Pazartesi günü; Filimlerle Felsefe/İstismar, Şisli Mahalle Evi buluşması, Salı günü; Kadınlar Matinesi, Çarşamba günü; haftalık olağan Komşu Kapısı Mutfak toplantısı, Nesteren hanımın Mezatı, Perşembe günü; Opus 19/ Sessiz Dünyadan Ezgiler: Antik Çağ ve Müzik, Cuma günü; Osmanlı modernleşmesi üzerine bir kitap söyleşisi, Cumartesi; Erben Trio Dinletisi.
Kendisini, “Gözleri Tamamen Kapalı” filmi için Londra’da olan Kubrick olarak tanıtan Alan Conway’in (John Malkovich) “Bir dahaki filmimde senin kostümlerini kullanacağım; müziklerin yer alacak; seni oynatacağım….” diyerek bulunduğu “konum”u kullanır ve lüks bir hayat sürer. Brain W. Cook’un yönettiği 2005 yapımlı filmin senaryosu, Kubrick’in asistanı Anthony Frewin tarafından yazılır ve gerçek bir olaya dayanır.
Filmlerle Felsefe Atölyesinde bu “öykü”den yola çıkılarak, “etik sorun”, “istismar”, “taciz”, “rıza”, “kariyer”, “suistimal” vb. kavramlar ve sınırları, Sokratik Yöntem ile tartışma konusu yapılacaktır. Tartışmalar, Andy Warhol’un “Herkes bir gün on beş dakikalığına meşhur olacak.” Adorno’nun “Kültür Endüstrisi”; Chomsky’nin “rıza imalatı” ve günümüzün “meşhuriyet çağı” ya da “MESH (medya, eğlence, show) endüstrisi” açısından yapılarak söz konusu “olgu” irdelenecektir.
Film
Kubrik Renkleri (Colors Me Kubrik), Brian W. Cook, 86’, 2005
Paylaşımcı
V. Metin
Felsefe, “alternatif eğitim”, mimarlık ve sanatla ilgileniyor. Lisede başlayan felsefe okumalarını, lisans ve yüksek lisans düzeyinde eğitim alarak sistematik hale getirir. “cross-diciplinary” yaklaşımıyla klavyeye aldığı “yazılamalar”ını ulusal ve uluslararası sempozyumlar, çeşitli dergiler ve portallar yanında kişisel blogu yoluyla kamusallaştırmaya çalışıyor. Çalışma alanlarıyla ilgili eğitimler ve atölye çalışmaları yapıyor. Ulusal ve uluslararası pek çok sivil toplum kuruluşu gönüllüsü bir aktivist olarak da hayata dokunmaya çabalıyor. Profesyonel hayatını, bağımsız olarak sürdürüyor.
Dahası: Googleable
Paris Sevdası Emre Caner
Bir an için 1867 senesinin Paris’ini hayal etmeye çalışalım. Şinasi varoluşunu adadığı Türkçe sözlüğü hazırlamak için Paris kütüphanelerine kapanmış ve elini eteğini diğer dünyevi işlerden çekmiştir. Aynı yıl, zenginliği dillere destan Halil Şerif Bey, evinin duvarlarına astığı Delacroix, Courbet, Ingres tablolarını Paris sosyetesine göstermektedir. Osman Hamdi de başını döndüren bu şehirde bir ressam olarak tutunabilmenin derdine düşmüştür. Namık Kemal ise Osmanlı Devleti’ni hürriyet kavramıyla tanıştırma idealiyle Paris’i mesken tutmuştur. Osmanlı Sultanı Abdülaziz tam da o yıl hiç yapılmayanı yapmış ve maiyeti ile beraber İstanbul’dan yola koyulup Paris’e adım atmıştır… İşte 1867 yılının Parisi’nde bizden hikâyeler!
Paris Sevdası, bir portreler galerisi olarak okunabileceği gibi aynı zamanda 19. yüzyıl Parisi’nin sokaklarında, kafelerinde, parklarında Osmanlı aydınlarının izlerini sürmek isteyenler için de tarihi bir gezi rehberi olarak görülebilir.
Ebren’i daha iyi tanımak için aşağıda verilen Youtube kanalından müziklerini dinleyebilirsiniz.
Ud : Arion Fırat Doğan
Kanun : Özgür Gürbüz
Ney : Volkan İncüvez
EKMEK
Bildiğiniz gibi ben ekmeğini taştan çıkaran bir kedi değilim. Bir zamanlar öyleydi, çöpten, oradan buradan bulduğum artıklardan beslenirdim ama sonra bir komşu kapısı buldum, iyi oldu.
Ekmek, taş falan dedim de, ekmek nasıl taştan çıkar yahu diye sordum bizimkilere. Ne de olsa zamanında bir ekmek atölyesi yapmışlar Komşu Kapısı’nda, mutlaka biliyorlardır. Haklıymışım, bana dediler ki “Torbeş o taş, değirmen taşı”. Buğday değirmen taşında öğütülmezse, insanın hassas midesi onu hiç öğütemez. Hadi ya, peki tamam da adı niye ‘ekmek’? Tabii hemen buldum (ay bayılırım böyle bulmaca gibi dil oyunlarına), e herhalde buğdayı ekmeden, ekmek elde edemezsin. Çaktınız mı? Ekmek, ‘ekmek’ fiilinden geliyor. İlk eylem olması bağlamında, ekmek olmuş, mesela ‘biçmek’, ‘öğütmek’ olmamıştır diye düşündüm. Öyle olsaydı, ne komik olurdu. Düşünsenize, 2 biçmek verir misiniz Bakkal Amca? 😀 İngilizce’de biliyorum ya ona da baktım. ‘Bread’, o da üç aşağı, beş yukarı aynı yere çıkıyor. Dil Bilimci değilim, detaya girmeyeyim kesin hata yaparım, ama ne zaman İngilizce miyavlasam ‘bread’ deyince bir doygunluk hissi içinde olurum. Bildiğim tüm dillerde de durum aynı (attım havamı) Hava demişken, hava cidden ekmek için önemli bir elementmiş. Şöyle; ıslak hamur bir gün kenarda unutulmuş, hava ile temas bakterileri harekete geçirip fermantasyon başlamış, şişmiş de şişmiş, olmuş mu sana ekşi maya, o da olmuş mu ekmeğin ham maddesi. Kabararak daha da yenilebilir, hem doyuran, hem de mideyi yormayan ve sonrasında hem insanlığın hem kedilerin (aramızdaki simbiyotik –ekmek elden, su gölden- ilişki bağlamında) medeniyeti oluşmuş.
Ablalarım, abilerim, bir kedinin doğduğu yer değil, doyduğu yerdir mekânı. Benim için de Komşu Kapısı, her açıdan doyduğum bir mekân. Sırf midem değil, beynim de burada doyuyor. Geçenlerde Youtube’tan eski Komşu Kapısı videolarına baktım, ekmek atölyesini gördüm. Sonra geçen hafta Akademisyen Yüksel Taşkın Hoca geldi. O da edebiyat ile doyurdu. Siyaseti Edebiyat üzerinden okumamızın yolunu açtı. Bu hafta da İran Müziğini Hosein Mahmudi ve Arman Rashidi’den dinledim. Anlayacağınız, gönlümüz de, beynimiz de doydu. Sonra burasının yediğim ve doyduğum ekmek gibi bir yer olduğunu fark ettim.
Yüksel Hoca, kuşak çatışmasını 3 şahane kitap üzerinden yaptığı alıntılarla aktararak bize geçirdi. Bir dönem siyasi tarihini, sıradan insan karakterler üzerinden düşünür ve yaşar hissetmemizi istedi. Tıpkı kitapların yazarlarının yapmamızı istediği gibi. Bir yerinde ‘burjuva hümanizm ’inden bahsetti. Hani fakire, köylüye, modern (!) hayattan nasiplenmemişe duyulan şefkat, yardım, dayanışma insancıllığı var ya, onun gibi bir şeyden dem vurdu. Bir yanıyla hafif yukarıdan bakan bir yanı olmakla birlikte aslında, insani ilişkilerin evrimleşmesi ve iyi yönde şekillenmesindeki yararına değindi. Bizim coğrafyanın bu aşamayı hızlı geçerek yararına vâkıf olamadan vardığı noktanın sıkıntılarına yer açtı. İsmet Özel’in kadirşinas itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet tanımlamasının, bizdeki kuşak çatışmasını nasıl da güzel anlattığını belirtti. O kadar okurum tam yerine oturan tanımlamayı nasıl duymamışım? Nasıl da güzel bir sosyolojik çözümleme, beynimi açtı. Tabii söyleşi sonrası Halkili Dadaş’ın ‘burjuva catisizm’ ine de o günden beri takılmadan duramıyorum. Sizin hümanizminiz varsa, bizim de catisizmimiz var.
Neyse sadede geleyim, medeniyetimizin tarihi ekmek gibi, benim kişisel tarihimin somunu da Komşu Kapısı. Demem odur ki doymaya, doyurmaya mutlaka buyurunuz.
09 Kasım 2018
Sezon 2
Bölüm 5