Craft Tiyatro ‘Fotoğraf 51’i insanı keşfetmek için mücadele eden ve ‘öteki’ olmamak için direnen bir kadının Rosalind Franklin’in öyküsünü sahneye taşıyor. Fotoğraf 51’in oyuncularından Funda Eryiğit ve Cem Avnayim’le Rosalind Franklin’in dramatik hikayesini konuştuk.
Röportaj: Sabit Doğan
Biz öncelikle oyunla ilgili seyircilerimizden , takipçilerimizden sorular aldık. Onları da soracağız.
İlk sorumuz da; oyunun metni ilk elinize geldiği zaman ne düşündünüz, neler hissettiniz?
Cem: Metni ilk ben gördüm, metni aldım okudum, yönetmenimiz Çağ Çalışkur göndermişti metni bana. Sonra ilk sorum şu oldu: “Çağ bu oyunu neden istiyoruz, senin dikkatini çeken ne?” çünkü oyunu o yönetecek, onun gözüne çarpan ne, merak ettim. Rosalind Franklin’i ben biraz kendime benzetiyorum, dedi. Sonuçta onunki(Çağ’ın durumu) de bir kadın meselesi; gerçekten zor olan tiyatro kültüründe daha doğrusu Türkiye’de tiyatro kültüründe farklı bir şey yarattı kendisi. Mesela onun yarattığı oyunlar ve kültür diğerlerinden biraz farklı o yüzden kendisine benzetmesi çok normal geldi bana.Dedim tamam biraz üstüne gidelim, biraz daha çalışalım.Baktım Maurice Wilkins’i kendime çok yakın buldum ve çalışmaya başladık.Böyle oldu. Funda’nın seçilmesi ise şöyle; Çağ bana okuma yaptıklarında Funda’nın okurken oynadığını söyled, ondan başkası da olamaz dedi.
Funda: Ben Cem’den önce okudum çünkü ben ingilizcesini okudum.
Peki ingilizcesini okumuş olmanın avantajı ne oldu?
F: Aslında başta dezavantajı vardı çünkü ben bir takım ingiliz esprilerini çok anlayamadım dolayısıyla metnin içindeki o humoru da çok kavrayamadım ve metin bana çok didaktik geldi. Bunu Çağ ile konuşmak istedim, Cem’in sorduğu “neden bunu seçiyoruz” demek için. Sonra Çağ bana anlattı, ben de aslında kaçırdığım bir sürü detay olduğunu farkettim. Çağ ile konuştuktan sonra bir daha okudum sonra Türkçesi geldi, Hira Tekindor çevirdi. Üçüncü kere de Türkçesinden okudum sonra da tamam dedik. Çağ’ın kafasındaki şeyle de birleştirince güzel bir şey çıkacağına inandım.
Peki sizce oyun 1950’li yıllardaki kadın sorununu mu, bilimsel etik sorununu mu, bir aşk hikayesini mi ele alıyor ağırlıklı olarak?
F: Hepsini, ağırlıklı olarak gibi bir durum yok. Bu böyle karmaşık gibi duruyor ama hepsi birbirinin içine geçmiş durumda. Bir aşk hikayesinin içinde de kadının itilmesi,dışlanması var; kadının itilip dışlanmasında da bir bilimsel hikaye var. İç içe geçmiş durumda dolayısıyla hepsi var. Hepsinden çok ayrı ayrı şunu anlatıyoruz bunu anlatıyoruz diyemiyoruz, hepsi birbirine geçmiş durumda.
C: Bir de 1951’deki kadın sorunları değil aslında., hala günümüzde devam ettiği için biraz da bunun altı çiziliyor. O gün problem vardı da bugün geçti, biz de geçmişe dönüp bir problemi tekrar konuşalım gibi bir durum değil. Gerçekten bugün de hala devam eden bir problem ve bu problemin çok güzel bir açıklaması var. Dünya üzerinde bilinçsiz önyargı dediğimiz bir şey var. Nedir bu, bir şekilde kadınlara karşı veya erkeklere karşı bir önyargı ile bakıyoruz. Oyunun içinde de bahsediliyor mesela -spoiler olmasın- öğretmenler odası erkekler için sadece. O cümle benim cümlem ve söylerken aslında bunun dünyanın en doğal şeyi olduğunu hissediyorum ben. Gerçekten de dünyanın en doğal şeyi o dönem. Bugün biraz daha kırılmış ama kırılmayan versiyonları hala devam ediyor. Zaten öyle olduğunu hala bildiğimiz ama öyle olmaması gereken birçok mevzu var ve bu oyunun içinde sürekli var. Ayrıca oyunun içinde bir insana haksızlık yapılmış ve bu haksızlığın gün yüzüne çıkması çok önemli çünkü tarihi değiştirecek bir mevzu; DNA’nın yapısının çözülmesi.
Bu oyun bir nevi yıllardır Rosalind Franklin’e yapılmış olan bir bilimsel haksızlığın telafi edilmeye çalışılması mı ?
F: Evet ama ben hikayeyi oyunla birlikte öğrendim. Bilim dünyasında çok uzun zamandır da konuşulan, hakkında çeşitli spekülasyonlar olan bir hikayeymiş. Biz, şahsen ben yeni öğrendim. Oyuna gelen bazı genetikçiler vardı, bu duruma hakimlerdi. Onların daha önceden de uzun zamandır konuştukları bir konuymuş aslında.
C: Bilim dünyasında böyle bir mevzu var bunu herkes biliyor. Bilmek için tarihini okumak gerek. Biz bilim dünyasından gelmedik ama bir anda bunları okumaya başladık.Bütün o süreci, neler yaşandığını öğrendik, gerçekte bilinenden fazlasını biliyor olabiliriz.
Karakteri sahiplenme sürecini bize anlatır mısınız?
F: Dört aylık bir süreç o yüzden nereden başlayayım bilmiyorum. Çok uzun bir çalışma süreciydi.Sürekli çalışma halindeyken omuzlarda ister istemez bir çökme oluyor onu farkettikten sonra tutmaya çalıştım. Bir taraftan Rosalind’in fotoğraflarına da çok baktım.
Özellikle fiziki benzerlikler de yakalamışsınız; tavır, hareketler, mimik ile makyajla kostümle..
F: Tavır ve hareketler bizim yorumumuz aslında.Karakterlerin elimizde bilgileri vardı ama tavırlarını gösterecek bir video, bilgi yoktu. Özellikle Rosalind için hiç yoktu. Tavırları metin ve bizim çalışma şeklimizden oluşturduk.
4 aylık sürede sizi en çok zorlayan ne oldu?
C: 4 ay boyunca Rosalind‘in karakterinin sahiplenilmesinde şöyle bir etki de var: O dönem Rosalind’in etrafı gerçekten erkek dolu,o dönem nasılsa Funda için de sürekli aynı. O dönemki labaratuar ortamı nasılsa biz de burada onları yaşadık. Hatta uzunca bir süre Rosalind’in üstünden Funda üzerinde etrafta sürekli erkek muhabbeti yaptık, sınırları aşacak derecede egzersiz amaçlı. Kadını ciddi bir şekilde ayırdık, ayrımcılık yaptık yer yer ezdik. Bunlar yaşandı. Bilinçli olarak yaptık bunu. Bir ara artık bana sıkıntı geldi, ben bir kadına böyle davranamam dedim ama baya davrandık egzersiz olarak. Dha sonra o egzersizleri provada yaparken bir anda içimizden “sen kadınsın, işte sen böylesin” sözleri çıktı. Bu egzersizlerle hemen dönebiliyoruz. Bu da hala daha bir şeylerin geçmemiş olduğunu gösteriyor.
1950’li yıllardaki Batıdaki kadın sorunlarını görüyoruz, Fransa’nın İngiltere’nin Amerika’nın kadına bakışı.. Bununla ilgili siz ne söylemek istersiniz?
F: Cem’in dediği gibi hala var olan aynı şekillerde devam eden bir psikolojik, fiziksel şiddet devam ediyor. O dönemde de Kings College’a baktığımız zaman çok medeni, kadınlarla erkeklerin birlikte rahat çalıştığı bir ortam bekliyorsun ama değil.O dönemde de erkeklerin sadece yemekhaneye girmesi, kadınların giremiyor olması, bazı labaratuarlara -oyunda da görüyoruz- kadınların belirli saatte girmek zorunda olması gibi birçok örnek var. Bugün belki bazı yerlerde üzeri örtülü şekilde, bazı yerlerde üzeri örtülü bile değil, var. Nihayetinde artık erkeklerle kadınlar birlikte yemek yiyebiliyorlar.
Franklin’in oyundaki hareketleri İngiltere’deki kadın mücadelesi için olabilir mi?
F: Franklin politik olarak güçlü bir kadın ama aktivist değil. Feminizm konusunda politik olarak bir tavrı olan bir kadın.
C: Franklin hem kadın hem yahudi. Bu onu bir azınlık yapıyor.
Franklin’in erkeklere karşı tavrının bu kadar sert ve keskin olmasının altında ne yatıyor?
C: Ne yapsın böyle olmasın da ne yapsın.Düşününce haklı görünüyor. O dönemi sordunuz o dönemle ilgili bir şey anlatmak istiyorum, bu konulara biraz ilgiliyim. 1952’de yine aynı dönemlerde Boston Senfoni Orkestrası’nda erkekler çalıyor. Biri çıkıp neden sadece erkekler çalıyor, erkekler daha mı iyi çalıyor, diyor. Erkekler daha iyi çalıyor deniyor. Bunu ölçmeye karar veriyorlar ve bir paravana ayarlıyorlar. Paravananın arkasında kimin çalacağı belli olmadan çalınsın, ona göre orkestrada kimin çalacağı seçilsin deniyor. Deniyorlar yine erkekler daha iyi çalıyor. Paravana fikrini öne atan bu sefer de erkekler ve kadınlar, ayakkabıları çıkarıp çalsınlar diyor çünkü topuklu ayakkabının kadınları ele verdiğini ve bilinçsiz önyargının hemen işlediğini. dile getirildiğini düşünüyorlar. Ahşap bir zeminde, ayakkabılar çıkarılıyor, kimin çaldığı artık anlaşılmıyor. Bunun sonucunda kadınların daha iyi çalma ve orkestraya girme oranı yüzde elli artıyor. Bu çok güzel anlatıyor.
Aslında toplumsal kodlar var.
C: Toplumsal kod şu: Erkekler bir işi kadınlardan daha iyi yapar. Bu nettir, bugün bile geçerli. Erkek bir işi daha iyi yapar, bunu biliyoruz. Bu kesin. Bu, verdiğim örnekte yapılan bir körleme testte bile çözülüyor. Erkekler daha iyi yapmıyormuş.
Ben bir akademisyene “Neden bilim dünyasında kadınlara böyle yaklaşılıyor” diye sordum. Verdiği cevap: “Asistanken kadına emek veriyoruz, yarın bir gün evlenecek, çocuk sahibi olacak, evinin hanımı olacak ve verdiğimiz emekler boşa gidecek” oldu.
Oyunda da diğer bilim adamlarının hayatındaki kadınlar da böyle aslında, evde yemek yapıyor, ev işi yapıyor. Acaba Franklinin aşka kapalı olmasının temelinde bu mu var, sonunun öyle olacağını düşünüp kendini bu yüzden mi aşka kapatıyor?
F: Açıkçası hiç böyle düşünmemiştim, bu açıdan bakmamıştım. Oyunda Rosalind’in çocukluğundan itibaren birçok korkusunu seyirciye anlattığı yerler var dolayısıyla ben bununla ilgili çok da bilgi vermek istemiyorum. Sürprizi kaçmasın. Rosalind aşk mevzusuna kapalı ama ben aşık olmayacağım ben buna kapalıyım gibi bir yerden değil de aslında ürettiği korku ve duvarlar ile birlikte kendiliğinden olan bir durum. Mesleğine karşı çok büyük bir tutkusu var. Hayatını ve mesleğini aynı yere koyuyor. İşine kendini bu kadar adadığı için tabi ki aşka zamanı olmamış olabilir ama bu bilinçli bir tercih mi bilmiyorum. Hakkında düşünülebilir.İşine de çok bağlı olduğu için aşka gücü kalmamış olabilir.
Wilkins bu konuda ne düşünürdü, Wilkins aşkına cevap alsaydı sonra ne yapardı?
C: Ben öyle düşünmüyorum. Öyle bir varsayım yapsak hiç bir şey değişmezdi diyorum. Başlarda aşkına cevap aradığı bir dönemde karşılık bulsaydı Wilkins’in kadına olan bakışı değişmezdi gibi hissediyorum. “Bir erkek olarak birine aşık olduysam tabi ki karşılığını alacağım, kadın da yerini bilecek” gibi bir durumu var hala. Başlarda değil de sonlarda bir şeyler değişseydi -spoiler vermeyelim- o zaman farklı olabilirdi. O zaman bir şeylerin farkına varıldığı dönemlerden. O iki sene içinde Wilkins’in bir dönüşüm yaşadığını farkediyoruz.
Ya da birisinin ulaşılmaz olmaktan zevk aldığı, diğerinin de kolay ulaşmak istemediği bir durum olabilir mi?
C:Ego mekanizması bütün insanlarda olduğu gibi bunlarda da var. Bilim insanları biraz bu durumlara hakim değil, bu tarz mevzulardan daha önemli şeylerle uğraşıyorlar. Onların da aşk hikayeleri, kıskançlık hikayeleri tabi ki var. Hayat hikayeleri zaten bilimi etkiliyor, bunu hep söylüyoruz. Aşk mevzusunda çok beceriksizler. Nasıl bilime bir yetenekleri varsa bu tarz şeylere o kadar beceriksizlikleri var.
F: Bir beceriksizlik var, Ayrıca bunlar çok derin psikolojik çıkarımlar aslında. Rosalind’in keşke erkeklerle daha iyi konuşabilsem gibi bir arzusu var.
C:Asla bu duygular yok diyemeyiz. Oyun da ya bunlar var ise diyor, bunun peşine düşüyor.
Her şeyi yarım kalmış bir kadın; başarısı, aşkı, ailesi, çevresi.. Finale geldiği zaman bizi(izleyicileri) acabalar ile bırakıyor, bizim üzerimize yoğunluk bırakıyor.
F: Niyet de bu. Aslında; olan oldu, olması gereken -hayat çizgisinde olması gereken- oldu, bir geri dönüş yok. Bugün soracağımız sorular önemli.Zamanı geriye döndürüp bir şeyi değiştirmek de mümkün değil. Hepimizin hayatı için böyle.
Karakter ve kendiniz ile ilgilii bir bağ kurdunuz mu?
F: Tabi ki. Sadece Rosalind ile değil, diğer karakter ile de kurduk çünkü hepimiz birlikte bütün karakterler hakkında konuştuk ve fikirlerimizi paylaştık. Ben hem Rosalind’den hem de diğer karakterlerden kendime bir şeyler çıkardım.
C: Sonuçta hayatta gerçekten var olan insanlar, Watson hala yaşıyor 90 yaşında. Tek yaşayan o.
F: Kötüye bir şey olmaz durumu gibi ama tamamen de kötü diyemeyiz.
C: Bu bizim bakış açımızdan gördüğümüz. Watson’un gözünden görsek kim bilir nasıl.
F: Çağ bize hep her karakterin rengi var, der. Ekip olarak da öyle oyunları sevmiyoruz; o aslında çok kötüydü, bu aslında çok iyiydi gibi bir net cevaptan ziyade kimin iyi olduğu, kimin kötü olduğu, kimin hata yaptığı, kimin sorun çıkardığı biraz bulutlu bir yerde kalsın ki seyirci de az önce bahsettiğimiz soruları sorsun.
Bu Amerika’nın açgözlülüğünü gösteriyor, bir bilimsel etik sorununu da işliyor.
C: Etik, kültür farkı var ama etik farkı etiksizlik manasına gelmiyor. DNA’nın yapısının keşfi gibi bir süreçte artık bunları bırakalım, işimize bakalım, bilim yürüsün diye bir sistem var. Bırakın bizi, sizi, sen mi çalışacaksın, ben mi gibi durumları bırakın, kim yapıyorsa yapsın bilim yürüsün dedikleri sistemleri var. Amerikalıların dediği bu.
F:Rosalind’in dediği de bu.
Acaba Rosalind her şeyin farkında da bilim için mi göz yumuyor?
F: Göz yumduğu bir şey yok, Rosalind’in haberi yok. Habersizce oluyor bu. Fazla biligi de vermek istemiyorum.
C:Ben de ama şunu söyleyeyim: Rosalind’in çalışması aslında bir erkek buluşması ve sohbeti içerisinde harcanıyor. Bu harcanan mevzu dünyanın kaderini değiştiriyor bilimsel olarak.
F:Rosalind fotoğrafı vermiyor, bulguları göstermiyor, paylaşmıyor. Fotoğrafı onlar habersiz bir şekilde almasaydılar bilim yürümeyecekti gibi bir durum da söz konusu. Watson ve Crick yazdığı makalede Rosalind’e ve çalışmalrına hiç atıfta bulunmuyorlar. Akademik olarak çok hatalı bulunuyor, Rosalind’e hakkını teslim etmemeleri fakat almasaydılar bilim ilerlemezdi durumu da var. Kimisi de aldılar makalede neden atıfta bulunmadılar diyor. Çok spekülatif bir konu.
Ekip arasında uyumu nasıl sağladınız, başardınız?
C: O çok garip oldu. Biraz bahsetmek istiyorum, diğer arkadaşlarımızdan da bahsedelim. Bir anda garip bir ekip haline geldik. Birbirini aşırı seven bir ekip olduk. Ben birçok işte çalıştım, böyle bir durum yoktur. Profesyonel olarak işinizi yaparsınız daha sonra dağılırsınız. Birbirinizi sevmeye gerek yoktur. Bu ekipte garip bir şekilde herkes birbirini seviyor. Bu kadar niye seviyoruz diyorum. İşin önüne geçer mi bu dedim. Bir de birbirini sevmeyen kişileri oynuyoruz, hepsi ayrı bir yarışın içinde, kutuplaşma var. Birbirlerinin arkalarından konuşuyorlar, iş çeviriyorlar. Gerçekte ekipte öyle değil. Aşırı kaynaştık. Bunun sebebi de biz prova süreçlerinde harıl harıl sadece oyunu çalışmadık. Burda dans ettiğimiz bile oldu. Bir günümüz horon teperek geçti.Rosalind Franklin, Maurice Wilkins, Watson horon tepiyorlar. Bir gün vals yaptık, bir gün tango yaptık. Güne dans ederek başladık, dans öğrendik. Herkes kendi karakterinde dans etti. Oyunlar oynadık. Hep beraber başka şeyler yaptık. Altı kişi de sürekli sahnede ve hep bir trafik var. Hep bir şeyler yaptık. Ekip olduk o günlerde.
F: Çalışma şekli de bununla çok alakalıydı. Herhalde oyun ve karakterler ile ilgili en az fikir veren Çağ idi.Çağ genelde bir şey yaptırıp kendimizin keşfetmesini sağladı. Tabi ki fikir verdi ama en az konuşan oydu. Biraz farkettirmeye yönelik bir çalışmaydı. Bununla beraber de bütün karakterler ve oyunla ilgili oyuncularla, asistanlar, herkes fikrini söyledi. Bu rahatlığa kavuşmak oyunun sağlığı için çok iyi oldu. Örneğin; ben Cem’e soruyorum, Selahattin ben bunu kötü mü yaptım, nasıl doğru söyleniyor diye soruyor.Ben Cem’e şu hatalı oldu diyorum. Orçun bana şurayı kötü yaptın diyor. Cem’in bahsettiği profesyonel ortamlarda bu durumlar olmuyor çünkü herkes alınganlıklar, kırılganlıklar oluyor. O kim ki bana bunu yap diyor, ders veriyor deniyor. Bizim ekipteki bu ortam oyunun bütününe etki ediyor.
C: Biz sırf bu yüzden kavga eder hale de geldik. Bir dönem kavga da ettik çünkü herkesin fikri var. Normalde otorite, yönetmen bu böyledir der sen de karışamazsın, mevzu budur. Öyle de kalıp bir oyun izlenmiş olur. Sadece bir kişinin kafasından çıkmış bir oyun olur fakat Çağ hep “Ben tiyatroda oynayanın, asistanın, ışıkçının, orda çalışan herkesin fikrinin işlemesini istiyorum” der. Herkes konuşabilsin, bir otorite olmasın, sanat yapıyorsak burda dokunan herkes ona etki etsin istiyor. Gerçekten de herkesin bir fikri bir şeyi değiştirdi. Çağ’ın bu söylediği zor bir şey ve ben ilk başta patlamam oldu. “Çağ artık tek sen konuş, otorite yarat” diye ısrar ettim, bunun üzerine “Hayır, ben otoriteyi kurmayacağım çünkü tiyarro böyle büyüyebilir” dedi. Bu çok önemli. Tiyatro yapacak, çalışacak, kuracak, yazacak herkes bundan bir şey alabilir. Bu bir fikir. Herkesin içinde olması egosuzluk gerektiren, herkesin birbirine tutunmasını sağlayan bir iş. Çok güzel bir kavga ettik ki artık herkes herkese her şeyi söyleyebilir hale geldi. Bu sahneye aşırı yansıyor.
Turne düşünüyor musunuz?
F: Ben çok istiyorum. Dekor çok küçük parçalardan oluşuyor aslında .Taşınılabilir bir hali var.
Sadece uygun sahne gerekiyorr.
C: Düşünülüyor. Turne olabilecek bir dekorumuz var. Uygun şartlar sağlanırsa güzel olabilir.
Bundan sonraki süreçte planlarınız, hedefleriniz neler?
F:Ben biraz gezeyim, tozayım istiyorum. 🙂
Bu oyunu hikayenin sürecini görmek için izlemek gerekiyor.Hikayeyi bilenlerin de mutlaka gelip izlemesi gereken bir oyun, Fotoğraf 51.
DİRENSANAT.