Bahtiyar Engin: Öncelikle size şunu sormak istiyorum; “Halktan Biri” oyunu KomediaTürk’ un ilk projesi KomediaTürk’un Almanya’da da bir şubesi var ve bu proje hakkında bize bilgi verebilir misiniz, KomediaTürk nasıl kuruldu, başka projeler neler?
KomediaTürk, aslında başka bir manifestonun üzerine kuruldu. Ben Almanya’da doğmuş işçi çocuklarından bir tanesiyim ve bu Türk bölgesi dediğimiz Avrupa ülkelerinde, altı yedi tane ülkede – Almanya Avusturya Fransa İngiltere İsviçre Hollanda Belçika gibi- hatta İsveç kısmen Türklerin yoğun olduğu bölge. Ben aslında KomediaTürk’u oralardaki çocuklar için bir eğitim kurumu olarak oluşturdum. Şu anda Köln’de devam ediyor.İki yıllık öğrencilerim var, 40’ın üzerinde. Almanya’da, Alman vatandaşı, Alman Konservatuarı’ndan mezun, Alman Devlet Tiyatroları’nın profesyonel oyuncusu bir ortağım var Köln’de: Songül Karaca . Bütün şehirlerde aslında bir ortak ve bir kurum oluşmak maksadıyla kurmuştum. Yani “KomediaTürk Köln”, “KomediaTürk Paris”, “KomediaTürk Berlin”… Bu da “KomediaTürk İstanbul” ama İstanbul’da ben İstanbul Halk Tiyatrosunun ve Şehir Tiyatrosunun sanatçısı olduğum için, İstanbul Halk Tiyatrosunun kurucu ortağı ve idarecisi olduğum için, bu okul kısmı yani eğitim kısmını İstanbul Halk Tiyatrosu oyunculuk okulu, oyunculuk kursu adı altında zaten 12 senedir yapmaktayım. Bunu bİr de ikiye bölüp KomediTürk adı altında yapmanın bir anlamı yoktu.KomediaTürk Avrupadaki haliyle üç seviyeden oluşan bir proje: Birinci projesi yerinde sanatçı yetiştirmek, ikinci projesi sanat eseri üretmek, üçüncü projesi de birbirlerini ağırlayarak bu eserleri daha çok seyirciye ulaştırmak bakımında bir organizasyon ağı(network) oluşturmak üzerine kurulu bir yapı, KomediaTürk. İlk şubesi de Köln’de bunun. KomediaTürk Köln, KomediaTürk İstanbul’dan önce teşekkür etti.
Günümüz itibariyle hangi meslek olursa olsun, eğer çıkardığımız ürünü uluslararası boyutlara taşıyorsak ancak o zaman başarı elde etmiş oluruz. Uluslararası çalışmak çok yerinde olmuş.
O konuda benim başka bir duygusal tarafım vardı. Şöyle; tarihte bile hiçbir zaman, ne Selçuklu’da ne Osmanlı’da ne Cumhuriyet’te ayakları yere basan bir kültür-sanat politikamız olmadı. Dolayısıyla da filmlerle, tiyatro eserleriyle ve sanatın başka dallarıyla dünyada pek var olamıyoruz çünkü bizim beyefendilerin kültür-sanat politikası oluşturmaya zamanları kalmıyor. Ben de bunu uzun zamandır, 54 yaşındayım ve 38 yıldır sahnedeyim, kaygı haline getirmiş biriyim. Bir ‘Almancı’ çocuğu olarak ve oradaki çocuklarımız ile ilgili kaygılar ile da birleşince ben bunu kendi olanaklarımla yapmaya karar verdim. Bununla ilgili Alman devletine de başvurularım oldu çünkü Almanya merkezli, Köln’de başladığı için. Türk devletine başvurularım da oldu ama gelen yanıtlar hep ‘bizim politikamızı uygularsan’ şeklindeydi ama ben siz birbirinizi sevmiyorsunuz diye onların çocuklarına ‘hayır siz bu kapıdan giremezsiniz çünkü Türkiye devletinin politikalarına uygun bir ırka sahip değilsiniz’ diyebilir miyim ya da Alman devletininin hoşlanmadığı bir çocuğa ‘Alman devleti senden hoşlanmıyor KomediaTürk’ün kapısından içeri giremezsiniz’ diyebilir miyim? Dolayısıyla hem devlet tiyatroları hem hükümet hem Yunus Emre Kültür Merkezleri, Yunus Emre Vakfı nezlinde, bunların hep ilişkilendİği, belki bir destek bulurum, daha kolay yaparım diye düşündüm çünkü eninde sonunda ben devlet memuru bir sanatçıyım.Şimdi benim kolum ekonomik olarak nereye kadar gidebilir ki diye düşünmüştüm ama baktım ki o destekler; devletler demek, hükümetler demek. Hükümetler demek; hükümetlerin politikalarına uygun işler yapmak zorunluluğu, dayatması getiren şeyler olduğunu gördüğüm için, her ülkede de, Songül ile bir karar verdik. Biz, bunu hiçbir şekilde hükümetlerin ideolojilerinin uzantısı yapmayacağız. Bu, yetiştireceğimiz çocukların kendi kurumları olacak, kendi yağıyla kavrulacak, kendi yetiştirdiği elemanlar ile, gelecekte belki yönetmenini belki oyuncusunu, aklınıza ne geliyorsa hepsini KomediaTürk sıfırdan başlayıp kendi yetiştirecek.Benim ömrüm yetmeyebilir ama bu tohum atılmalıydı, attık ve güzel de gidiyor.
Gelelim “Halktan Biri” oyununa, nasıl karar verdiniz? “Halktan Biri” oyunu ile aynı zaman da elinizi taşın altına koydunuz, bir toplumsal sorumluluk yüklendiniz ve bunda da yoğun ilgi gördünüz, büyük başarı elde ettiniz, halktan da olumlu yanıt aldınız. Bu süreci sizden dinleyebilir miyiz?
Şimdi benim kişisel olarak devleti yönetme gibi bir iddiam yok, olsaydı eğer, Orduluyum, kendi şehrimden siyasete girerdim ve ülkeyi yönetmeye soyunabilirdim, kazanırdım da büyük olasılıkla. Bölgede sevilen bir ailenin çocuğuyum ama elbette ki benim için ülkeyi A partisinin, B partisinin, C partisinin yönetmesi konusunda hiçbir fark yok çünkü hepsinin programı birbirine benziyor ve ben hepsine eşit mesafedeyim. Elbette kişisel bir görüşüm var, bu mevcut konjoktürde pek de karşılık bulamayan bir dünya görüşüne sahibim ama ben devlet yönetme iddiasında değilim. Sanatçı olarak nasıl yönetilmesi ile ilgili fikrim var, buna hakkım var, inşaallah hep olacak, olması da gerekir çünkü Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti’nde olması gerekir ve olacaktır da. Dolayısıyla ‘Halktan Biri’ni seçmek aslında sanatçı olarak; evet devleti yönetmeye, ülkeyi yönetmeye talip değilim ama nasıl yönetildiğine dair bir iki cümle kurabilirim duygusuyla seçilmiş bir oyun. Serüvenine gelince de; bu yedi sekiz yıllık bildiğim bir text(metin)ti. Tesadüfen de Galip Erdal ve Levent Ülgen’in de çok oynamak istediği bir text imiş. Ben aslında oyuncu olarak içinde yer almayı çok istiyordum ama bana yönetmenlik ve yapımcılık düştü, finansörlük düştü bu işte.
Daha önce onlarla birlikte ortak bir çalışmanız oldu mu?
Galip konservatuar döneminden arkadaşım; o Mimar Sinan’dan, ben İstanbul Üniversitesi’nden. Levent abi de ODTÜ Fizik’i bitirip geldiği için aynı dönem okuyanlardan. Daha önce televizyon dizileri dışında hiçbiri ile hiçbir çalışmam yok ama aynı tedrisattan geliyoruz: Ben Yıldız Kenter’in öğrencisiyim, Galip Müşfik Kenter’in, Levent abi Cüneyt Gökçer’in öğrencisi. Aslında burada üç ekolün birleştiği bir nokta oldu. Mademki onlar da bunu oynamak istiyor, birkaç yapımcıya da gitmişler, bunu yapmak istediklerini söylemişler. Hiçbiri, sebebi beni ilgilendirmez yapmak istememiş. Benim zaten yıllardır elimde olan ve yapmak istediğim bir text ama bu İstanbul Halk Tiyatrosu’nda ya da Şehir Tiyatrosunda yapabileceğim bir text olmadığı için hep kenarda duruyordu. Benim açımdan yapılması henüz olgunlaşmamıştı. Levent abi de, Galip de böyle bir sürpriz ile gelince yarın prova dedim ben ve başladık.
Ben oyununuzu izledim. Biz sahnede sıradan bir Amerikan vatandaşı olan Travis Pine’ın ve Cia ajanı arasındaki gerilimi izlerken aslında yabancılık çekmedik. Buna benzer olaylar gerek ülkemizde gerek başka dünya ülkelerinde yaşandı yaşanmaya devam ediyor. Yazarı bu oyunu sonra güncelliyor, Trump seçildikten sonraki döneme uyarlıyor. Peki bu konuda sizin düşünceleriniz neler?
Halktan Biri’nin ve Sam Bobrick’in bu oyunda anlattığı yönetim biçimlerinin bana göre, politik bir oyun olmasını bırakın bir kenara, sanatın; evrenselden lokasyona, lokalden evrensele doğru bir yolculuğu olmalı ve bu yolculuğu tamamlamalı diye düşünüyorum, yarım yamalak kalmamalı. Birilerine hakaret eden birilerini yücelten ya da kişiye, bir firmaya, bir markaya hizmet eden bir şey olarak sınırlı kalmamalı. Elbette bunlarda olabilir. Burada Sam Bobrick’in Halktan Biri oyunu, bana göre evrenselden lokale doğru bir yolculuğu var ve bu yolculuğu, hangi ülkede bu oyunu koyarsanız koyun, tamamlamış olur çünkü globalleşen kapitalizmin çok yoğun bir şekilde yaygınlaştığı bir dönemde Sam Bobrick’in yazdığı Cheney, Bush ve Trump üçgeninde ülkeler yönetimi konusunda yazdığı şeyler aslında bütün dünya ülkelerinde küçük küçük maketler halinde yaşanıyor. Bizde tuhaf benzerlikler var. Mesela bizde başkanın damadını göreve getirmesi meselesi benzeşiyor veya kızını danışman olarak değerlendirmesi meselesi benzeşiyor ama bu her yerde var. Bu birebir ingilizce textte var olan bir durum. Trump’ın da, oğul Bush’un da, Dick Cheney’nin de oğul Bush üzerinden ülkeyi yönettiği dönemde de gerçekleşmiş şeyler olduğu için bizde benzeşiyor. Seyirci oralara tepki gösteriyor; işte damadını çok önemli bir göreve getirdi deyince. Damadını göreve getiren tek lider bizim cumhurbaşkanı değil, ondan önce çok olmuş bir şey. Kızını danışman olarak alan tek bizim cumhurbaşkanı değil. Eğer Halktan Biri oyununu benim yaptığım, benim arkadaşlarımın oynadığı versiyonu ile Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve İktidar Partisi’nin etrafından biri rahatsız olacaksa; “ben öyle görmüyorum, siz öyle mi gördünüz” diye sorarım. Ben ne gördüğümü söylemiyorum, ben Sam Bobrick adında bir yazarın textini alıdım sahneye koydum ama siz bu benzeşmelerden Sayın Cumhurbaşkanı’na veya herhangi birine hakaret olarak alıyorsanız, bu sizin kötü niyetiniz. Ben seyircimle bir şey tartışıyorum.
Tabi ki sanatçı eserini yapar, ortaya koyar, herkes orada üzerine düşen payı alır.
Bunları söylerken de kimseden korktuğumdan değil. Ben bu akşam AKP Genel Başkanı Sayın Mehmet Tunçak’ı bekliyorum. Eğer yetişebilecek ise lütfedecekler ve oyunu seyredecekler. Hiçbir korkum yok çünkü ben kimseye hakaret etmiyorum, kimseyi küçük düşürmüyorum, kimsenin kişisel, özel, hayatı, ailesi ile ilgili bir cümle kurmuyorum. Ben Sam Bobrick’in yaptığı gibi, ülkemde olup bitene dair bir çift sözüm var. Bu da Sam Bobrick’in Amerika için yazdığı oyunla çok örtüşen bir oyun. Eğer yerli bir yazar daha iyisin yazsaydı yemin ederim onu koymayı tercih ederdim.
“Tiyatro hayatın aynasıdır” ilkesini göstermiş oluyorsunuz.
Ben onlarla uğraşmıyorum. “Tiyatro hayatın aynasıdır” ilkesi aşağı yukarı bir 600 yıllık ilke. Çok geliştik, oralarla sınırlı kalmadık.
Peki şunu sormak istiyorum normalde sadece göndermesi, imaları olmayan bir oyun ama yaşadıklarımızı direkt açık ve net bir şekilde insanların yüzüne vuran bir metin ve bunu sahnelemede de oldukça başarılı. Bu konuda gerek oyun esnasında gerekse oyundan sonra seyircilerden ne gibi tepkiler aldınız?
Seyirciden de, AK Parti çevresinden de, diğer siyasi çevreden de çok olumlu görüşler alıyoruz çünkü bu sorun bir tek bizim sanatın sorunu değil, tiyatrocunun sorunu değil ki. Fransız Devrimi’nden sonra oluşan yönetim biçimlerinde, o dönemlerden itibaren rahatsız olmaya başlayan birilerinin geliştirdiği ve neredeyse son raddesine geldiğimiz bir karşı duruş var. Yani devrimler kendini tamamlayamadan karşı duruşlarını üretmek durumunda. Karşıtı olmayan bir devrim de olamaz zaten, mümkün değil. Bu oyun da zaten bu gelinen son noktayı vurgulayan bir oyun. Yönetim biçimlerinde geriye doğru bir dönüş var. Herkes kral olmak ister kimse bisikletiyle meclise giden başkan olmak istemiyor. Bunların hepsi biraz şov. Dünyanın başka ülkelerinde bu yapılıyor, yapılabiliyor gibi görünüyor ama herkes biraz kral olmak ister.
Aslında sizin tiyatronuz alternatif tiyatro,konu ve içerik açısından baktığımızda. Bu kadar değerli olan, bu kadar ciddi bir konuyu ve insanlara açık ve net bir şekilde insanların önüne taşımak bence alternatif bir çalışma. Zaten bu oyun başka tiyatrolar tarafından da oynandı önceki yıllarda.
Bana sıra gelmediği için yedi sene bekledim.
Sizde daha yoğun bir ilgi gördü, bu yoğun ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
Biraz oyuncularıma ve kendime bağlıyorum ismen çünkü otuzar küsur yıldır sahne üzerindeyiz ve belli bir kitle oluşturmuşuz. Öbür taraftan maalesef biz alternatife düştük, bu tür işleri yapabilen tiyatrolar o kadar azaldı ki. Ben şahsen alternatif tiyatro ya da tiyatrocu değilim, ben klasikçiyim, bildiğiniz Yıldız Hanımın veya Aristofanes’in tiyatroya baktığı gibi bakıyorum; girişi, gelişmesi, olmazsa olmaz çatışması ve sürpriz bir finali olan, dramatik yapıya inanan bir tiyatro adamıyım. Alternatifleri destekliyorum sadece çünkü o bir alan, bir branş, mesela “BU21” diye bir oyun oynanıyor, benim okulumun mezunları oynuyor. Onları destekliyorum, yine başka bir grubu daha destekliyorum. O tür işleri yapan çocukları destekliyorum ama ben onu yapamam çünkü sanat kariyerikmde öyle bir kulvarı çalışmadım, dersime çalışmadığım için o alana giremem. Ben aslında tiyatro yapıyorum. Günümüz itibariyle yaptığım tiyatro alternatife düşüyorsa; ne yazık ki öyle, diyebilirim sadece buna.
Sizin çok uzun yıllara dayanan bir tiyatro eğitim sürecinizi de var, bu eğitimin sizin tiyatroculuğunuza ne gibi katkıları oldu, bir de tiyatroya heves eden gençlere neler önerirsiniz?
Birazdan Galip de aynısını söyleyecektir büyük olasılıkla. Müşfik Hocanın söylediğini aktaracağım: “Tiyatrocu olmanız, bakkal olmanız, manav olmanız, başkan olmanız, Cumhurbaşkanı olmanızdan çok; ilk adım insan olmaktan geçer”. İyi insan olmalarını en başta ve ne yapmak istiyorlarsa, her ne iş yapmak istiyorlarsa iyi insan perspektifinden bakmaları gerektiğini düşünüyorum. Ondan sonra tabii eğer sanat ile iştigal etmek istiyorsanız, sanat düşünülerek yapılan bir şey ve düşüncenin yelpazesini belirleyen de bilgi, birikim, donanım. Ağabey nasihatı gibi olacak ama okumak zorundalar. Kendilerinden önce yapılmış olan her şeyi bilmek zorundalar. Klasiği bilmeden, modern yapamazsınız; eskiyi bilmeden, yeninin nasıl yapıldığına dair bir fikir beyan edemezsiniz. En tehlikelisi, dünyanın birçok yerinde, bizde çok daha fazla, fikri olmadan zikri olan insanlar türemeye başladı. “Ben amcamın torpiliyle direkt genel müdür olarak şirkette başlarım” duygusu çok yaygınlaştı. Sanatın böyle bir lüksü yok. Sanatta o adımları tek tek yürürsünüz, öğrenirsiniz, denersiniz. Bizim işimiz yapılarak öğrenilen bir şey, ya yapabilirsiniz ya da yapamazsınız. Burası (tiyatro sahnesi) çok kutsal bir yer, rodeo gibi atar üstünden, kalıcı olamazsınız. Eğitime gelince de çok şey öğreniyorum. Benim eğitimin içinde kalma nedenim; Yıldız Hocaya, Müşfik Hocaya, Cüneyt Hocaya olan hayranlığımdan. Onların bayrak yarışını, biraz nacizhane becerebiliyorsam taşıyabilmek. En önemlisi kendim öğrenmeye devam ediyorum. 54 yaşındayım, ben 18 yaşındakine nasıl temas edeceğim bir sanatçı olarak. Onları nasıl düşündüğünü, dünyaya nasıl baktıklarını ve benim ürettiklerimin onlar açısından ne anlam ifade ettiğini nasıl elde tutulur hale getireceğim. Bunu eğitim sayesinde yapıyorum. Ben kendim için eğitim yaparken etrafta da gençler bir şeyler öğreniyorlar ise ne mutlu bana.
Son olarak da, hazır 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü bir araya gelmişken neler söylemek istersiniz, ne gibi mesajlar vermek istersiniz?
Benim için üçyüz altmış beş tane Dünya Tiyatrolar Günü var çünkü sabah kalkıyorum bütün gün, 48 saat tiyatro yaşıyorum ve tiyatro uyuyorum, rüyamda da görüyorum. Öldüğümde de tiyatro öleceğim zaten. Benim için her gün böyle ama seyircilerimizin, tiyatroya ilgi duyan, tiyatroyu önemseyen tüm insanların, dünyadaki tüm iyi insanların, Dünya Tiyatrolar Gününün hayırlara vesile olmasını dilerim.
GALİP ERDAL – LEVENT ÜLGEN
Sahnede, sıradan bir Amerikan vatandaşı olan Travis Pine’ın ve Cia ajanının yaşadıklarına tanık oluyoruz. Buna tanık olurken de yabancılık çekmiyoruz, buna benzer olaylar gerek bizim ülkemizde gerek dünyanın başka yerinde yaşandı, yaşanıyor. Yazarın oyunu yenilediğini de biliyoruz. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz, sizin düşünceleriniz neler?
L.Ü.: Aynı sistemle yönetilen ülkelerin kaderleri hep aynıdır, değişik olması söz konusu olamaz. Eğer bir ülke vahşi kapitalizmle yönetilmeye çaılışılıyorsa, onun gerekliliklerini de, zorluklarını da, açmazlarını da her ülke yaşayacak demektir. Bugün Macaristan için de böyle, Hollanda için de böyle, Bulgaristan için de böyle, ABD için de böyle, ne yazık ki bizim ülkemiz için de böyle. Sistemler değişmediği sürece, zaten oyun da bunu söylüyor; bu sistem değişmeli ki, bir şeyler değişebilirsin. Yoksa iyi niyetli bir insanın, kötü niyetli bir sistemin başına gelmesi, o sistem iyileştirmez. Bu mümkün değil. Dolayısıyla sistemlerinin değişmesi gerekiyor. Bu çok doğaldır, insanlık tarihinde bazı sistemler bulunur. Bu Antik Roma’dan, Yunan’dan başlıyor. O sistemler, belli bir süre iktidarlarını, varlıklarını sürdürürler sonra eskirler ve yerine yenileri gelir. Belli ki bu yüzyılda kapitalizm de, vahşi kapitalizm, neoliberalizm son demlerini yaşıyor. Önümüzdeki yüzyıla kalmayacak, onun yerine yeni bir sistem gelecek, belki daha iyi belki daha kötü. Bunu bilemiyoruz fakat orada yaşanan her sorun bizde de yaşanıyor. Artık sorun bu, bence.
G.E.: Tabi, bütün bu sistemlerin sonucunda insan. En büyük unsurumuz insan; o insanların mutlu olup olmadıkları, o insanların yaşamlarına bu sistemler nasıl etki ediyor. Şu anda gördüğümüz gibi insanlar mutsuz demek ki. Yeni bir arayış içindeler, yeni bir söylem içindeler. Bunu ne zaman görürüz, biz görür müyüz onu bilemiyorum.
Oyun göndermesi olmayan bir oyun, direkt olarak gerçekleri açık ve net, soğukkanlı bir şekilde seyircinin karşısına vuran bir oyun. Bununla ilgili seyircilerden gerek oyun esnasında gerek oyundan sonra ne gibi tepkiler aldınız?
G.E.: Seyircimiz ABD’yi, Trump’ı hiç sevmiyor. Bize gelen tepkiler öyle.
L.Ü.: Bugüne kadar olumsuz görüş pek almadık. “Bunlara bakarak örnek almalıyız”, “Kendi ülkemizi bu tür tehlikelerden korumalıyız”, “Bu tuzaklara düşmemeliyiz” diyen bir sürü seyircimiz oldu. Amerika bunun, ne yazık ki, en batağını, en kötüsünü, en rezil versiyonunu yaşıyor. Gerçekten oradaki sistem çok acımasız, insanları bir anda kapının önüne koyuyor. Sağlık yardımı, sosyal güvenlik, emeklilik hakkı hiç gözetmiyor. O ülkede yaşayan bir yurttaş için çok kötü bir durum. Yazar bu yüzden oyunu oğul Bush döneminde yazmış Trump seçildikten sonra, herhalde daha iyiye gideriz diye umut etmiş, bakmış ki daha kötüye gidiyor; oyunu Trump’a göre güncellemiş. Bizim oynadığımız Trump güncellemesi.
G.E.: İkisinin karışımı.
Sizin bu oyunu seçmedeki nedeniniz nedir?
G.E.:Bu oyun ilk sekiz sene önce Bursa’da oyun yöneten bir arkadaşımız tarafından elimize gelmişti. O günden beri hep üzerinde durup oynamak istediğimiz metindi. Sonra birçok tiyatro da oynadı sanırım.
Onu sormak istiyorum; birçok tiyatro oynadı ama sizinki çok yoğun bir ilgi ile karşılaştı. Bu yoğun ilgisini neye bağlıyorsunuz?
L.Ü.: Onu bilemiyoruz. Ben Ankara sahnesinde izlediğimde de yoğun bir ilgi vardı. Tabi her yönetmenin, oyuncunun kendine özgü bir yorumu vardır. Bizim yorumumuz da biraz başka. Galip’in dediği gibi biz insan öğesini… Bu bir işinden atılmış yaşlı bir adam da olsa, devletin kolluk kuvveti olan FBI’ın elemanı da olsa neticede insan öğesi üzerinde daha çok durduk. Bizim en çok özen gösterdimiz şey o. Her şey insana ait. İnsan doğrularıyla, yanlışlarıyla, hatalarıyla sevaplarıyla, ne yapıyorsa kendini öyle var ediyor.
G.E.:Oynansın, daha çok oynansın. Demek ki şu anda insanların ilgisini çeken bir oyun. Başka tiyatrolarda oynayabilir, oynasın, daha çok seyirciye ulaşsın.
Oyunda finaller zinciri var, her final bir sonrakine hazırlıyor ve bir adım sonra daha çarpıcı bir finalle karşılaşıyoruz. Buna temponuzu nasıl yetirdiniz, yetiştirdiniz, o tempoyu, o enerji nasıl sağladınız?
L.Ü.: Vücut bir süre sonra o tempoya alışıyor, oyunda da alışıyor. Kendini ona göre ayarlıyor
Sesinizde en ufak bir düşüş, tekleme olmuyor.
G.E.: Onun provasını yapıyoruz. Kaç yıldır bu işle uğraşsak da, Levent de, ben de çalışarak olur. Hiçbir zaman çalışmadam öyle biz yaparız gibi bir duyguyla sahneye çıkmıyoruz.
İkiniz de uzun yıllar bir eğitim sürecinden geçtiniz, bu eğitim sürecinin tiyatroculuğunuza ne gibi katkıları oldu?
G..E.: Eğitim şart tabi.
L.Ü.: Aynı yıl, Galip İstanbul Konservatuarı’nı kazandı, ben Ankara Konservatuarı’nı kazandım. O İstanbul’dadört yıl eğitim gördü, ben Ankara’da dört yıl eğitim gördüm. Aralarda görüştük ama samimiyetimiz yoktu. Sonra aynı meslektaş olarak Trabzon’da bir araya geldik, Trabzon’da aynı oyunlarda oynadık. Sonra tekrar ayrıldık, ben Ankara’ya döndüm, Galip İstanbul’a geldi. Sonra bir araya gelip Galip benim oynadığım bir oyunu yönetti. Sonra yine buluştuk aynı oyunu oynadık. Cezmi Baskın benim 1984’de hocamdı sonra meslektaş olarak beraber aynı işte çalıştık. Zeki Alasya hepimizin hayranlıkla izlediği, bir üstattı, hocaydı. Sonra ben aynı işte beraber oynama şansına, onuruna sahip oldum. Bizim mesleğimizin en güzel tarafı bu; yıllarca hayranlıkla izlediğin insanlarla bir yerde aynı sahnede olabiliyorsunuz bizim de Galip ile ilişkimiz de o anlamda öyle.
İnsanlar tiyatrolarda oynadığınız karakterlerle değil de Akasya Durağı’ndaki karakterinizle anıyorlar sizi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
L.Ü: Bunu bir izleyici olarak Galip değerlendirsin.
G.E.: Gayet doğal. Şimdi biz altı yüz otuz kişilik bir salondayız. Biz altı yüz otuz kişiye ulaşacağız, Akasya Durağı on altı milyon altı yüz otuz kişiye ulaşıyor, bir gecede.
L.Ü.: “Sizi şu oyunda izledim, geçen şu oyunda sizi gördüm” diyen bir seyirci, “sizi dün akşam Akasya Durağı seyrederken gördüm” diyen seyirciden daha kıymetli. Kimse alınmasın çünkl o emek veriyor, evinden çıkıyor, bir vasıtaya biniyor, tiyatroya geliyor, iki saatini harcıyor, bilet almak için para veriyor, iki saatten sonra tekrar araca biniyor, evine gidiyor. Mesai harcıyor, bir emek veriyor.
İkiniz de hem yönetmenlik hem oyunculuk yaptınız, sizce bir oyunun başarısında yönetmen mi oyuncu mu daha etkilidir?
G.E.: Ben her zaman sahadakini tercih ederim çünkü sahaya oyuncular çıkar ama yönetmenin onları doğru oynatması lazım, yönlendirmek önemli. Yoksa birbirimizden üstünüz diye yönetmenlikte aşağıda oturmuyoruz, daha iyiyiz deyip birbirimize yardımcı oluyoruz. Tabi ki kafamızda bir dünya oluyor ama sonuçta her zaman topu oynayan kazanır, yani oyuncular.
L.Ü.: Yönetmen elbette ki işin teknik direktörüdür, işin direktiflerini verir, yorumunu yapar, oyuncusuna bu yorumu kabul ettirir, nasıl oynaması gerekiyorsa oyuncu ile beraber ortak bir çizgide buluşurlar ama neticede yönetmenin işi prova bittiği zaman, prömiyer yaptığı zaman biter. Oyuncunun bitmez, sahnede devam eder. Oyuncunun mutlaka kötü niyeti yoktur ama seyircinin reaksiyonuna göre oyunda bazı şeyleri değiştirir. Bunu zaman zaman yönetmene sorma ihtiyacı duyar zaman zaman duymaz. Ben bugüne kadar altmış küsur oyunda oynadım, benim ilk oyunumla son oyunum arasında dağlar kadar fark var çünkü o kadar çok şey seyirci ile beraber değişiyor ki. Kötü anlamda değil, olumlu anlamda değişiyor. Buna yönetmen her saniye müdahale edemez. O yüzden top hakikaten sahne üzerinde.
Hazır bugün 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü bir araya gelmişken DirenSanat izleyicilerine ne gibi mesajlar vermek istersiniz, neler söylemek istersiniz?
G.E.: Direnin sanat çok güzel, gerçekten çok güzel. İnsanın var olma sebebim. Her şey bir sanat, bir estetik. Bugün de Tiyatro Günü, sanatın diğer kollarından biri. Bu da hepimize yeni ufuklar açar, yeni düşünceler açar, büyürüz. Büyümekten korkmuyorsak, düşünmekten korkmuyorsak… Tiyatro iyidir, iyileştirir.
L.Ü.: Ben katılmıyorum, şöyle; 14 Şubat Sevgililer Günü diye sadece o gün mü sevgili mi seveceğim, Mayısın ilk haftası Anneler Günü diye bir tek o gün mü annemi hatırlayacağım, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü diye sadece o gün mü tiyatroyu seveceğim? Hayır, tiyatro üçyüz altmış beş gün sevilmeli. İşin gırgırı bir tarafa, özel bir günümüzün olması çok güzel ama gerçekten ülkelerin, hatta dünyanın, hatta insanlığın kurtuluşu. Ne zaman ki sanat alanları; tiyatrolar, operalar, sergiler, heykel sergileri, müzik, kitaplar aklınıza sanatla ilgili ne geliyorsa, eğer bir futbol stadyumunu dolduran seyirci kadar çok seyirci, okuyucu, izleyici çekebiliyorsa; inanın insanın kurtuluşu o zaman olacak. Sanatla uğraşan, sanata izleyici olarak destek veren bir insandan asla bir kötülük gelemez. Bir insandan kötülük gelmediği zaman, düşmanca davranış olmadığı zaman da insanlık kurtulur çok basit diye düşünüyorum.
Sizleri başka projelerde görecek miyiz başka projeleriniz var mı?
L.Ü.:Gücümüz, enerjimiz el verdiğince sahnede olmayı düşünüyorum.
G.E.:Düşünüyoruz, okuyoruz, araştırıyoruz. Yeni yazarları özellikle şu anda devamlı gözlüyoruz çünkü eksiğimizdi yıllardır. Yavaş yavaş genç yazarlarımız çıkıyor. Daha da çok çıkması gerekiyor. Derdimiz çok, korkmasınlar, yazsınlar. Oynayacak bir yer buluruz. Sahneye çıkabilecek gücü hissettiğimiz güne kadar sanırım sahnede olacağız.
Komedia Türk Tiyatrosu’nun ilk yapımı ‘Halktan Biri’ oyunu tiyatro sezonunda yoğun ilgi gördü. Halkın sorunlarını büyük bir açık yüreklilikle sahneye taşıdı. Bizde oyunun yönetmeni Bahtiyar Engin ve Oyuncuları Levent Ülgen, Galip Erdal’a oyunun hazırlanma sürecini konuştuk. Başarılı oyunun ortaya çıkmasında rol oynayan asıl etkenlerin neler olduğunu sorduk. Levent Ülgen ve Galip Erdal oyunun seyirciler üzerindeki etkisini anlattı.
Daha ayrıntılı bilgileri videoda bulabilirsiniz. Diren Sanat youtube kanalına abone olup paylaşarak bizleri desteklemiş olursunuz.
Röprotajın videosunu izleyip paylaşabilirsiniz.