Pazartesi günü; Filimlerle Felsefe/İstismar, Şisli Mahalle Evi buluşması, Salı günü; Kadınlar Matinesi, Çarşamba günü; haftalık olağan Komşu Kapısı Mutfak toplantısı, Nesteren hanımın Mezatı, Perşembe günü; Opus 19/ Sessiz Dünyadan Ezgiler: Antik Çağ ve Müzik, Cuma günü; Osmanlı modernleşmesi üzerine bir kitap söyleşisi, Cumartesi; Erben Trio Dinletisi. 
 
12 Kasım Pazartesi – 19:00 – Filmlerle Felsefe/ İstismar
Filmlerle Felsefe
“Sinema, günümüzün şiiri.” diyor şair… Aşkın, tutkunun, nefretin, özlemin, mazinin, geleceğin… kısacası hayatın anlatısı, sinemada dile gelmekte….

Kendisini, “Gözleri Tamamen Kapalı” filmi için Londra’da olan Kubrick olarak tanıtan Alan Conway’in (John Malkovich) “Bir dahaki filmimde senin kostümlerini kullanacağım; müziklerin yer alacak; seni oynatacağım….” diyerek bulunduğu “konum”u kullanır ve lüks bir hayat sürer. Brain W. Cook’un yönettiği 2005 yapımlı filmin senaryosu, Kubrick’in asistanı Anthony Frewin tarafından yazılır ve gerçek bir olaya dayanır.

Filmlerle Felsefe Atölyesinde bu “öykü”den yola çıkılarak, “etik sorun”, “istismar”, “taciz”, “rıza”, “kariyer”, “suistimal” vb. kavramlar ve sınırları, Sokratik Yöntem ile tartışma konusu yapılacaktır. Tartışmalar, Andy Warhol’un “Herkes bir gün on beş dakikalığına meşhur olacak.” Adorno’nun “Kültür Endüstrisi”; Chomsky’nin “rıza imalatı” ve günümüzün “meşhuriyet çağı” ya da “MESH (medya, eğlence, show) endüstrisi” açısından yapılarak söz konusu “olgu” irdelenecektir.

Film
Kubrik Renkleri (Colors Me Kubrik), Brian W. Cook, 86’, 2005

Paylaşımcı
V. Metin

ÖZEGEÇMİŞ / V. Metin
Felsefe, “alternatif eğitim”, mimarlık ve sanatla ilgileniyor. Lisede başlayan felsefe okumalarını, lisans ve yüksek lisans düzeyinde eğitim alarak sistematik hale getirir. “cross-diciplinary” yaklaşımıyla klavyeye aldığı “yazılamalar”ını ulusal ve uluslararası sempozyumlar, çeşitli dergiler ve portallar yanında kişisel blogu yoluyla kamusallaştırmaya çalışıyor. Çalışma alanlarıyla ilgili eğitimler ve atölye çalışmaları yapıyor. Ulusal ve uluslararası pek çok sivil toplum kuruluşu gönüllüsü bir aktivist olarak da hayata dokunmaya çabalıyor. Profesyonel hayatını, bağımsız olarak sürdürüyor.
Dahası: Googleable
12 Kasım Pazartesi – 19:30 –  Şişli Mahalle Evi Buluşması
Şişli’nin ilk mahalle evi açıldı. Biz de Şişli’de yaşayanlar olarak bu ortak evi nasıl geliştireceğimizi planlamak üzere bir araya geliyoruz.
Şişli’de sivil toplum çalışması yapmak isteyenleri bir adım öne davet ediyoruz.
Halaskargazi Caddesi No:109 Bor Apartmanı Kat:7/ Osmanbey/Şişli
(Osmanbey Metro girişindeki Twiggy Mağazasın’nın en üst katı)
13 Kasım Salı 11:00 Kadınlar Matinesi/ 2. el mezatı
14 Kasım Çarşamba 20:00 Haftalık olağan Komşu Kapısı Mutfak toplantısı,
Nesteren hanımın mezatı
15 Kasım Perşembe – 19:00 – Opus 19/ Sessiz Dünyadan Ezgiler: Antik Çağ ve Müzik
Komşu Kapısı Derneği & Opus Noesis işbirliğiyle…
Bireyle topluluğu, bilinç veya bilinçaltıyla bedeni, formla içeriği eşsiz biçimde bir araya getirmesi açısından müzik öylesine derin bir kültür kavrayışının parçasıdır ki, bilginlerin Batı müziğinin çıkış noktası sayılan antik Yunan müziğini yüzyıllardır büyük bir merak ve kararlılıkla yeniden kurmaya çalışmalarına şaşırmamak gerekir. Çalgılarının hemen hepsi, muhtemelen ezgi kalıplarının da önemli bir bölümü Anadolu kökenli olan Yunan geleneğinin müzik tarihine belki de en önemli katkısı bu sanatı pratiğin ötesine taşıyarak, kuramsal ve felsefi düşüncenin konusu haline getirmiş olmasıdır. Söyleşimizde antik Yunan müziğinin bu özelliğini farklı açılardan ele alacağız.
GÖRSEL
Lyra çalan Apollon’un betimlendiği kylix, MÖ 480 civarı
Delphoi Arkeoloji Müzesi
Copyright: Sevgi Parlak
16 Kasım Cuma – 20:00 – Osmanlı modernleşmesi üzerine bir kitap söyleşisi – Emre Caner / Paris Sevdası
Osmanli Modernleşmesi üzerine bir kitap söyleşisi
Paris Sevdası Emre Caner

Bir an için 1867 senesinin Paris’ini hayal etmeye çalışalım. Şinasi varoluşunu adadığı Türkçe sözlüğü hazırlamak için Paris kütüphanelerine kapanmış ve elini eteğini diğer dünyevi işlerden çekmiştir. Aynı yıl, zenginliği dillere destan Halil Şerif Bey, evinin duvarlarına astığı Delacroix, Courbet, Ingres tablolarını Paris sosyetesine göstermektedir. Osman Hamdi de başını döndüren bu şehirde bir ressam olarak tutunabilmenin derdine düşmüştür. Namık Kemal ise Osmanlı Devleti’ni hürriyet kavramıyla tanıştırma idealiyle Paris’i mesken tutmuştur. Osmanlı Sultanı Abdülaziz tam da o yıl hiç yapılmayanı yapmış ve maiyeti ile beraber İstanbul’dan yola koyulup Paris’e adım atmıştır… İşte 1867 yılının Parisi’nde bizden hikâyeler!

Paris Sevdası, bir portreler galerisi olarak okunabileceği gibi aynı zamanda 19. yüzyıl Parisi’nin sokaklarında, kafelerinde, parklarında Osmanlı aydınlarının izlerini sürmek isteyenler için de tarihi bir gezi rehberi olarak görülebilir.

 
Emre Caner, 1976 yılında İstanbul’da doğdu. Yıldız Teknik Üniversitesi, Eğitim Bilimleri bölümünden mezun oldu. Çeşitli dergiler adına muhabirlik ve yayınevleri için editörlük yaptı. Gazetelerin kitap eklerinde ve benzer nitelikteki internet sitelerinde kitap eleştirileri kaleme aldı. Cumhuriyet Gazetesi’nde ise fikir yazıları yayınlandı. Kitaplarında yoğunlaştığı alanlar tarih boyunca toplumsal cinsiyet algısının değişimi, 19. yüzyıldaki aydınlanma ve modernite hamlesi, İstanbul-Paris arasındaki kültürel etkileşimler ve eleştirel postyapısalcı okumalar oldu. Yayınlanmış kitapları: Toprak ve Kadın (araştırma, 2004), Kaplumbağa Terbiyecisi (Osman Hamdi Bey’in biyografik romanı 2009), Mihri Müşfik Hanım’ın İzinde (roman, 2011), Sürgün ve Hürriyet (tarihi roman, 2012), Cinsellik Üzerine Toplumsal Fragmanlar (sosyolojik deneme, 2015), Paris Sevdası (araştırma,2018)

17 Kasım Cumartesi – 20:00 – Erben Trio Dinletisi
Ruhlarımıza şifa olsun bu 3 kadim sazın 3 kadim sesi.
Ebren’i daha iyi tanımak için aşağıda verilen Youtube kanalından müziklerini dinleyebilirsiniz.

Ud : Arion Fırat Doğan
Kanun : Özgür Gürbüz
Ney : Volkan İncüvez

EKMEK

Bildiğiniz gibi ben ekmeğini taştan çıkaran bir kedi değilim. Bir zamanlar öyleydi, çöpten, oradan buradan bulduğum artıklardan beslenirdim ama sonra bir komşu kapısı buldum, iyi oldu.

Ekmek, taş falan dedim de, ekmek nasıl taştan çıkar yahu diye sordum bizimkilere. Ne de olsa zamanında bir ekmek atölyesi yapmışlar Komşu Kapısı’nda, mutlaka biliyorlardır. Haklıymışım, bana dediler ki “Torbeş o taş, değirmen taşı”. Buğday değirmen taşında öğütülmezse, insanın hassas midesi onu hiç öğütemez. Hadi ya, peki tamam da adı niye ‘ekmek’? Tabii hemen buldum (ay bayılırım böyle bulmaca gibi dil oyunlarına), e herhalde buğdayı ekmeden, ekmek elde edemezsin. Çaktınız mı? Ekmek, ‘ekmek’ fiilinden geliyor. İlk eylem olması bağlamında, ekmek olmuş, mesela ‘biçmek’, ‘öğütmek’ olmamıştır diye düşündüm. Öyle olsaydı, ne komik olurdu. Düşünsenize, 2 biçmek verir misiniz Bakkal Amca? 😀 İngilizce’de biliyorum ya ona da baktım. ‘Bread’, o da üç aşağı, beş yukarı aynı yere çıkıyor. Dil Bilimci değilim, detaya girmeyeyim kesin hata yaparım, ama ne zaman İngilizce miyavlasam ‘bread’ deyince bir doygunluk hissi içinde olurum. Bildiğim tüm dillerde de durum aynı (attım havamı) Hava demişken, hava cidden ekmek için önemli bir elementmiş. Şöyle; ıslak hamur bir gün kenarda unutulmuş, hava ile temas bakterileri harekete geçirip fermantasyon başlamış, şişmiş de şişmiş, olmuş mu sana ekşi maya, o da olmuş mu ekmeğin ham maddesi. Kabararak daha da yenilebilir, hem doyuran, hem de mideyi yormayan ve sonrasında hem insanlığın hem kedilerin (aramızdaki simbiyotik –ekmek elden, su gölden- ilişki bağlamında) medeniyeti oluşmuş.

Ablalarım, abilerim, bir kedinin doğduğu yer değil, doyduğu yerdir mekânı. Benim için de Komşu Kapısı, her açıdan doyduğum bir mekân. Sırf midem değil, beynim de burada doyuyor. Geçenlerde Youtube’tan eski Komşu Kapısı videolarına baktım, ekmek atölyesini gördüm. Sonra geçen hafta Akademisyen Yüksel Taşkın Hoca geldi. O da edebiyat ile doyurdu. Siyaseti Edebiyat üzerinden okumamızın yolunu açtı. Bu hafta da İran Müziğini Hosein Mahmudi ve Arman Rashidi’den dinledim. Anlayacağınız, gönlümüz de, beynimiz de doydu. Sonra burasının yediğim ve doyduğum ekmek gibi bir yer olduğunu fark ettim.

Yüksel Hoca, kuşak çatışmasını 3 şahane kitap üzerinden yaptığı alıntılarla aktararak bize geçirdi. Bir dönem siyasi tarihini, sıradan insan karakterler üzerinden düşünür ve yaşar hissetmemizi istedi. Tıpkı kitapların yazarlarının yapmamızı istediği gibi. Bir yerinde ‘burjuva hümanizm ’inden bahsetti.  Hani fakire, köylüye, modern (!) hayattan nasiplenmemişe duyulan şefkat, yardım, dayanışma insancıllığı var ya, onun gibi bir şeyden dem vurdu. Bir yanıyla hafif yukarıdan bakan bir yanı olmakla birlikte aslında, insani ilişkilerin evrimleşmesi ve iyi yönde şekillenmesindeki yararına değindi. Bizim coğrafyanın bu aşamayı hızlı geçerek yararına vâkıf olamadan vardığı noktanın sıkıntılarına yer açtı. İsmet Özel’in kadirşinas itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet tanımlamasının,  bizdeki kuşak çatışmasını nasıl da güzel anlattığını belirtti. O kadar okurum tam yerine oturan tanımlamayı nasıl duymamışım? Nasıl da güzel bir sosyolojik çözümleme, beynimi açtı. Tabii söyleşi sonrası Halkili Dadaş’ın ‘burjuva catisizm’ ine de o günden beri takılmadan duramıyorum. Sizin hümanizminiz varsa, bizim de catisizmimiz var.

Neyse sadede geleyim, medeniyetimizin tarihi ekmek gibi, benim kişisel tarihimin somunu da Komşu Kapısı. Demem odur ki doymaya, doyurmaya mutlaka buyurunuz.

09 Kasım 2018

Sezon 2

Bölüm 5

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.