“Hami Çağdaş’ı ilk defa o akşam bir üstat ağzından gelen betimlemeyle algıladık. Kendisine daha dikkatle bakılır olduğunun kendisi de, o cin zekasıyla, farkındaydı. Sanat dünyası ustaları ve aydın ağabeylerin arasında söze girip fikir beyan etmekten çekinmiyordu; gelişmiş bir mizah duygusunun da katkısıyla bazen yarı sataşkan güldürü düşünceleri de dile getirdiği oluyordu. Renkli bir genç varlıktı”
İstanbul’un Marmara Denizi’ne komşu sakin bir semti olarak yaşaya gelmiş Kumkapı’da 70’li yılların sonları ve 80’lerin başlarında ilginç bir sosyal oluşum kendini göstermişti. İstanbul’un sanat ve kültür dünyasının insanlarının geleneksel buluşma mekanlarının büyük çoğunlukla Beyoğlu semtinde yer aldığı bilinirdi; sonra birdenbire Kumkapı’da entel kafeler ve okur yazar dünyanın gelip gittiği lokantalar açılmaya başlamıştı. Cumhuriyet Gazetesi ilişkilerinden yakından tanıdığım ve derin bir müzik sevgisinin de dostluğumuzu pekiştirdiği üstat Doğan Hızlan ve onun çevresindeki çeşitli aydın insanlar da Kumkapı lokantalarında akşam buluşmaları düzenler olmuştu. Seyrek olarak da olsa benim de katıldığım bu buluşmaların birinde bir akşam genç ve değişik bir sima kendini gösterdi. O çevrelerin alışılmış bir elemanı değildi ve ortalama yaş olarak da bizlerden epey küçüktü; ancak rahat bir kişilik sergiliyor ve çekinmeden söze girebiliyordu. Benim gibi merak eden bazı diğer dostların da Hızlan üstada alçak sesle bu yeni genç arkadaşın kim olduğunu sorması üzerine şöyle bir açıklama gelmişti: “İstanbul’un sanat ve kültür dünyasına giriş arayışında olan genç insanların büyük çoğunluğu edebiyat ya da güzel sanatlar eğitimi veren kurumların taze mezunları olurdu. İlk kez iktisat fakültesi çıkışlı, rakamlara aşina ama bunun yanı sıra edebiyata tutkuyla bağlı, düzgün Türkçe konuşan bir genç çıktı geldi. Yeni çıkaracağımız dergilerde ve diğer yayın organlarında kendisine bir şans vermeyi düşündük”.
Hami Çağdaş’ı ilk defa o akşam bir üstat ağzından gelen betimlemeyle algıladık. Kendisine daha dikkatle bakılır olduğunun kendisi de, o cin zekasıyla, farkındaydı. Sanat dünyası ustaları ve aydın ağabeylerin arasında söze girip fikir beyan etmekten çekinmiyordu; gelişmiş bir mizah duygusunun da katkısıyla bazen yarı sataşkan güldürü düşünceleri de dile getirdiği oluyordu. Renkli bir genç varlıktı.
Benim Hami Bülent Çağdaş ile dostluğumun gelişmesi biraz vakit aldı. Sanat ve kültür dünyamızda son kırk yıllık dönem boyunca anlamlı bir işlev üstlenmiş olan Hürriyet Gösteri Dergisi’ne bir çeşit editör yardımcısı olarak tam zamanlı katılmasından sonra ikili görüşme şansımız doğmaya başladı. Benim mühendis çıkışlı ve akademik eğiticilik bağlantılı gelişme çizgimin üzerinde sanat ve kültüre olan merakımın nereden ve nasıl kaynaklandığını Hami kendince hep araştırıyordu. O esprili ama yarı sataşkan sözcük kullanım becerisiyle bana zaman zaman şöyle yaklaştığını hatırlıyorum: “Ben sizin resim ve heykel sanatlarına olan ilginizi geliştirirken mühendisliğin şekilsel özellik ve sayısal bağlantılarından yararlanmış olacağınızı düşünebiliyorum. Ancak, müzik merakınızın nasıl bir dürtüyle oluştuğunu kestiremiyorum. Şunu geniş bir zamanda bana ayrıntılarıyla anlatacak biçimde vakit ayırmanızı rica ediyorum”.
Müzik duyumsaması denen olayın içinde ruhsal ve duygusal anımsamalar içinde tatminler yakalayabilmiş olmanın yanı sıra seslerin düzeni içinde bir matematiksel kurgu da bulunduğunu Hami’ye zaman zaman kısaca anlattığım oluyordu. Kendisine Beethoven’in son dönem yapıtlarında bir iç matematik düzenle çok geniş bir kapsama yapılmış olduğunu söylesem de muhtemelen çok inandırıcı olamıyordum. Etten kemikten, yakından tanıma fırsatı bulduğum matematik- fizik dünyasının üstün yetenekli bir insanı Pierre Boulez’in önemli bir çağdaş besteci ve başarılı bir orkestra şefi olduğunu da sık sık tekrarlayarak müzik duyumsaması konusunda kendi düşüncelerimi denk düşürdüğümüzde anlatıyordum. Hami Hürriyet Gösteri’nin yıllar boyunca tam başarıyla yürüttüğü yetkili editörlük dönemlerinde dergiye gönderdiğim yazılarımı görsel sanatlar ya da müzikle ilgili olsun, hep dikkatle inceledi, gerekli düzeltmeler önerdi. Ben onun çizgisinde yürüdüm. Türkçe’nin düşünce yapısına ve sözcüklerin düzenleniş biçimine alabildiğine duyarlı ve egemen bir aydın kişiliğe sahipti. Ayrıca, şakacılığı ve mizah duygusuna olan yakınlığı ile ilk bakışta “bu arkadaşın profesyonel ciddiyeti eksik olabilir” düşüncesine sahip olanların hepsini yanıltarak alabildiğine düzenli bir editörlük süreci sergiledi.
Görgülü ve kültürlü kişiliği ile bir kırk yıl boyunca aralarında iddialı ve kendinden aşırı emin ünlü yazın insanlarının da bulunduğu bir çevrede yakın dostluk ilişkileri de kurmayı becerdi. Kültür insanlarına bazı küçük hatalarını düzeltici ama hep saygılı bir davranış içinde oldu; o çevrelerden de kendisine hep saygı gösterildi.
Hürriyet Gösteri’nin üç aylık bir dergi durumuna dönüşmesinden sonra, yaşımın da ilerlemiş olması dolayısıyla, artık daha seyrek yazacağımı ve hatta hiç yazamayacığımı düşündüğüm bir dönemde Hami, o mesleki ciddiyeti ve dostluk duygusuna olan saygısıyla, bana bir şeyler yazmam için hep ısrarlı oldu. Bu kuvvetli dostluk dürtüsüyle imzalı yazılarımla bu güzel ilişkiyi sürdürdüm. Birkaç kez de Hami’nin benimle yaptığı bazı söyleşileri yayınlamasıyla Hürriyet Gösteri Dergisi’yle güzel ilişkim sürdürülmüş oldu. Çok anlamlı ve doyurucu son bir bağlantımız benim Pan Yayınları’ndan çıkan “Uçsuz Bucaksız Dünyada Gezinirken” başlıklı kitabımın yayınlanışı döneminde oldu. Hami, yakın dostluk ilişkisi içinde olduğu Pan Yayınları yöneticilerine ve daha fazla da bana yardımcı olacak biçimde Beethoven’in son dönem yapıtlarının irdelemeli bir incelemesi olarak ortaya dökülen bu metni titizlikle okudu ve bazı haklı telkinlerde bulundu; bu arada gönlümü çok alacak biçimde “kırk sene boyunca bazen itiraz etsem de senin müzik yazılarını zevkle okudum ve çok şey öğrendim. Beethoven’in Covid-19 salgını dolayısıyla büyük kesintilere uğramış 250. doğum yılı kutlamalarının bizim buradaki bir küçük parçası olarak sizinle yaptığım söyleşinin Hürriyet Gösteri’de yayınlama zevki de bana ait oldu”.
Hami ile planladığımız son bir rastlaşmanın gerçekleşememiş oluşu hazin bir hatıra olarak hep kafamda yer alacaktır. Erhan Karaesmen’den Seçmeler adıyla yayınlanan kitapta sosyo-politik ve sosyo-kültürel konularda elli yıl boyunca yazmış olduğum çeşitli makalelerde örnekler yer alıyordu. Kitabın bir çeşit imza töreniyle birleştirilen tanımında bazı dostlarımın hakkımda konuşmalarının uygun olacağını tasarlamıştık. Hami o konuşmacılardan biri olmayı heyecanla kabul etmişti; ne yazıktır ki sağlık sorunları nedeniyle toplantıya katılamamıştı. İkimizi de üzen bir durum olmuştu; bu.
Yaşamını küresel ve yerel düzeyde sanat ve kültür ile doldurmuş, editörlük mesleğini titizlikle, heyecanla yürütmüş; dost ilişkilerinde nezaket ve duyarlılığa öncelik vererek mizah çizgisinden uzak kalmamış bir iyi insan Hami Çağdaş’ımızı hep güzel bir örnek olarak anacağız…