasıl bir ortaklık buldunuz? Nereden yakalamaya çalıştınız?
Burçak: Biz tiyatro yapmak isteyen iki kadınız… Ben eğitmenlik yapıyorum, uzun zamandır, oyunculuk yapamıyordum. Tiyatro yapmanın zorluğu karşınıza çıkıyor, dışarıyla bir şeyler paylaşmak, anlatmak istiyorsunuz. Genelde yer altında tiyatro yapılıyor işte.
Elif: Sadece kadın tiyatrocular değil, aslında tiyatronun kendisinin de yer altına sokulması durumu var, Ermeni oyuncuların, kadın tiyatrocuların da ötesinde… Bir sürü yeraltı tiyatrosu var ve biz de sadece oralarda var olabilen böcekleriz ama güzel böcekleriz bence!
Biriken şeyleri başka bir şeye dökememek bizde başka bir mutsuzluk yaratıyordu. Yersiz Kumpanya’yı bir sürü ‘’yersiz’’ kadının, ‘’yersiz’’ olduğunu düşünen yazarın, oyuncunun katılabileceği bir platform olarak düşünüyoruz. Belli bir yerimiz yok. Herkes gelebilir bu buluşmaya.
Tijen: Yani Yersiz Kumpanya devam edecek bir grup mu?
Elif: Biz düşünmeye devam ediyoruz, kafamızı kurcalayan şeyler var. Yersiz Kumpanya birlikte olmak üzerine kurulan bir yapı olmalı, Deleuze’ün bahsettiği gibi… Dolaşsın istiyoruz.
Tijen: : Başka nerelerde oynamayı düşünüyorsunuz?
Elif: Nisan ayında 6 Nisan Karaköy İkincikat, 17 Nisan Kumbaracı 50, 28 Nisan Karaköy İkincikat
Tijen: Yolunuz açık olsun, oyun var olmuş ancak seyircisine ulaştıkça var kalacak. Umarım seyircisiyle buluşur ve onlarla bu ‘’yersiz’’ paylaşımlar sürecinde daha da anlamlanır.
Künye
Oyun Adı: Unutulan
Yazan: Elif Ongan Tekçe
Yöneten: Sanem Öge
Oynayanlar: Elif Ongan Tekçe, Burçak Karaboğa Güney
Afiş-Teaser: Ümit Kıvanç
Ses: Deniz Ceyhan
Işık: Akın Yılmaz
Kostüm: Tuğba Eke
Prodüksiyon Sorumlusu: Ecem Camcı
“Bizim rüyalarımız hakikat karşısında bir zaferdir.”
Harika bir söyleşi; meselelerini içlerinde taşırken gerektiğinde onları işaret etmekten imtina etmeyen, çekincesi olmayan kadınlar bunlar ve bunları yine kafalarının içinde kendileriyle didişe didişe anlaşılabilir kılabilen güzel insanlar.